22
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
2002
Okunma


1. BÖLÜM: BALIK KRAKER.
Bir kaç gündür yazmakta olduğum ciddi konulardan çıkıp yine ciddi ve önemli ama aynı zamanda mizahi konulara dönelim mi?
‘’ Dönelim hocam. İçimiz dışımız ciddiyet doldu ‘’ dediğinizi duyar gibiyim. Eh o zaman günah benden gitti
Efendim…Bilindiği gibi 12 Mart tarihinde iki kangalım ( Yani iki oğlum ) ile birlikte İstanbul’dan ayrıldık. 16 Martta da geri döndük. Pek çok arkadaş ‘’ Hocam yediğin içtiğin senin olsun gezip gördüğünü anlat’’ dediler ya bir türlü fırsat olmadı. Bu gün işte bu gezip gördüklerimi anlatacağım. Yahu korkmayın sizlere oturup da Antalya’nın tarihi ve turistik yerlerini anlatacak değilim. Yalnız hemen belirteyim öyle Antalya’nın mor üzümünden ya da sevilen bir boyu uzundan da bahsetmeyeceğim. Mor üzüm de uzun boy da tamamen konu dışı. Konuya dahil olan tek şey Antalya.
11 Mart 2015 gecesinden başlayacak olursak bizim üç kişilik hanede bir buldog ( O ben oluyorum ) ve bir kangalın ( Büyük oğlum Cihangir) gözünü uyku tutmamıştı. Nasıl tutsun ki. Her ikimiz de bu yolculuğa aynı amaçla çıkıyorduk.
Aslında benim durum oğlumunkinden az farklıydı çünkü ben resmen bizim evlatların anasına göz koymuştum. Yani eski eşimle şimdi yeniden her şeyi sil baştan yaparak yepyeni bir hayata başlamak için çıkıyordum bu yolculuğa. Büyük oğlum ise Antalya ilimizden ayarladığı yeni sevgilisiyle yeni bir hayat kurmak için… Velhasılı kelam ikimize de rahat batmıştı. Küçük kangalın böyle bir derdi yoktu. O zavallım rüzgar önünde sürüklenen kuru bir yaprak misali bizim rüzgarımıza kapılmış, biz nereye sürüklüyorsak o da oraya gidiyordu.
Diyeceksiniz ki ‘’Madem uyku tutmadı atlayın arabaya gidin, neyi bekliyorsunuz ki?’’ Doğru ama büyük kangal gece karanlığında araba kullanmayı sevmiyor. O yüzden sabahın olmasını bekliyoruz.
Neyse…12 Mart Sabahı sabah ezanını müteakip arabamıza bindik. Oğluma ‘’Oğlum besmele çekmeyi unutma ‘’ dedim. Kendim de başladım Üç kulhuvallah, bir Elham ve yedi ayetel kürsi okumaya… Artık yoldayız…
-Kulhuvallahu ehad, Allahüssamed…Oğlum o geçtiğin Mersedes miydi?
-Evet baba Mersedesi solladım.
-Lem yelid…Velem yuled…Evladım şimdi de BMW yi solladın gibi geldi.
-Evet baba. BMW yi de solladım.
-Ve lem yekun lehu. Yavrum az yavaş.
-Yav baba alt tarafı 140 la gidiyorum. Daha ne kadar yavaş olabilirim ki?
-Küfüven Ehad…Evladım bak şimdi de…Aman Allah’ım…Ulan resmen Ferrariyi solladın kel bir Ford Fiesta ile.
-Ferrari değil o baba. Auidi. Aaaah aaahh..O araba bende olacaktı ki…
Yav o değil de pencereyi açıp solladığı adama bir de ‘’ Burası otoban, bas biraz bas. Allahın öküzü ‘’ demez mi. Tam bir trafik canavarı ile yolculuk ediyoruz vesselam. Üstelik de gece boyunca hiç uyumamış bir trafik canavarı.
Hayatımda ilk kez hafız olmadığıma bu yolculuk sırasında üzüldüm. Çünkü hafız olsaydım yol boyunca bir kaç hatim indirirdim herhalde. Hoş o hatmi tamamlayabilir miydim onu da bilmem ya…Ben daha ayetel kürsileri tamamlamadan arkada oturan ve adeta heykele dönüşmüş olan küçük kangal ‘’ Baba bak Yunusla Tubanın doğum yerine geldik ‘’ deyince son iki çocuğumun doğduğu Kocaeli vilayetine vasıl olduğumuzu anladım. Dönüp baktığımda arka koltukta oturan zombinin görüntüsü beni bir hayli korkutsa da sesinden tanıdım. Bu iki no lu kangalım Tuğruldu. Korkudan saçları kirpi derisi gibi olmuş, zaten sarışın olan ten rengi ise mor ile gri arası bir hal almıştı.Zavallı çocuğa ‘’ Evet oğlum İzmit’teyiz’’ diyeceğim yere ‘’Huvel Bâki’’ demişim… Allahtan anlamadı.
