2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1016
Okunma
Bir ve beraber olma tılsımın gücüyle titreyip, kendimize gelme zamanın çoktan geçtiği bir dönemde, şeref ve şerefsizlik tartışmaları olanca hızıyla devam ediyor.
Viski kadehlerinin tokuşturulmasında meydana gelen şakırtı seslerinde mi, yoksa, kadeh diplerindeki tortularda mı gizli şeref? Her kadeh kaldırışlarında “şerefe” naraları atmakla gerçekten şeref elde edebiliyorlar mı şeref yoksunları? Bilemiyorum tabi…
Şahsen benim böyle bir derdim de yok. Türk olmakla kazandığımız bu hasletten yoksun olanların derdidir şeref tanımının peşinde koşmak ve yoksunluklarını gidermek. Beni, şerefsiz yaftasıyla suçlamakla şerefimden eksilme olmayacağını iyi bilenlerdenim. Çünkü, Türklük gurur ve şuuru; İslam’ın ahlak ve fazileti şerefimi yeterince beslemektedir.
Bir başkadır bu günlerde derdim. Birilerinin şeref problemiyle uğraşacak ne halim ne takatim ne de israf edecek zamanım var. Birileri şerefsizce yaşamayı seçmişse onların bileceği bir şey. Bana düşen şereflilerin safında durmak ve olabildiğince safları sıklaştırmaktır.
Dedim ya. Bir başkadır bu günlerde derdim. Coğrafyama göz dikenlerin hışmı ve gazabı, benimle “aynı saftayız” diyenlerin emelleriyle bir olup kara kışı yaşatıyorlar bize. Mevsimlerimizi çaldılar bunlar. Baharımız bahar, kışımız kış, yazımız yaz değil. Esmer günlerden geçtik, kara günler yaşar olduk bu günlerde. Sadece coğrafyamız değil, yüreğimiz de yangın yeri adeta. Pembe düşlerimizi ateşe verdiler. Yeniden anaların gözlerinde denizler boşalıyor. Kirlenen şerefleri yıkamaya yetmiyor bu anaların göz yaşları. Temiz bir duruş yakışmıyor olacak ki, kirli kalmayı yeğliyorlar.
Bir başkadır bu günlerde derdim.
Bir ay içinde kayan 22 yıldızla karardı dünyamız. Devrilen her çınarla yüreği çizilen babaların, ciğeri kanayan anaların; ay yıldızlı bayraklara sarılı tabutları taşıyan her yiğidin hıncı dağ dağ devriliyor üstüme. Eziliyorum. Yüreğim daralıyor. Nefesim kesiliyor. Evreni yırtıyor suskunluğum... Öte tarafta yırtınıyor birileri. “Bana şerefsiz diyemezsiniz” diye. Diyen kim ki… Her gece “şerefe” kaldırdığın ve kadehlerin tortularında aradığın şerefin sana yettiğini biliyorum elbette. Sen şereflisin ne olur sus biraz. Derdim yetiyor bana.
Bir başkadır bu günlerde derdim.
Salya akıtan şom ağızlarından barış sözcüğünü düşürmeyen, kirli düşlerle yollara düşen hainlerin, 22 kişiye ilaveten Barış’ı şehit ettiklerini duydunuz mu? Ya da barışı tanıyor muydunuz? Hayat hikayesine hiç göz attınız mı? Bir sultan edası ile omuzlarda taşınırken gururlandınız mı? İntikam hıncı yüreğinizi sardı mı? 78 yaşındaki Ramazan dedesinin yere düşen yüreğini avuçladınız mı? Göz yaşlarını silme cesaretini bulabildiniz mi kendinizde? Dedesinin, komutanın elini sıkı sıkı tutarak, “ne olur yalnız bırakmayın beni. Bundan böyle her asker benim oğlumdur” haykırışı karşısında boğazınız düğümlendi mi hıçkırıklarla? “O’nun hem anası hem babası hem de dedesiydim” derken yüreğinizden bir şeyler koptu mu?
Anasız büyümenin sancısını çektiniz mi? Annenizi hiç tanımama ve yüzünü bile hatırlamamanın, anne sevgisini yaşamadan büyümenin hüznü nasıl yürek kavurduğunu bilir misiniz? Babası tarafından bir cami avlusuna bırakıldığını öğrenmenin nasıl bir duygu olduğunu anlayabilir misiniz?
Vah Barış’ım, yiğidim ne yaman dertlerle büyümüşsün be. Ne çatal yüreğin varmış ki, dağlar taşımışsın yüreğinde. Şehitlik ne kadar da yakıştı sana. Bu şeref yeter sana be yiğidim. Sen rahat uyu.
Şeref kaygısına düşenler, varsın anlamasınlar siz şehitleri…