13
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1163
Okunma

Ölüm kuşkusuz hayatın bir gerçeğidir. Şairin “an gelir Attila ölür” Dizesinin hükmüdür. Yine “Dünya Sultan Süleyman’a kalmadı” Sözü de meşhurlardandır. Kimi zaman yolda yürürken, bazen bir rahatsızlığın vesilesiyle yahut bir trafik kazasında vefat ederiz.
Ne var ki, ülkemizde sıkça görülebildiği üzre bazı ölümler şaibe yüklü bulutları da beraberinde getirmiyor mu acep? Bir sis perdesinin ardından izliyorsunuz. Olgular dünyasına merhaba diyorsunuz. Hani deyim yerindeyse klasik Allah rahmet eylesin mesajı dairesinde yaklaşmak ve bakmak olaya kifayet etmiyor. Cevapları ancak vadinin puslu karanlığında saklı sorular zihinleri kaplar hemen.
Merhum araştırmacımız Aytunç Altındal’ın hayatı da komplo teorisi kapsamında ele alınıp, değerlendirilebilecek olayları incelemekle geçmiş bulunmaktadır. Kendisini okuyan ve izleyenleri önce bir hayret ve heyecan duygusuna sevk edip, ardındansa dünya üzerinde meydana gelen olaylara daha serinkanlı ve kuşkucu bakılmasını mümkün kılan bir atmosferde kendinizi bulduğunuz bir süreçler manzumesinin dile getiricisi olduğunu söylemek herhalde mübalağa olmayacaktır. Vefatı ve birbiri ardınca anlatılanlarda kuşkusuz bu minvalde cereyan etmektedir. Şu kadar ki, bu sefer ne bir hayret, ne de bir heyecan duyuyorum. Üstat bu çerçeveye bizleri alıştırmadı mı?
Bu bağlamda biraz eskilere uzanıyorum. Adına ilk rast geldiğim çalışmasının hiçte ismi etrafında oluşan imajı desteklemediği aklıma geliyor. 1970’li yılların başlarında yayınladığı “Türkiye’de Kadın” Başlıklı araştırması, asıl bu kitabı yıllarca beni hayrete düşüren bir muamma olarak kalır. Açıkçası, toplumsal cinsiyet araştırmalarının kaynakça kısmında alfabetik tasnif bazında A. Bebel’den önce mi gelirdi A. Altındal diyerek zihnimi şöyle bir yoklamıyor da değilim.
Ancak bu şekil düşünerek muamma çözülmüyor. Son yıllarda kendisine sorulan bir soru üzerine verdiği cevap tatminkâr olabilir mi? Türkiye’de, laiklik algısını en çok destekleyen, besleyen değişimin kadın kavramı etrafında geliştiğinden söz eder. Hani Cumhuriyet dönemiyle birlikte tüm kurumlarda meydana gelen laikleşmenin en çokta laik kadın motifinde karşılığını bulduğunu söylemektedir. Bu tanımlamanın gençliğinde ülkemizde kadın konusuna eğilmesinin nedenine dönük yapılmış sofistike bir açıklama olarak düşünülmesi de elbet imkansız değildir. O zamanlar sol bir anlayış dairesinde eğilinen böylesi bir konu başlığı yazarın bilinen genel çizgisinin dışında kalmış görünebilir. Fakat uzun yıllar Hıristiyanlığın, Kilisenin, Laikliğin tarihi üzerinde çalışmalar yapan; bir kelimeyle Avrupa kurumları üzerinde yoğunlaşan Aytunç hocanın gençliğinde yaptığı farklı görünen bir araştırmasıyla bu bütünlüğü bozmadığı bilakis tesis ettiği de düşünülebilir.
