5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1212
Okunma

Ne zaman sohbet etsek veya dertleşsek, sonunda bana şöyle derdin anneciğim:
“Sen başkasın.”
Elbette diğer evlatlarından fazla sevdiğin için değildi. Çocukken, büyümüş de küçülmüş hâlimden; büyüdüğümdeyse, benimle daha rahat konuşabildiğinden dolayı böyle söylerdin. Yoksa evlat ayırmak senin hakkaniyet anlayışına asla sığmazdı. Babama ve biz kızlarına adamıştın kendini.
Bu kısacık, iki kelimelik sözüne çok sevinir ve çok mutlu olurdum her seferinde. Öyle ya! Bir annenin gözünde “başka” olmanın değerine paha biçilmezdi. “Seni seviyorum.” demenin değişik bir şekliydi. Bundan daha büyük hediye, ne olabilirdi ki?
Hediyelerini yıllar boyu kalbimde biriktirdim. İçinde lebalep sevgi, fedakârlık dolu, cennet kokan hediyelerini…
Bugün “Anneler Günü” canım anneciğim. Kalbimden ilk hediye paketini çıkardım özenle ve içine baktım. İkimizi gördüm anne.
xxx
Beş yaşımdayım. Karlı bir günde Fatih’in yokuşlarından birini iniyoruz. Akşam aniden öksürüğüm tutmuştu ve sen beni doktora götürmek için sabahı zor beklemiştin. İşte, şimdi çok erken bir saatte, doktor yolundayız. Sıkı giydirmene rağmen titriyorum. Elim avucunda. Fark ettin. Hemen üstündeki mantonu çıkarıp bana sardın ve beni kucağına aldın.
O zamanlar fakiriz. Değil taksiye, belki ilaca verecek paramız bile yok. Yine de hiç tereddütsüz doktora götürüyorsun işte. Kim bilir; babam aybaşında yeni maaşını alana kadar ne fedakârlıklar yapacaksın kendinden ve her zaman yaptığın gibi, kimseye belli etmeyeceksin sıkıntılarını.
Kar lapa lapa üstümüze yağıyor. Ben artık ısındım ama şimdi de sen titriyorsun. Zayıf bedeninle nasıl koşturuyorsun böyle anne? Bu gücü nasıl buluyorsun kendinde? Beni yere bıraksan; yürüsem… İçine sinmez; biliyorum.
Doktorun kapısındayız nihayet. Biraz sonra, içerideyiz. Doktor, “Çocuğun nesi var?” diyor; anlatıyorsun titrek sesinle. “Gece durmadan öksürdü, ateş gibi yanıyor Doktor Bey.”
Biraz sonra reçetem yazılıyor. İlaçlarımı temin etmek için, beni orada bırakıyor ve kapıdan fırlıyorsun. Manton bende kaldı anne. Giysene! Yok, öylece çıktın.
Biraz sonra elinde ilaç torbasıyla geri geldin; dışarı çıkıp evimizin yolunu tuttuk. Yine o dik yokuş… Bu sefer sırtındayım. Ayakların kaydı birkaç kez. Soluk soluğasın. Az kaldı anne; yokuş bitiyor neredeyse.
Çok ıslanmışsın anneciğim. “Hep benim yüzümden.” diyorum o küçücük aklımla ve sen itiraz ediyorsun. Üstünü değişmeden, beni kaptığın gibi sıcacık yatağıma yatırdın, üstümü sıkıca örtüp şurubumu içirdin. Haydi, git kurulan anne!
Aradan birkaç gün geçiyor; iyileşiyorum. Yine de gözün üzerimde.
xxx
Bu yıla öksüz girdim anneciğim. Yeni yıla beş gün kala, her mülkün tek sahibi Yüce Yaradan’ımıza uğurladık seni. Kolum, kanadım kırıldı. Hâlâ kendime gelemedim. Yokluğuna alışmak istemiyorum. Seni unutmak demek olurdu bu. Oysa ben seni asla unutmayacağım.
Şu anda da gözün üzerimde; biliyorum. O yüzden, şahitsin içimi döktüğüme. Satırları anne sulu gözlülüğü ile takip ediyorsun.
Anneciğim, senin hediye paketinden bu anımız çıktı öksüz kalışımın ilk “Anneler Günü”nde. Kendimi tutamadım, ağlıyorum.
Sabah ezanı okunuyor. Abdest alacağım, namazımı kılacağım. Sonra da ben sana hediyemi göndereceğim. Seccademin hemen yanındaki sehpaya yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’i koydum; bak! Görüyor musun?
Kabrin nurla dolsun; yârin Allah, mekânın cennet, cennetteki komşun Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olsun.
Mübarek ellerinden hürmetle öpüyorum canım anneciğim!
Anneler günün kutlu olsun!
Mücella Pakdemir
10.05.2015