12
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1324
Okunma

Saygı, sevgi, itaat ganidir Anadolu da. Baba ölürse en büyük erkek evlat sırtlanır aileyi. O artık onun kutsal bir yüküdür.
Ağabeyim çağırdı beni;
"Okumak istiyorsan okuturum seni de, diğer iki kardeşimi de. Babam- ceketimi satar çocuklarımı okuturum- derdi. Ben okumadım Onun ömrü vefa, ceketi para etmedi. Ne dersin?"
Okumayı hiç sevmemiş, ilkokulu da zor bitirmiştim.
"Okumayacağım ağabey"
"O zaman zeneat öğreneceksin. Sanayi olmaz. Kir, pas. Gel seni berbere verelim. Temiz meslek. İnsanların saçı, sakalı hep uzar. Aç kalmazsın."
Berberliğe çıraklıkla başladım. İşimi sevdim. Üç beş senede kalfa oldum. Ağabeyimin yanında kalıyordum. Dükkandan her dönüşümde, yolumun üzerindeki yıkılmamak için birbirine tutunmuş, eski evlerin birinde, cumbada ki pencerenin tentene perdesi açılır, bir kız güler, el sallar, sonra perdesini kapatırdı. Onu gördüğümde yerinden fırlamasın diye yüreğimi elimle bastırırdım.Aylarca, yıllarca sürdü bu olay. Hiçbir gün perde açılmamazlık etmedi. Ben sadece gülümser, utanır, başımı öne eğer eve girerdim.Zamanı geldi. Askere gittim. Cumbada k sevgiliyi hiç unutmadım. Askerlik dönüşü ağabeyimle konuşacak o kızla evlenecektim.Askerlik bitti geldim. Ağabeyim;
"Sen askerde iken düşündük, araştırdık. Yengenin köyünden bir kız bulduk. Seni onunla evlendireceğiz."
"Abi ben cumbalı evdeki kızı istiyorum."
Demedim. Diyemedim. Denilmezdi…
Evlendim buldukları kızla. Tam elli yıl mutlu bir evliliğimiz oldu.
Bir gün;
"Allah bizden çok seviyormuş, aldı eşimi elimden."
Ölenlerin arkasından öyle söylenirdi.
"Allah bizden çok seviyormuş"
Hava sıcaktı. Oruçluydum. İftara da çok vardı. Park serin olurdu. Parka geldim.
Hava sıcaktı. Oruçluydum. İftara da çok vardı. Park serin olurdu. Parka geldim.
"Allah bizden çok seviyormuş, aldı eşimi elimden."
Ölenlerin arkasından öyle söylenirdi.
"Allah bizden çok seviyormuş"
Sırayla kardeşlerimin yanında kalıyor, kendimi onların sırtında yük gibi hissediyordum. Huzursuzdum. Yeğenime;
"Sıkıldım beni parka götür."
Kırmadı getirdi.Gençliğimde gördüğüm bir berber vardı. Yakışıklı, efendi, utangaç. Her gün cumbalı evimizin penceresinde bekler ona el sallardım. Utanırdı. Gülümser, kaçar gibi evine girerdi. Sonra ortadan kayboldu. Askere gitmiş.
Genç güzel bir kızdım. Sıra sıra dünürcüler geliyordu. Ben hiç birine -evet-demiyordum.-Sen evlen çok beğendiysen-diyor, her gelen dünürcüden sonra annemle kavga ediyorduk. Ben berberimi bekliyordum.Bir gün davullarla, zurnalarla gelin geldi berberlerin evine. Benim utangaç berberim başkasıyla evlenmişti.Gelen ilk dünürcüye “evet “dedim. Kim olduğunu düşünmeden. Tam kırk yıl beraber yaşadık eşimle.
İftar topundan önce şehrin Belediye Bandosu yıllardır aynı geleneği uygular. İftara yakın kaleye çıkar türküleri seslendirirler. Nağmeler önce, şehri baştan başa ayıran, yeşil ırmağa dökülür, oradan da bütün şehre yayılır.
"Amca merhaba, niye yalnız oturuyorsun? Gelsene yanımıza !"
"Rahatsız etmeyeyim oğul. Daldım söyle türküleri dinliyorum."
"Olur, mu hiç? Ne rahatsızlığı. Ben de halamla oturuyorum. Gel sen gel! Sıkılma. Sohbet ederiz"
Yanlarına gittim. Çocuğun -halam- dediği kadın hiç yabancı gelmemişti. Hafızamı zorladım.
Hatırladım.
"Sen cumbalı evdeki kız değil misin?"
"Evett. Sende utangaç berber!..."
İkimizin de heyecanları ayyuktaydı. Heyecandan titriyorduk.
"Eşim öldü benim. Sen ne yapıyorsun ?"
"Benimde eşim öldü. Yalnız yaşıyorum."
O benden önce davrandı.
"Benimle evlensene…"
Her şey bir anda olmuştu. Konuşmaya, anlaşabilirsek evlenmeye karar verdik.Günlerce beraber gezdik. Konuştuk. Ancak huzursuzdum. Sakin, mazbut bir yaşantım vardı. O öyle değildi. Olur, olmaz yerde ilerlemiş yaşına rağmen;
"Sevgilim, aşkım " diyor, bana göre dengesiz davranışlarda bulunuyordu.Kararımı vermiştim. Bu beraberliğin başlamadan bitmesi gerekiyordu. Ne derlerdi onu tanıştırdıklarım? Ayıplamazlar mıydı? Aşklar gözlerde başlasa da, mutlu olmak için aynı yöne bakmak gerekmez miydi?Yeşilırmağın köprülerinin altından çok sular akmıştı.
Genç iken yüreklerin ateşi daha harlı yanıyor, alevleri göğü tutuyor iken, yaşlanınca ateş sönmese de külleniyordu. Neydi ikinci bahar? Sevgi miydi? Mantık mıydı?Belirli bir yaştan sonra kalpler eskisi gibi hızlı atmıyor, sakinleşiyor muydu?
Ömür böyle bir şeydi işte. Her yaşın kendine göre güzellikleri olduğu gibi, kendine göre de davranışları yaptırımları vardı. İnsan toplumun bir ferdi ise, toplum kurallarına da uymak zorundaydı. Her düşünülen gerçekleşmiyor, son sözü kader söylüyordu.
Ayrıldık...
Gördüğünüzle kalsın siyah, beyaz fotoğraflar.Son haliyle değil...