Yine yıllar önce bir televizyon programında siyasi yönelimiyle ilişkili söyledikleri dikkatimi çekmiş bulunmaktadır. Yaptığı çeşitli yorumları paradoksal bulan sunucunun peki kendinizi siyasi bakımdan nerede görüyorsunuz şeklindeki sorusuna hafızam beni yanıltmıyorsa ihtilalci, solcu, hilafetçi ve cumhuriyetçi biri olarak kendimi tanımlayabilirim demesi bende hoppala! Buyur buradan yak duygusu uyandırmadı değil. Açıkçası kafa karışıklığına düşmüş biri olarak gördüğümü söyleyebilirim. Devamında ise Atatürk’ün de saltanata karşı ama hilafetten aslında yana olduğunu söylemesi daha da şaşırtıcı olmalıdır. Kuşkusuz nutuk çekmeksizin “Nutuk” Üzerinden de incelenmeye ve irdelenmeye muhtaç bir husustur.
Yıllar içerisinde Aytunç Altındal’ın araştırmaları siyasi tarihin en alengirli konuları üzerinde yoğunlaşır. Dünya tarihinin labirentleri arasında dolaşır. Başı dumanlı dağları aşar. Yalçın kayalıklar, sarp zirveler onu döndürmez. Vatikan, Opus Dei, Tapınakçılar, Siyonizm, İsrail, Nazi Almanyası gibi konularda birbirinden ilginç bilgiler verir ve yorumlar yapar.
Aytunç Altındal bir bakıma Occidentalist ya da Garbiyatçıdır. Bir önceki yazımda belirttiğim üzre dünyada asli olgu Oryantalizm veya bizdeki kullanımıyla Şarkiyatçılık olmaktadır. Garbiyatçılık ise buna izafen zihinlerde uyanan tali bir kavramlaştırma olarak da düşünülebilir. Nihayet merhum hoca da bu kulvarın piri değil midir?
Yıllar boyu izlediğim ünlü araştırmacımızın yakın tarihimizin köşe başı konularına yönelik yaptığı değerlendirmelerde dikkat çekici hususlardır. Atatürk’ün vasiyeti, hilafete bakışı, harf ve dil inkılabı, Atatürk ve masonluk gibi konularla ilgili söylemleri üstte de arz ettiğim gibi hararetli tartışmaların kapısını aralayacak cinstendir.
Öteden beri dikkatimi çeken bir husussa rahmetli Altındal’ın açıklamalarının farklı kesimlerde yaptığı yankılanmadır. Açıktır ki, değerlendirme yaptığı konuya bağlı olarak tanımlamaları farklı kesimlerde kabul görebilmekte ya da ret edilebilmektedir. Konu ve düşünce bizlik ise tadından yenmez olurken bazen de yok canım, ne alaka moduna geçeriz. “İnsan bilmediğinin düşmanıdır” Sözü de akla gelebilir. Şüphesiz bilimin tartışma üzerine kurulu dünyası da göz ardı edilmemelidir.
Peki, Aytunç hoca zehirlendi mi? Vefatı günlerinde, polonyum radyoaktif maddesiyle öldürülmüş olabileceği bahsinin açıklık kazanması zamana muhtaç dense de hiçte mantıksız durmuyor. Kanser rahatsızlığının ilk evreden son evreye hızlı geçiş yaptığı hususu üzerinde durulması manidardır. Geçtiğimiz yıllarda eski bir KGB ajanının İngiltere’ye iltica ettiği bir dönemde polonyumla zehirlendiği, kısa sürede öldüğü, zehrin toprağa karışması boyutunda tabutunun bile özel yapıldığı akıllara gelecektir.
Sözün özü seçkin bir entelektüel ve düşünce adamı Aytunç Altındal’a Allah’tan rahmet dilerken; fikirlerin fikirlerle etkisiz hale getirilebileceği, dile geldiği üzre bu bir suikast ise eğer bilakis insanların daha büyük bir tutkuyla gerçekleri öğrenme arzusunu kamçılayacağı hususunu akıldan çıkarmamak gerektiğini vurgulamalıyım. Nihayet eserlerinin daha çok okunması ve asıl şimdi artan bir ilgi odağı halini alması günümüz toplumundan beklenmeyecek bir mistifikasyon mudur? Böyle yaklaşmanın insanlıktan ümidi kesmekle bir ve aynı şey olacağını düşünüyorum. Dahası yeryüzünün tüm şeytani güçleri ve şer odaklarıyla zıddiyet halinde sessiz bir çoğunluğun mevcudiyetini gönlümde duyabiliyorum.
L.T.