15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1484
Okunma

3. BÖLÜM: GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞTÜ
17 Mart Salı günü Kangalların her ikisi de işlerinin başında olmalıydı çünkü ancak o kadar izin alabilmişlerdi. Madem ki Antalya’ya yerleşemiyorduk o halde bir an önce geri dönüp işlerine devam etmeleri gerekiyordu. Tabii ki benim de onlarla birlikte dönmem ve İstanbul’da bazı işleri halletmem lazımdı. O bakımdan kız isteme olayından sonra Korkuteli’ye döndük, ertesi gün için yol hazırlıklarına başladık.
Sabah mükellef bir kahvaltı yaptıktan sonra Yunus’u öpüp onunla vedalaştık ve Diğer hane halkı olarak arabaya bindik. Kızım Tuba’nın bir rahatsızlığı vardı. Onu hastaneye bırakacaktık. Annesi ve Elif Nur da bizimle geldi.
Onları Hastane önünde arabadan indirdik. Vedalaştık ve ‘’ Ben sizi çok özleyeceğim’’ diye arkamızdan ağlayan Elif Nurun o masum gözyaşları hep gözlerimizin önünde olarak içimizde oluşan buruklukla yola koyulduk.
Bu sefer Afyon’a kadar mola vermeyi düşünmüyorduk. Dolayısıyla da yolda sadece bir kez mazot almak için , iki kez de tuvalet ihtiyacı sebebiyle durduk.
Nihayet Sandıklı’ya ulaşmıştık. Yol kenarında ben yaşlarda bir adamın arabalara işaret ettiğini gördüm. Gariban birine benziyordu. Oğluma ‘’ Oğlum dur da şu adamı alalım. Sevaptır ‘’ dedim. Adamın hemen önünde durduk. Arabamız tek kapılı olduğu için ben indim ve adamı arkaya attık.
Adamın selamı ve dahi nereli olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi sorması ile muhabbet başladı.
-Selamümaleyküm…Nereden gelip nereye gidersiniz?
-Aleyküm selam gardaş. Korkuteli’den gelir. İstanbul’a gideriz. Sen nereye gidiyorsun?
-Ben Adapazarına giderim.
-Sandıklılı mısın?
-Hayır Burdur- Bucaktanım.
Adam Burdurluyum deyince içimden ‘’Eyvah eyvah’’ dedim. Çünkü yıllar yıllar önce, yani henüz daha ne kangallar, hatta ne de hatun hayatımda olmadığı yıllarda bir Burdurlu ile oldukça ilginç bir yol arkadaşlığım olmuştu. ( edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=88992 ) Yıllar sonra bir başka Burdurluyu bizzat kendim davet etmiştim arabaya. Şimdi bu da o yıllar önceki yol arkadaşım gibi çıkarsa hapı yutmuştum ki hemi de kutusuyla beraber.
-Siz nerelisiniz ? ( O bana soruyor)
-Ben Karslıyım.
-Aneeee..Ben Askerliğimi Sarıgamış’ta yaptım. Garsı çok iyi bilirim.
Bilmem farkında mısınız? Bizim ülkemizde bir vatandaşımız askerliğini hangi ilçede yapmış olursa olsun o ilçenin bağlı olduğu ili avucunun içi gibi bilir. Hatta askerliğinin üzerinden kırk sene geçmiştir, o askerliğini yaptığı yere de bir daha hayatında hiç gitmemiştir ama olsun yine de avucunun içi gibi bilir. Cevap verdim.
-Ben Karslıyım ama Karsı hiç bilmem.
-Araba 48 Plaka. Hayırdır?
-Çocukların annesi Muğla- Fethiyeli. Arabayı da oradan aldık da ondan.
-Heeee..Desene sen Garslın emme oğulların Yörük.
-Eh öyle sayılır biraz.
-Ben de Yörüğüm.
Sonra benim kangallara hitaben :
-Gençler bu lafımı unutman. ‘’ Demirden maşa, Yörükten paşa olur ‘’
Sonrasında vatandaş aldı sazı ele. Eski bir gece bekçisiymiş. Özellikle 12 Eylül döneminde ve sonrasında Burdur’un Bucak ilçesinde sağdan olsun soldan olsun anarşistlere göz açtırmamışmış. Onun düdüğünün sesini duyan anarsişt korkusundan altını ıslatırmış. Koskoca Bucak İlçesinin huzur ve emniyeti ondan sorulurmuş. 2002 de emekli olmuş. Şimdi keçeden Yörük çadırı satıyormuş otellere, motellere ve bazı festivallere. Hatta Söğüt’te her sene yapılan Yörük şenliklerinin çadırlarını da bizim Yörük Ali Halil satarmış ( Adı Ali Halilmiş bizim yolcunun )
Adam bir taraftan kendisi hakkında bilgi veriyor bir taraftan sözlerinin arasına vecizeler sıkıştırıyor, bir taraftan da hayat dersi veriyor. Mesela büyük kangala:
-Delikanlı mesela gırmızı yanınca durcen, sarı yanınca hazır olcen, yeşil yanınca da öyle sonuna kadar basmeycen gaza.
-Ak akçe gara gün içindir. Ayağını yorganına göre uzetcen.
-Demirden maşa, Yörükten paşa olur bunu unutmeycen.
Merakla sordum:
-Aga Yörükten paşa olur diyorsun da ben hiç hatırlamadım Yörük olan paşa?
Ali Halil şöyle bir baktı yüzüme.
-Sen ne iş yapan?
-Öğretmenim.
-Ne Öğretmeni?
-Tarih
-Hem tarih öğretmenisin, hem de Yörük olan paşa bilmeyon ha?
-Yav biliyorumdur da şimdi aklıma gelmedi.
