3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1156
Okunma


1980’li yıllardı. Güneydoğu’da sınırda bir şehire mühendis ünvanıyla atanmıştım. Buraya geleli daha bir yıl olmamıştı ama ben bu şehre bir türlü alışamamıştım. Öncelikle çok sıcak bir yerdi. Sıcak iştah bırakmamıştı. Gün geçtikçe eriyordum. Samimi arkadaşım yoktu. Müdürle aram soğuktu, kendisinden pek hoşlanmamıştım.
Sıcak bir yaz günü dairede oturuyordum. Odada klima, vantilötör olmadığından ince bir defterle suratımı yellendiriyordum. Odacı yanıma yaklaştı, Müdür’ün beni istediğini söyledi. Kalktım, Müdür yazan kapıyı tıklatıp içeri girdim. Müdür’ün elinde bir zarf vardı.”- Gözünaydın Adnan! On günlük bir seminere, … iline gideceksin. Dört yıldızlı bir otelde kalacaksın. Artık bir yemek ısmarlarsın bana, tamam mı?” Odama gelip sarı zarfı açtım. Unicef bütçesiyle düzenlenen bir eğitim seminerine katılacaktım. Seminerin adı ilginçti: ”Türkçe’yi Düzgün Kullanma ve Diksiyon Eğitimi Semineri”