17
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1493
Okunma


Efendim; öncelikle bu kadar uzun bir süre değerli dostlardan uzak kalmamın sebebini kısaca açıklayayım ondan sonra ana konuya geçeriz inşallah.
Bilindiği üzere 25 Mart tarihinden itibaren Kokuteli’de yaşıyorum ve burada internete ‘’vın’’ dediğim ( Asıl adı nedir bilmiyorum ) bir aletle giriyordum. Bu vın denen zamazingoyu alırken de benim kangallar ‘’ Baba sana 10 gigabayt İnternet yeter de artar bile’’ demişlerdi. Efendim gigabayt nedir nasıl bir şeydir, yenir mi, içilir mi bildiğim yok tabii ki lakin benim kangallar ‘’ yeter ‘’ diyorlarsa yeter olması gerekirdi. Ama yetmedi. Çünkü kangallar her şeyi hesaba katmışlardı ama Elif Nur ( Torunum ) faktörünü hesaba katmamışlardı.
Korkuteli’ye gelir gelmez ilk on gigabaytı 20 günde, ikinci on gigabaytı ise on beş günde haletik. Sağ olsunlar benim operatör vicdanlı da 10 gigabayt hakkımızı kullandığımız anda kazık bir fatura şoku yaşamayalım diye interneti kesiyor. Ta ki bir dahaki hakkının başlayacağı tarihe kadar.
En son 13 Mayısta bizim interneti kesti operatörümüz. ( Ha bu arada operatörün de sadece ameliyat yapabilen doktor olmadığını bu vesileyle öğrenmiş oldum.) Bir dahaki hakkım 30 Mayısta başlıyordu. Bu böyle olmayacaktı. Derhal sınırsız internete geçmeliydim. Bu arada oturduğumuz eve telefon bağlatma durumu söz konusu oldu. Bir müddet onun bağlanmasını, bir müddet sınırsız internet bağlantısı için beklemek zorunda kaldım. Neticede 27 Mayıs tarihinde sınırsız internete geçtim ama bu sefer de Yunus Faktörü devreye girdi.
28 Mayıs Sabahın sen erkenden kalk, üzerinde laptopun bulunduğu masayı devir. Artık nasıl becermişse masayı laptopun üzerine devir. Laptopun üzerinde gözlük vardı, dolayısıyla bizimki masanın üzerinde tepinince laptopun kapağı ( arada gözlük de olduğu için ) artık kullanılamaz hale geldi. Burada öyle onu hemen tamir edecek servis yok. Antalya’ya göndermek zorunda kaldık. Bir süre de laptopun kapağının değişmesi için bekledik, derken şimdi yine buralardayız.Çok şükür sağlık, sıhhat yönünden bir sıkıntı yok.
İnternet olmadığı o günlerde ne yaptım peki? Ne yapacağım, elbette Torun Elif Nur ile birlikte oturup bol bol çizgi film izledim. Şimdi sorun isterseniz tanımadığım tek bir çizgi film karakteri kalmadı. Gerçi ara sıra tartışıyoruz ama o kadarcık da olur elbette. Mesela ben ‘’ Kızım bıkmadın mı o salak kedi ile farenin birbirini kovalamasından?’’ diyorum o da bana ‘’Asıl sen bıkmadın mı o salak adamlayı hey gün dinlemekten?’’ diyor. ‘’ Kızım sus. Onlar koskoca Cumhurbaşkanı, Başbakan, Ülkemizin muhalefet partilerinin liderleri’’ filan diyorsam da çocuk işte ‘’Bana ne, bana ne onlay Tom ve Jeyiden daha salak’’ diyor da başka bir şey demiyor. Çaresiz Tom ve Jeri de dahil olmak üzere çizgi filmler seyrediyoruz. Ne yalan söyleyeyim eğlence açısından ele aldığınızda Tom ve Jeri daha zevkli. En azından gerim gerim gerilmiyor insan.
Tabii ki bir de park var. Sabahın ilk ışıklarıyla başlıyor ‘’Dede haydi payka gidelim’’ isteği. Bu isteği engellemenin, yani henüz kargalar teşrik-i mesaiye başalamdan önce parka gitme önüne geçmenin tek bir çaresi var: ‘’ Elif haydi bulaşık yıkayalım’’ demek. Çünkü Elif Nur tam bir bulaşık yıkama manyağı. Annesinde ne çocuklukta ne de gençliğinde böyle bir huy olmadığı halde torun artık kimden kaptıysa bulaşık yıkama deyince bayılıyor.
