4
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
823
Okunma

“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak”. Bir Kızılderili atasözüdür karşımızda ki. Doğa tutkunu bir dünyanın ruhunu üflediği sözlerden. İnsan-Doğa-Medeniyet dengesini yakalamış bir kültüre mensup insanların yitip giden dengeler üzerinden yaptıkları gözlem neticesinde duydukları acıyla yoğurdukları söylemleri.
Yrd. Doçent Dr. M. Çağlar ÖZDEMİR tarafından kaleme alınan “Yeşil Ekonomi ve İstihdam” başlıklı makaleyi okuduğumda üstte yer verdiğim söz aklıma geldi birden.
Söz konusu başlık altında öncelikle “Yeşil Ekonomi” kavramı “Mevcut ekonomik düzenin yol açtığı Ekolojik tahribatlara karşı, dünyanın sürdürülebilir bir yaşam alanı olarak kalmaya devam etmesi için alternatif yaklaşımlar ileri süren, çevreye duyarlı, kuvvetli felsefi altyapısı bulunan ve gelişmekte olan bir iktisat koludur” şeklinde tanımlanır.
Kavramın ve tanımın nirengi noktası “sürdürülebilirlik” prensibi olmaktadır. Bu da “Gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme imkânlarını yok etmeden şu anki ihtiyaçların karşılanabildiği kalkınma” olarak tarif edilir.
Siz ne dersiniz bilmem ama tanım benim zihnimde ortaokul Türkçe derslerimizde de okuduğumuz “Son Kuşlar” adlı öykümüzü canlandırdı. Ünlü hikâyecimiz Sait Faik ABASIYANIK tarafından kaleme alınan öyküde konu İstanbul çevresinin güzelim Burgaz adasında geçer. Öykünün kilit figürlerinden biri adada yaşayan Konstantin adlı bir Rum olmaktadır. Açıkçası profesyonel bir kuş avcısıdır. Bahar akşamları İstanbul’dan adaya dönerken vapurda karşılaştıkları da olur. Güverte de denizi seyrederken birden gökyüzünde kuş sürüsünün görünmesiyle birlikte çehresi değişen, gözlerini kısarak bir müddet kuşları izleyen Konstantin tebessüm ederek tanınmış öykücümüze döner ve dişlerinin arasından tıslar gibi bir sesle bizim pilavlıklar geldi der. Yıllar sonra yazar geriye dönüp baktığında kuş sürülerini her görüşte Konstantin’i hatırlar ve son cümlelerde de nice Konstantin’leri düşündükçe en çokta gelecek kuşaklar için üzüldüğünü, doğayla baş başa büyüdüklerini, kuş cıvıltılarını bolca dinlediklerini belirtirken, gelecek nesillerin çocukları adına kaygı duymaktan kendini alamaz.
Çağlar Özdemir hocamız yazısının devamında Yeşil Ekonomi kavramının barındırdığı ögelere de değinecektir. Bunları yaşam ve yaşam kalitesi, Ekolojik denge, eşitlik, sosyal ve çevresel adalet, çevre ve iktisadi etkinlik, düşük karbon, kaynak etkinliği ve sosyal içerme başlıkları altında ele alabiliriz.
Yine makalenin bir bölümünde Yeşil Ekonominin felsefi ve teorik arka planı vurgulanmaktadır. Burada sözü edilen ögeler ise aydınlanma, eleştirel kuram, feminizm ve post modernizm olmaktadır.
