9
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1239
Okunma


Karşıdaki dağların her birini bir cümleye döksem,
Hangisi içini döker bana? Kim kimin acılarını anlatır da gözlerimden damlayan hüznü silerim. Acının da tarifi var mıdır ki onların nezdinde? Kaç aşık dolanırken Van Gölü’nü acısını atmıştır sodalı turkuaza çalan Doğu’nun narin kızının kalbine?
Diyorum ki kendi kendime şu manzarayı izlerken;
“Acısı da insan için, umudu hele!”
Bir ucundan öbür ucuna gelirken bu memleketin ne menengiç kokan kahve fincanları vardı aklımda, ne gölü’n nazlı kefalleri… Ne karlı yollarında yürürken yetişeceğim kocaman kalpler ne de aklımda cevapsız kalacak türlü sorular iyisiyle kötüsüyle.
Bavulun bir tarafı hep açık.
Hayatta değiştirdiğimiz her durakta bize vadedilen küçük oyuncaklar, unutulmaz dersler ve silinmez yüzleri koyalım diye. Ağırlığı arttıkça katlanılması güç ve bir o kadar maharet isteyen bir iş yaşam.
Kısa zaman oyunları oynar gibi her nefes alışımız. Sonunda ya acı bir yenilgi ya mutlu eden bir galibiyet. Canını acıtarak kötü bir tabloda kalmak korkuttu oysa hepimizi. Siyah asil ve ağır dururdu fakat yas ilan ederdi zamanı geldiğinde, karartırdı yürekleri, acı verirdi, acı sererdi başlara örtü niyetine.
Siyah olmak insanın kaderi miydi ya da insan mı seçti karaya bürünmeyi?
Kötülük yüz değiştirdi her bedende. Kimi kılıç darbeleriyle giydi siyah bir pelerin, kimi de iki sözcüğüyle söktü tırnakları etinden, kalbi yerinden, aklı beyninden.
Kalbim;
Belki de bütün kötülükleri ona ettim ben. Hani teslim ederken ruhunu insan hesabını verecek ya her bir zerresinin. En çok onun hesabını vermekten ödüm kopuyor benim. Yanlış adamları, yanlış yerimden sevdim , yanlış kapılar açtım geldiklerinde , fazlaydı, anladım geçti giderken.
Aklım;
Ziyan ettiğim her bir anın hesabını ediyoruz birlikte. Bilmem kaç gün ve kim bilir kaç saat? Her neyse de insana deli mi derlerdi gülerken?
Akdamar Adası’na döktüğüm bir iki gözyaşının acısını da bilmezsin, Van Gölü’ne uzanan sıradağlara anlattığım hikayeleri de. Ne Nemrut öfkesini dindirdi öykülerimden ne Çarpanak Adası, susturdu sesini suyun.
Bir bahar akşamı başka bir şehirde bıraktığım sisli yüzümü aydınlattım Karlı Tendürek dağının eteklerinde. Beni kimse duymadı başka. Bir ara gölün derinliğinde dinlenen canavara da anlattım.
Sonra gecenin bir yarısı göle bakan odamı aydınlattı gülücüğüyle.
O dedikleri gibi kötü kalpli bir canavar değildi. Her akşam gün batarken bir mısra yazıyorum ona, dinliyor beni.
İşte şimdi, ben hala türkü söylemeyi bırakmamışken ve hala görüyorken gözlerim dinliyorum Doğu’nun bir ilçesinde Erdal Erzincan’dan “Nem kaldı” türküsünü.
Beni dinle, Süphan gibi
Marmara gibi, dinle…
Tezenesini özlemle çalan bir aşık gibi değil,
Öfkeyle kıran bir abdal gibi.
Ki sendedir öldürdüğüm cihangir, sol kolunun altında kirlidir, paslıdır,ve bir daha tanımayacaktır kendi yüzünü, öksüzlüğünü.
Ki sendedir ne yazdıysam ne çizdiysem başka şairler gibi ölümsüz değildir.Ölümlüdür benim bana yazdığım her tümcem, son mısram, son hecem.
Şimdi elleri tertemiz bir Vanlı çocuğun gözlerindedir umudum, tuttuğu kalemdir tek aşkım, servetim onların gözlerindeki ışıktır, yurdum onların kalbi, yolum yüzlerindeki çizgidir.
Şimdi göç etmekte yumurtalarını tatlı suya bırakan inci kefalleri ki kızıdır van gölünün onlar, değil balıkları.
Peki göç eder mi?
İnsanın akıl kırıntıları, kalp ağrıları, hayal kırıklıkları…
Göç eder mi?
Dün ve ondan öncekileri.
Siyah şimdi Van Gölü, karasını örttü yine üzerine, kuşandı kılıçlarını, geceye asi olma vaktidir. Haydi vur yakamozlarını sen de.
İnsana siyah yakışır mı?
“Gönlü kırık, gözü yaşlı, sözü biten şaire.”
Sadece O’na…
Nuray KAÇAN-
Mayıs-26-2015
VAN-
DEĞERLİ SEÇKİ KURULU’NA GEÇ KALINMIŞ BİR GÖNÜLDEN TEŞEKKÜR;
BU KADAR GÜZEL YÜREKLE BULUŞTURDUĞU İÇİN...