11
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
705
Okunma


Göz…
İnsan vücudunun en hassas, öncelikli, olmazsa olmaz organlarından biriyken; yokluğunda varlığını birincil değere, ehemmiyete sahip kılabilir de. Biriciğimiz gözlerimiz, göz bebeğimiz olmazsa halimiz nice olur acaba? Onsuz yapamayacağına yeryüzünde kaç insan iman etmez ki.
Oysa gerçek çok defa bunun tam tersidir. Her şeyden önce insan beyni bir muamma olmaktadır. Bir mini kâinata pencere açar. İlginçtir oradan pencere açılan kâinatın kendisi de önemli ölçüde bir bilinmezlikler alemidir.
Öyleyse gözlerimizin görmemesi fiziksel bir nihayet teşkil edecekken; karanlık, yepyeni bir aydınlığa kapıları ardına kadar açabilir de. Yaşam bir ibret levhası olmaktadır. Her türlü ümitsizliğe ve imkânsızlığa meydan okuyanlarla dopdoludur. Ne var ki görmeyiz, duymayız, bilmeyiz çok kere.
Halk edebiyatımızın ünlü isimlerinden rahmetli Aşık Veysel “Ben eğer kör olmasaydım bizim köye ancak çoban olurdum, kör oldum da Veysel oldum” demektedir. Çobanlık hiç kuşkusuz saygın bir meslektir. Öyle ki, o mesleği icra edenleri de; salt koyun, keçi otlatan insanlar olarak düşünmekte bizleri yanıltacaktır. Kentin kozmopolit ortamından uzak; dağda, ormanda, kuş cıvıltısıyla, dere şırıltısıyla beslenen aydınlık bir zihin ve gönül hâkim olacaktır o insanların da dünyasında.
Ne ki, ünlü aşığımızın söyleminde başka bir tını olmalı. Görseydi, muhtemelen o da köy yerinde çifte çubuğa koşulur ve sazını eline alamayabilirdi. Görmediği için kendi haline bırakılır bir bakıma ve yetenekleri açığa çıkarken alanında yolunu çizmektedir usulca.
Yine merhum yazarlarımızdan Cemil Meriç’de; o karanlığın aydınlattığı, gerçek hüviyetini kazandırdığı nadide insanlardandır. Yaşamının bir döneminde yüksek tansiyondan gözlerini kaybedecektir. Bir müddet bocalar hatta buhran dönemi geçirir. Fakat sonrasında toparlar ve coşkun bir nehir misali çağlar! Çağlar. Makaleler, kitaplar birbirini izler. Evet, çevresinde kendisini destekleyen başta ailesi olmak üzere asistanlığını yapan birkaç gönül dostu da bulunmaktadır.
Üstat da bu durumun farkındadır hiç şüphesiz. “İzzet olmasa ne Hint yazılabilirdi, ne Jurnal. Her ibda sayılamayacak kadar çok amillerin eseri, bunların bazısı tayin edici, bu tayin edici amillerin başında İzzet var” demesi akla gelecektir. Aslında Cemil Hoca kolay kolay kadirşinaslıkta göstermemektedir. Ne var ki, İzzet Tanju’ya karşı muazzam bir vefa borcu duyacaktır.
Buna karşın aynı hadiseleri tersinden de okumak mümkündür. Cemil Meriç’in yetenekleri, meziyetleri olmaksızın o desteklemeler bir nevi koltuk değneklerinden öteye bir misyon üstlenir miydi acep?
Son demde katıldığım bir etkinlikte de böylesi bir manzara karşıma çıkmaktadır. Gözleri görmeyen Kerim ve Selim Altınok kardeşler son programda bizlere müzik ziyafeti çekmektedir. Üniversite yıllarına kadar gözlüklerin yardımıyla bulanıkta olsa gören ikiz kardeşlerin kariyerinde yok yoktur. Hukuku bitirirler, avukatlık yaparlar da, konservatuar mezunudurlar aynı zamanda. Selim mandolin çalarken, Kerim gitarla eşlik etmektedir ona. Şimdi artık hakkın rahmetine kavuşmuş olan anne ve babalarının her aşamada büyük desteğini görürler de; tek yumurta ikizi kardeşlerin dayanışması da muhteşemdir. Sahnede birbirlerini övmeleri, yerine göre nüktedan kişilikleri dairesinde yaptıkları latife ve şakalaşmalarda bitirim kılmaktadır ikiliyi.
Düşünsenize hiçbir engeli olmayan kardeşler arasında ne ihtilaflar, çatışmalar yaşanmaktadır. Demem o ki, Kur’an-ı Kerim’in ibretlik kıssası Kabil Habil zıddiyeti engelli kardeşlerin semtine bile uğramamaktadır anlaşılan.
Yine, satrançla ilgilenen ve bu alanda da kendilerini geliştiren ikiliden Selim daha bir ustadır. Hatta bir zamanların meşhur dünya şampiyonlarından Anatoly Karpov ile özel bir karşılaşmada berabere kalmasının öyküsünü de anlatır. Türkiye’ye gelen Karpov satranç ustalarımızla gösteri maçı yapacaktır. Açıkçası yirmi oyuncumuzla aynı anda oynamaktadır. O esnada sıra ile masaları dolaşmaktadır. Bir pozisyonda Selim başarılı bir hamle yapar ve Karpov her masada beş on saniye kalırken ilk kez bu masada dakikalarca düşünür. Anlaşılır ki pabuç pahalıdır. Tabi hamlesini yapacaktır. O diğer masaları dolaşırken görme engelli milli sporcumuz yeni oyunlar kurmakta ve hesaplar yapmaktadır. Nihayet Karpov –Nietse- der.
Tabi ünlü şampiyonun neye niyet ettiğini Rusça bilmeyen Selim önce anlayamaz. Fakat hemen arkasında oyunu izleyen Bulgar göçmeni bir genç kulağına eğilerek kardeş Rus sana beraberlik önerdi demez mi? Diğer masaları dolaşan Karpov geri döndüğünde terimi yineleyerek elini uzatır ve tokalaşırlar. Tebessüm içerisinde dinlerken, Karpov’un oyunun kilitlendiği zaman diliminde ne düşündüğünü de zihnimden şöyle bir geçirmiyor değilim. Papazı bulduk şerefsizim yaa! Mı demişti acep? Kim bilir!
Demek, azmin elinden hiçbir şey kurtulmuyor azizim. Hani derim ki, Selim ve Kerim Altınok muazzam meziyetleriyle ikiz bir abide timsali evrenin bir köşesinden biz dünyalılara seslenmektedir.
Sözün özü, mahrum olmadığımız için taşıdığı önemin neredeyse farkında bile olmadığımız organlarımızın neyi ifade ettiğini çok kere yokluklarında anlayabiliyoruz. Ne var ki, bu organ göz ise; yokluğunda taşıdığı değeri görmek, görebilmek ironik bir duruş sergileyecektir. Şu kadar ki, gerek sosyal çevremizde gerekse yeryüzünde ibret teşkil edecek örnekler o denli çoktur da.
Bu noktada madalyonun diğer yüzü bizleri karşılamaktadır. Hayati değeri olan bir organ ya da organlara sahip olmayıp da bu engeli aşan, aşabilen ve normal insanlardan çok daha büyük başarı gösterebilen insanların varlığı kendimizi sorgulamamız açısından büyük bir olanak teşkil etmektedir.
L.T.