Bu noktada bazı örnekler verebiliriz. Doğa dostu gelişme modeli açısından Cumhuriyetimizin ilk yıllarında yaşanan bir olay ilginç bir Anekdot olmalıdır. Atatürk 1929 da Yalova’da bir köşk yapılması yönünde talimat verir. Gazi Hazretlerinin Yalova millet çiftliği’nde inşa edilen köşkü 22 günde tamamlanır. Ne ki, Atatürk köşkü gezmeye gittiğinde orada çalışanlar; Yanda yer alan çınar ağacının dalının köşkün çatısına vurduğunu, çatı ve duvara zarar verdiğini söyleyerek, çınarın köşke doğru uzanan dalını kesmek için izin isterler. Atatürk ise, çınar ağacının dalının kesilmesi yerine, binanın tramvay rayları üzerinde biraz ileriye alınmasını emredecektir. Bu konuda yapılan çalışmalar neticesinde bina, temeline inilerek döşenen raylar üzerinden yürütülmek suretiyle beş metre kaydırılır. Meşakkatli bir çalışma yapılmak suretiyle ağaç sevgisi üzerine verilen mesaj dikkate değer.
Muhakkak ki geleneksel kültür değerlerimiz bağlamında da konuya yaklaşabiliriz. Hz. Muhammet bir Hadis-i Şerifinde “Kim bir fidan diker veya ekin ekerse, onlardan kuşlar ve diğer hayvan veya insanlar faydalandıkça Allah onu sevaptan yararlandırır, yaptığına karşılık olarak ona sadaka sevabı olur.” buyurmaktadır.
Yine bu nokta da tamahkâr ve eğitimsiz insan yapısının sebebiyet verdiği tahribatları düşünebiliriz. Ülkemizde yıllar boyu yaşanan çarpık ve plansız şehirleşme bünyesinde kentlerde ovalık alanları hızla binalaştırmamız büyük bir yıkım teşkil etmektedir.
Yazı da, “Ekolojizm” kavramı da doğayı tüketmeden insan ihtiyaçlarının karşılanması anlamı dâhilinde verilmektedir. Bu çerçevede doğa dostu yeni üretim tarzları, kitlesel üretim tekniklerinin çevresel kirliliğe yol açmayacak şekilde dönüştürülmesi odaklı farkındalık oluşturulmaktadır.
Makalede belirtilen bir hususta “İLO” tarafından istihdamın hangi şekillerde etkilendiği noktasında cereyan etmektedir. Sözgelimi bazı mevcut işlerin geçerliliğini yitirmesi sonucu yeni istihdam alanlarının oluşumu hususu ifade edilmektedir.
Yeşil Ekonominin yöneldiği enerji kaynakları ise rüzgâr, güneş, PV ve termal, bioatıklar, hidrojen gücü ve geotermal olarak belirtilmektedir. Temiz enerji üretimi kapsamında da en fazla yoğunluğa sahip işler sırasıyla bina yenileme, Ekolojik araba endüstrisi, rüzgâr ve güneş enerjisi teknolojileri, akıllı ölçüm endüstrisi, temiz enerji sağlamaya yönelik AR-GE işleri şeklinde dile getirilir.
Sonuç olarak baktığımızda gerçekten de uyarıcı ve bilinçlendirici bir yazı. Bu konuda sanayileşmiş ülkelerin yaşadığı olumsuzluklar, çıkarttığı dersler ve neticesinde sağladığı zihniyet değişiminden yararlanmak gerekir. Açıktır ki; Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Başka bir ifadeyle sanayileşmenin doğurduğu olumsuzluklar hususunda sanayileşmekte olan ülkelerin benzeri olumsuzlukları yaşamaya değil, öngörmeye, belirlemeye ve gereken düzenlemeleri yapmaya ihtiyacı vardır.
Ayrıca meselenin salt mühendislik değil, ahlâki ve manevi seviyede de ele alınması gerektiği hususu uzun boylu düşünmeyi gerektirmeyecek kadar açık ve net bir unsur olmalıdır. Büyük Anadolu İslam düşünürü Yunus Emre’nin deyişiyle “Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi, mal da yalan, mülkte yalan, var biraz da sen oyalan” şeklindeki sözleri ne kadar manidardır. Şu kadar ki; Doğaya hegemonyacı bir perspektifte bakmadan insan-doğa-teknoloji üçgenini sağlıklı bir zemine oturtmak gerektiği açıktır.
-2012-
L.T.