Bulanık Bir Su İdim Seni Tanımadan Önce
Darbe öncesi Erzurum. 79- 80’li yıllar yanİ. Erzurum Lisesi’nin küçük bir sınıfında beraberdik. Sen benim arkamdaki sırada otururdun. Erzurum’lu değildin, subay çocuğuydun. Erzurum diliyle agideydin (akide şekeri anlamında). Nazik konuşan, farklı giyinen çocuklar özellikle de subay çocukları agideydi Erzurum’lu gençlerin nazarında. Agide’ler sevilmezdi, güvenilir bulunmazdı onlarla mesafeli olunurdu, hakim düşünce buydu .
Sen farklı bir gençtin. Ölçülü, ağır başlıydın. İki yıllık ortak okul hayatımda senin bir taşkın hareketine rastlamadığımı itiraf edebilirim. Müzik en büyük tutkundu. Okulun son günleri, derslerin artık ciddiye alınmadığı günlerde (darbe sonrası 81 yılı) sen elinde gitarla gelir kulaklarımıza bayram yaptırırdın. İyi bir arkadaşlığımız vardı. Ortak zevkimiz müzikti. Ders aralarında o zamanki popüler gruplardan, şarkılardan bahseder bazı parçaları beraber mırıldanırdık. Sen, ta o zamandan hedefini belirlemiştin. Konservatuara gidecek, müzik okuyacaktın.
Okulu bitirdikten sonra bir daha görüşmedik seninle. Dileğin olmuştu. Sen Ankara’da konservatuarda okuyordun bense Erzurum’da. Başarılı bir müzisyen olduğunu basından takip ediyordum. Zülfü Livaneli’yle ortak konser verdiğin haberini de gazetelerden okumuş seninle gururlanmıştım.
Senin adına okulu bitirdikten 20 yıl kadar sonra Ankara Kızılay’da bir kasetçi dükkanında rastladım. Dükkanın önündeki raflara göz gezdirirken o kasete rastladım. “Ömrüm Ayrılıktır” başlığının üstünde senin adın yazıyordu: Ufuk Karakoç. Kaseti satın aldım, jelatinini yırttım ve dükkan sahibine uzattım. Dükkan sahibi genç, kaseti aldı büyük, devasa müzik setine yerleştirdi. Kızılay’a senin tok sesin yayılmaya başladı: ”Derbent deresine duman bürüdü Of Of/Yedi deveyinen Musa’m yürüdü”. O anda Erzurum Lisesi gözlerimin önünde belirdi. On Dokuz Mayıs provasında Lise’nin avlusunda merdivenlerin dibinde ellerinde büyük Türk Bayrağı’nı sımsıkı tutuyor bir yandan da aynı burdaki, kasetçi dükkanındaki yankılanan tok sesinle İstiklal Marşı’nı okuyordun.
Seninle okulu bitirdikten sonra yüz yüze görüşmemiz bildiğin gibi geçen yıl nasip oldu. İstanbul’a tatile gelmiştim. İstanbul’da aramak istediğim dostlarımdan ilk sıralarda gelenlerden biri sendin. Kadıköy’de sık uğradığını bildiğim mekana gelmiş seni sormuştum. Mekandaki garson seni hemen tanımış bana telefonunu vermişti. Lise’yi bitirdikten 33 yıl kadar sonra tekrar senin sesinin duymak çok güzel bir duyguydu. Aynı mekanda buluşmak üzere telefonu kapatmış, açık havadaki, ağaçlar içindeki o ferah bahçede seni beklemeye başlamıştım.
Bahçeye oğlun Ediz’le beraber gelmiştin. Doğal olarak muhabbete Erzurum Lisesi’nden başlamıştık. Kantini işleten berber Nusret’ten, müzik öğretmeni Fatma Hanım’dan, İngilizce’ci çılgın Sakıp Hoca’dan, hafta sonu sınıfça gittiğimiz Tafta gezisinden bahsettik. Daha sonra söz türkülere gelmişti. Türkülere ilginin azaldığından, türkü programlarına özel tv’lerin eskisi gibi yer vermediğinden falan bahsetmiştin. Kadıköy iskelesine kadar yürümüş sonra da vedalaşmıştık.
Bu satırları yazarken ekşi sözlükte senin adının bulunduğu maddede, “Sevgili” başlığıyla yazdığın şiirine rastladım. Sözleri şöyle:
sana patlamaya hazır kalemimle yazdığım şeyler
ne halli hatırlı bir yazıt
ne de yanıt bekleyen bir dilekçedir.
bulanık bir su idim seni tanımadan önce.
dingin bir buz oldum şimdi, hem de en safından.
o güne dek kaburgalarımın içinde hapis olmuş köhne yüreğim
avuçlarımda artık, tutabilene aşk olsun.
kanatlanır kuş olur, yakalanır esir
yeniden kaçtığında, tutulamaz artık.
Sana eşinle ve oğlun Ediz’le birlikte türkü ve şiir dolu günler diliyorum.