Büyük kangal bir an önce aşkitosuna ulaşmak için 140-150-160 Allah ne verdiyse basıyor. Böylece ben ve küçük kangal o hep merak ettiğimiz Sirrus, Stratus, Kümülus, Nimbus bulutlarını oldukça yakından görme fırsatı buluyoruz. Hani ‘’Oğlum az yavaş’’ diyeceğim ama böyle bir ifade Allah korusun bir direğe ya da duvara, hatta tankere toslamaktan daha tehlikeli çünkü direksiyondaki kangal o anda bir ejderhaya dönüşmüş vaziyette…İnsanlıktan çıktı resmen. Hele de yolda bir bayan şoför görmesin. Çileden, yumaktan, hatta doğrudan doğruya yüncü dükkanından çıkıyor. Kadınları resmen anarşiye teşvik ediyor ‘’ Bassana kızım ! Gaz pedalına yumurta mı koydun ?’’ diyerek.
Kütahya’ya 60 Kilometre kalana kadar bu minval üzerine gittik. Yollar neredeyse bomboş. Tüm cesaretimi toplayarak ‘’ Oğlum arabayı biraz da kardeşin kullansın ki o da şoförlüğünü ilerletsin ‘’ dedim.
Derken direksiyona küçük kangal geçti. Büyük yanına oturdu, ben de arkaya atıldım doğal olarak.
Küçük kangalın direksiyona oturması ile birlikte bizim arabanın aldığı hal:
Yediyordu elif kağnısını
Kara geceden geceden.
Sanki elif elif uzuyordu inceliyordu.
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar.
İnliyordu dağın ardı yasla
Her bir heceden heceden.
Kısacası biraz önce uçan bizim araba şimdi resmen Elifin kağnısı olmuştu. Bildiğin kel mobiletler, traktörler bile bizi solamaya başlamıştı. Tabii ki tek sorunumuz bu değildi. Küçük kangal her vites değiştirdiğinde araba en az iki metre sola kayıyordu. Yani daha tehlikeli bir durumla karşı karşıyaydık ama uzun sürmedi bu durum. Bu şekilde Antalya ili Korkuteli ilçesine ancak üç günde gidebilirdik ki sağ olarak gitme ihtimalimiz daha da azalmıştı. Dolayısıyla Kütahya’ya 20 Km kala büyük kangal tekrar oturdu direksiyon başına ve oturmasıyla Sandıklıya vasıl olmamız da bir oldu.
Ne de olsa sekiz sene görev yaptığım yer. Burada mola verip eski dostların bir çayını içebilirdik. Bir şeyler yemek de hiç fena olmazdı bu arada.
Sandıklıya yaklaşırken bir arkadaşı aradım telefonla ve eski görev yerim İmam-Hatip Lisesinde buluşalım dedim.
Nihayet seneler sonra Sandıklı İmam-Hatip Lisesinin bahçesinden içeri girdik. Arkadaş oradaydı. Yanımıza bir delikanlı yaklaştı. ‘’ Hoş geldiniz hocam’’ diyerek. Tanıyamadım tabii ki. Kendisini tanıttı. Orta okulu bu imam-hatip lisesinde okuyan öğrencilerimden birisiymiş. Şimdi aynı okulda Türkçe Öğretmenliği yapıyormuş. Göğüslerim kabardı tabii ki.
Derken efendim yolculuk malum, bizim radyatörler su kaynatmış. Acil tuvalete girmemiz gerekiyor. Tuvalet okulun yatakhane bölümünde. O bölümde aynı zamanda mutfak ve yemekhane de var. Yemekhaneden mis gibi yemek kokuları geliyor. Önce yemekhaneye uğradık…Sistem değişmiş. Artık yemekleri okulun kadrolu aşçısı değil, bir yemek şirketi yapıyor. O günkü menüde ise alabalık var.
Öğrencim: ‘’Hocam yemeği burada yiyebiliriz’’ deyince ben içimden ‘’ Arkadaş, inşallah hocam yemeği bizde yeriz ‘’ demez diye geçirdikten sonra arkadaşın yüzüne baktım o da ‘’ Tabii ki burada yeriz, buraya kadar gelmişken okulun yemeğini yemeden gitmek olmaz’’ deyince ben öyle çok da hevesli görünmemek adına içimden ‘’ Hiç kaçırır mıyım ala balağı’’ desem de dışımdan sadece ‘’Olabilir’’ dedim.
Sonra efendim vücudumuzda birikmiş olan üre ve amonyağı Sandıklı İHL tuvaletlerinde bırakıp elimizi yüzümüzü yıkadık ve artık ‘’E madem buyurun sofraya ‘’ denmesini bekliyoruz.