Tabii ki bulaşık yıkama deyip de geçmeyeceksiniz. Öncelikle önlük takılıyor, kollar yukarı kıvrılıyor,bulaşıkları yıkayacağımız leğenin içine sıcak su doldurulup deterjan döküldükten sonra işin en zevkli kısmı başlıyor: Pamukçuk oluşturma. Yani suyun köpürtülmesi. Daha sonra sırasıyla önce bardaklar, varsa cam kaseler, kaşık ve çatallar, tabaklar, en son olarak da tencere-tava vs. Bunlar yıkandıktan sonra kurulama faslı başlıyor ( Yani durulama ) Bu işi o kadar çok seviyor ki daha dün gittiğimiz yerde elli beş yaşlarında bir vatandaş sordu ‘’ Büyüyünce ne olacaksın?’’ diye. Cevap ‘’ Bulaşık yıkayıcısı olacağım.’’ Adam ‘’ Kızım doktor ol, öğretmen ol’’ deyince de ‘’ Öğyetmen olabiliyim ama bulaşık da yıkayım’’ demez mi?
Evet..Park demiştim. Hani temiz havada bol oksijen almak, Ağaçların gölgesinde hafiften hafiften şekerleme yapıp hatta çaydanlık kaynatmak benim de hoşuma gidiyor. İki saat kadar sürse de bun protez dişlerle çekirdek çitlemek de güzel Korkuteli Cengiz Elbeye Parkında. ( Bu vesile ile Türk yağlı güreşinin –Altın kemerli- en büyük baş pehlivanlarından, Korkutelili Cengiz Elbeye’yi rahmetle analım. Rabbim makamını cennet eylesin ) İlle velakin bazen bu parkta oldukça zor durumlarda kaldığım da oluyor. Mesela geçenlerde parka hamile bir kadın geldi. Elif Nur kadına ‘’ Senin kaynın niçin şişman?’’diye sordu. Kadın da ‘’ Çünkü bebeğim olacak da ondan ‘’ diye cevap verdi. Bizimki kadına beni göstererek ‘’ Dedemin de bebeği olacak’’ demesin mi. Bütün park kahkahadan inledi adeta. Ben ise kırmızıdan mora kadar tüm renklere büründüm tabii ki.
Efendim şimdi diyeceksiniz ki ‘’ Sami Hocam iyi hoş da yazdığın yazının başlığı ile bu anlattıklarının ne alakası var? Elbette bir alakası yok da…Ah dostlar ahhh. İşte oraya nasıl geleceğim, boynu büküklerin makus talihini nasıl anlatacağım ben de bilemiyorum…
Bir kaç gün önce kızım erkenden uyudu. Elif Nur da bizimle biraz televizyon seyrettikten sonra ‘’ Ben yatmaya gidiyoyum’’ diyerek yanımızdan ayrıldı. Televizyonda öyle seyredilecek önemli bir şey yoktu. Yunus da uyumuş olduğundan ortalık tamamen sessizdi. Yapacak başka bir şeyler bulmalıydık ki o saatte başka ne yapılabilir ki.
Yahu beni söyletip durmayın. Anladınız siz onu.
Hani şu Muhteşem Yüzyıl dizisi sayesinde artık herkesin öğrenmiş olduğu halvet durumu…
İşte bu halvet olayı başlamıştı ki birden elbise dolabından bir tıkırtı geldi. Bizim evde fare olmadığını biliyorum. Eşim, değil fare evde hamam böceği bile olsa o evi değiştirir. Dolayısıyla dolaptan gelen tıkırtının fare olması mümkün değil. Öyle kedi-köpek beslemek gibi huylarımız da olmadığına göre ve dahi bir fıkrada olduğu gibi dolapta tren bekleyen birinin de olması mümkün değil çünkü bu ilçeden tren geçmiyor. O halde dolaptan gelen tıkırtı neyin nesi? Bunu anlamanın tek yolu var o da dolabı açmak ve bakmak lakin bakmayın siz benim bu sitede yazdıklarıma öyle korkusuz cengaver filan değilimdir aslında.
Arka taraftan çıkan tıs - fıss seslerine rağmen mecbur o dolabın kapısın açmam lazım. Ani bir hareketle yataktan fırladım ve lambanın düğmesine dokundum. Benim lambanın düğmesine dokunmamla birlikte de dolabın kapısı açıldı ve Elif Nur’un kafası uzandı dışarıya. Öfkeyle bağırdım:
-Kız senin ne işin var o dolabın içinde? Ne yapıyorsun?
Normalde tırsması lazım ama ne gezer. Daha önce de dediğim gibi biz manyak bir aileyiz. yediden yetmişe…
Ne cevap verse iyi?
-Asıl siz ne yapıyoysunuz?
-Ellinin körünü yapıyoruz. Cadı.
-Dedee..Ellinin köyü ne demek?
Anne annesinden ufak bir şaplak yedi tabii ki. Peşinden de geldi zırıltı.
Sonra?
Sonrası
‘’Gönlüme gir doğ güneşim
Kalbimi yak aşk ateşim
Kimsesizim yoktur eşim.’’
Diye başlayan şarkı
‘’Yandı hayat söndü emel’’
Diye sona erdi.
Resimler:
1- Elif Nur bulaşık yıkıyor.
2- Hikaye ile ilgisi olmasa da Cengiz Elbeye’yi hatırlamak ve rahmetle yad etmek için onun resmini de bu hikayeye dahil ettim.
3- Hevesi kursağında kaldığı için boynu bükük kalan ben.