12
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1191
Okunma

Duygusuz bir şehir çöplüğünde esmer tenli, güzel siyah gözlü çocukların, düşlerini yarım bırakarak ekmek topladığına tanık olmanın en şiddetli acılarıyla kıvranırken üzerimde uykuları huzursuz olmuş birkaç Albatros esneye esneye uçup gittiler. Sanırım mavi bir yolculuk içinde Kuzeye doğru düşlerini alıp gidiyorlardı.
Gecenin geç saatlerinde demoralize olmuştum; çocukların başını annelerin göğsüne bırakıp uyumalı veya mışıl mışıl masalımsı, renkli rüyalarda geziniyor olmalı iken hayatı, gencecik sırtlarına vurup, hayata “ben de varım” savaşını veriyorlardı.
Zaman, günde durduğu gibi durmuyor! Zaman, Alkol gibi kime ne yapıp yapmayacağını gizemli tutuyordu; zaman kimine güleç kimine sefalet yüzünü gösterirken nerdeyse zamanın biz insanlara adaletsizlik yaptığını düşünüyor ve neden bizlere eşit davranmadıklarından dem vururken leyli bir genç kadın, yorgun bir halde otele girişini izledim.
İçimden “eğer kadın dışarıya çıkarsa mutlaka onunla konuşmam gerektiği” söyledim. Bir şimşek, ardında gök gürültüsünün sersemletici gümbürtüsüyle irkildim. Kolumdaki saate baktım sabahın altısıydı sanırım. Sahildeki çöp kovaların boş olması beni tekrar” çöp toplayıcı” çocukları düşündürmeye sevk etti. Aman Allahım! Ne korkunç bir yaşamdı onlarınki, zevksiz, rengi uçuk bir yaşam insana ne vaat edebilir ki?
Bir anne- baba bilerek mi böyle bir cinayeti işlemişlerdi? Çocukların, çocukluğunu yaşayamamaları… Zaman ve mekân ile varsıl ve yoksul kavramların genelleştiğini hangi varsayımlara göre açıklayabiliriz ki?
Darmadağın yüreğimle sahilde buz kesilmiş, ıslak bir banka attım kendimi. Kısa bir süre sonra Güneş tüm görkemiyle güne zılgıt ata ata yüzünü gösterdi. Dalgalar, gece boyunca tükenmek bilmeyen serenatlarını tüketmeden birkaç sürü kuşların orkestrasına bırakıp dinginliğine çekildi. Köpükler ise kokusunu etrafa yayarak dalgaların gücünü kesip son bir hamleyle dalgakıranın dibinde uyuklamaya başlamıştı.
Günün sahile yansımasıyla önce birkaç çocuk simit tepsisiyle, bardakla çekirdek satan, önünde küçük bir el arabasında soğuk su satan çocuklar bir bir önümden geçtiler. Hepsinin gözleri bayram neşesiyle doluydu çünkü eve akşam birkaç lira götürme neşeleriydi gözlerinden okuduklarımın… Sanırım yanlış bir gözlemdi bir de onların küçücük yüreklerindeki yarımsızlığına bir kavram bulamamanın ezikliğini hazmedemiyordum oysa yarımsızlık, oyuncaksız, oyunsuz bir dünya çocuklara göre yaşamamanın öteki adıydı!
Onlara dokunamadım bile! Bir simit ve bir seyyar Çaycıdan bir çay alarak sabah kahvaltımı acılara banarak yaptım. Seyyar bir kasetçinin bozuk hoparlöründen çıkan bir şarkıya kulak kabartım!
“Çocuklar inanın! inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz
Güzel günler göreceğiz güneşli günler”
Şarkı ve hayatın, kötü-güzel tezatlığın bana algılatıldığı düşüncelerine kapılmıştım.
Bununla birlikte Oturduğum yerden çay simitli kahvaltımı yaparken aniden bir yağmur bastırdı. Haziran güneşi usulca kaybolmuş yağmurlarını üzerime boca ederken yazlık giyinmiş çocuklar sağa sola koşmaya başlamışlardı. Sadece rıhtımda gözleri ufuklara dalmış bir kadın adeta donmuş hiç kıpırdanmadan öylece duruyordu. Uzun saçlarından yağmur suları beline damlıyordu. Gözleri ve yüzü denize dönük olduğundan gözyaşlarını saklıyor gibiydi.
İşte bu kadın tüm yoksul, çaresiz çocukların bir “ANNE” metaforu olarak algılamıştım. Ülkemizde annelerin ve çocukların her güne yazılmış kaderleri; cumartesi anneleri, Soma anneleri, taksim anneleri ve nice karalığını-cellâtlığını güne damga gibi vurmuş iç karartıcı olaylardan adını alan her bir gün, gün olmaktan çıkmış kanlı harflerle yazılır olmuştur.
“Çocuklar inanın! inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler
Motorları maviliklere süreceğiz
Güzel günler göreceğiz güneşli günler!!!”
Bazı şarkılar bir ütopyadan ibaret mi acaba?
Deman Ronahi/ HAZİRAN-2015
Değerli seçki kuruluna ve değerli şair/yazar dostlarıma yazımı güne taşıdıkları için çok teşekkür ederim
Selam ve saygılarımla