-Len Hoca ! Atatürk var ya. Goca Atatürk, Gocacık Yörüklerinden değimli?
Valla adam doğru diyordu. En azından böyle bir iddia vardı Atatürkle ilgili olarak.
Ali Halil oldukça hoşsohbet biriydi lakin bana konuşma fırsatı vermiyordu ayrıca her üç dakikada bir ‘’Demirden maşa, Yörükten paşa olur’’ lafını tekrar ediyordu..
Fırsat bulduğum bir anda sordum.
-Aga sen bilirsin şu ‘’ Yörüğün pekmeze baktığı gibi ‘’ deyimini. Açıklasana bize.
Ben uyanığım ama Ali Halil de az uyanık değil. Yörüğün pekmeze baktığı gibi olayının aslı şöyle:
Çook eski devirlerde sıvı maddeler deriden yapılmış kırba denilen torbalar içinde satılırmış. Adamın biri.Pekmez satan bir Yörük kadının dükkanına girmiş. ‘’Aç bakayım şu kırbalardan birini de pekmezin dadına bakalım’’demiş. Kadın kırbayı açınca da kadının tadına bakmaya kalkmış. Kadın ikilemde kalmış. Adama dirense pekmez dökülecek, direnmese, bir başka kötü durumla karşı karşıya. Sonunda ‘’Pekmez dökülmesin bari’’ diye vermiş kararı. İşte o olaya izafeten bir kişi bir başkasına dikkatli dikkatli baktığında ‘’Na bakıyon len Yörüğün pekmeze baktığı gibi ‘’ denirmiş. Lakin Ali Halil dedim ya uyanık adam. Bize bir başka hikaye anlattı. Onun hikayesine göre Yörüğün biri pekmez almak için pazara inmiş ama aradığı renkte ve kıvamda pekmez bulamamış. Çarşıda dolaşırken bir ayakkabıcı görmüş. Ayakkabıcı derileri atmış suyun içine yumuşaması için. Suyun rengi olmuş aynen pekmez rengi gibi. Yörük sormuş ‘’Pekmez var mı sende’’Ayakkabıcı pekmez rengi almış suyu gösterip ‘’Şu tenekede az bir şey kaldı ‘’ demiş. Yörük ‘’Tadına bakem bi’’ demiş. Bir kaşık o sudan alıp içmiş. Sonra ayakkabıcıya dönüp. ‘’Dadı fena değil emme çok su gatmışsın ‘’ demiş.
Velhasılı kelam Ali Halil anlattı biz dinledik. Biz dinledik Ali Halil anlattı derken Afyon’a nasıl geldik bilmiyorum.
Hani üç dakikada bir ‘’ Demirden maşa, Yörükten paşa olur’’ diye tekrar etmese belki çekilebilirdi ama Adapazarı’na kadar çekilecek bir işkence değildi. Ali Halili sallamak lazımdı. Allahtan Ankara yolu üzerindeki İşcehisar’a uğramamız gerekiyordu. Orada sitemizin Avar mahlaslı( Şimdi Kafkasi ) şair-yazarı Osman Onuktav’ı görecektik. ‘’Yolumuz burada ayrılıyor’’Diyerek Yörük Ali Halil’i Afyonda salladık. ve İşcehisara doğru yol almaya başladık.
İşcehisarda Osman’ı bulduk. Böylece ailemizden bir dostla daha ilk kez yüz yüze, can cana olduk. Hani derler ya ‘’Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül bir dost ister, kahve bahane’’ İşte o hesap gönül bir dost istiyordu ama çaylar da gönülden olunca, muhabbet oldukça güzel oldu. Ben ve oğullarım bu kısa ziyaretten oldukça memnun kaldık.
Sonra?
Sonrasındaki tek ilginç olay defalarca gittiğimiz geldiğimiz yolu karıştırıp Kütahya’dan sonra Eskişehir-Bilecik İstikametine gideceğimize Tavşanlı- Balıkesir İstikametine gitmemiz oldu. Yanlış gittiğimizi ise Tavşanlı’ya varınca anladık. Allahtan sadece 25 Km geri dönünce Seyitömer üzerinden Bozüyük’e ( yani asıl yolumuza ) ulaşan bir yol varmış.O yoldan gitmek suretiyle Bozüyük’e oradan da İstanbul’a vasıl olduk.
Çok uzattım değil mi?
İyi madem. Kısa kesiyorum.
24 Mart 2015 tarihine kadar İstanbul’da halletmem gereken bazı işleri hallettim ve aynı gece saat 20.00 gibi İstanbul’dan tekrar Korkuteli’ye doğru yola çıktım.
25 Mart 2015 Tarihinde Korkuteli’ye vasıl oldum. ( Bu sefer tekim tabii ki ) Aynı günün akşamında ev sahibimiz öğretmen Yusuf Bey ve otuz iki senelik arkadaşım emekli öğretmen, Korkuteli Dersanesi kurucusu ve müdürü Mehmet Beyin şahitliği ile tekrar evli bir insan oluverdim.
Daha da kısa keselim:
Gökten üç adet Korkuteli elması düştü. Yav üçü de sizin olsun. Bu memlekette elmadan bol bir şey yok zaten. ( Korkuteli, elması ile meşhur bir ilçemizdir)
Not: 1- Artık öyle gece saat 2 lere 3 lere kadar oturma yok. Ayrıca bilgisayarı her açtığımda torun ‘’ Dedeeee, Barbi oyunlarını aç’’ diye ensemde boza pişiriyor. O bakımdan bundan böyle yeni yazı ve yeni şiir olayı hayli zor. Bakalım bu sorunu nasıl hallederiz.
2- Hep gelin-damat resmi görmek istiyordunuz. Buyurun)))))))))
Herkese selam ve sevgiler.