Öğrencim:’’Hocam, bahçede bir çay içelim’’ deyince anladım ki yemeği hemen yiyemeyeceğiz. Çıktık bahçeye…Büyük kangal müsaade isteyerek bazı arkadaşlarına uğramak üzere yanımızdan ayrıldı. Biz çayları yudumladıktan sonra artık okuldaki diğer tanıdıklarla buluşabilirdik lakin öğrendim ki eskilerden hiç kimse kalmamış o okulda. Kalanların da o gün dersi filan yok.
Öğrencim ‘’ Okul müdürüyle tanıştırayım sizi ‘’ dedi.
Bu arada hemen belirteyim. Eski İmam Hatip Lisesi binası şimdi sadece kız imam-hatip lisesi olmuş, ayrıca okulun zaten daralmış olan bahçesi içinde bir de karma İmam-hatip ortaokulu yapmışlar. Erkek İmam-Hatip Lisesi ise bir başka yere taşınmış.
Neyse…Kız İmam Hatip Lisesinin şimdiki müdürü ile tanıştık. Bir çay faslı da orada oldu tabii ki. Hoş beş, sağdan, soldan konuşurken genç müdür ‘’ Hocam yemeği burada yeriz artık’’ dedi. Ben de yine ‘’Olabilir’’ diye cevap verdim.
Aşağı yukarı on dakika kadar oturduk. Sonra ben ‘’ Eh kalkalım artık biz’’ dedim ve bu arada küçük kangalın kulağına ‘’ Abini ara gelsin, yemek yiyeceğiz’’ dedim. Ben kalkınca müdür bey de kalktı bizimle. Odasının kapısının önünde ‘’ Sizinle tanışmaktan çok mutlu oldum’’ dedi. Ben de aynı şekilde onunla tanışmış olmaktan duyduğum mutluluğu dile getirdikten sonra ‘’Siz aşağı inmiyor musunuz?’’ diye sordum. Müdür beyin öyle bir niyeti yoktu. ‘’ Benim çok işlerim var. Size hayırlı yolculuklar’’ dedi.
Aşağı indik…Gözüm öğrencimde’’ Buyurun yemeğe geçelim’’ demesini bekliyorum. Lakin aşağı iner inmez o da ellerime sarılıp öperekten ‘’Hocam hayırlı yolculuklar. Bir daha ayağınız düşerse mutlaka yine bekleriz’’ deyince, senelerce görev yaptığım Sandıklı’da ‘’Olabilir’’ sözünün ‘’Teşekkür ederim biz tokuz, yemek yemeyeceğiz’’ anlamına geldiğini de öğrenmiş oldum. Öyle ya onlar her ‘’Yemeği burada yiyelim’’ dedikçe ben sadece ‘’Olabilir’’ demiştim. Açık açık ‘’ Geberiyorum lan açlıktan elbette burada yiyeceğiz, Sandıklı İmam-Hatip lisesine geldikten sonra sekiz sene emek verdiğim yerde değil de lokantada mı yemek yiyeceğiz?’’ demem gerekiyormuş meğerse.
Tekrar yola revan olduk tabii ki. Küçük kangal ‘’ baba bir şeyler yiyelim’’ deyince büyük kangala ‘’Oğlum bir markete yanaş da birkaç paket balık kraker al. Balık yiyemedik bari balık kraker yiyelim’’ deyince benimkiler bastı kahkayı. Tam o arada da benim hem eski hem de müstakbel olan hatun aradı ‘’ Yolda belde fazla yemek filan yemeyin, açlığınızı yatıştıracak kadar atıştırın o kadar. Size çok güzel yaprak sarma yaptım ‘’ diye…Eh emir yüksek yerden. Biz yolun kalanında bir kaç paket balık kraker ile idare edecektik artık.
Uzatmayalım, sonunda Korkuteli’ye vardık. Varmasına vardık ama hatunun evini bilmiyoruz. Daha önce Yunus’u teslim ettiğimiz evden taşınmış. Büyük Kangal Arabayı sağa çekip annesinden yol tarifi sordu lakin annesinin tarifinden bir şey anlamadı doğal olarak. Doğal olarak diyorum çünkü bu dünyada benim hatunun yaptığı yol tarifini sadece ben anlarım. Başka hiç kimsenin anlaması mümkün değildir. Benim yaptığım yol tarifini ise ben bile anlamam.
Büyük kangal küplere bindi. ‘’Yahu nereden gideceğiz, bu nasıl tarif’’ filan diyerek hırlamaya başlayınca aldım elinden telefonu ve ‘’ Bana anlat sen ‘’ dedim.
Başladı anlatmaya….’’Bulunduğunuz yerden yukarı beş yüz metre kadar gittikten sonra karşınıza bir göbek gelecek. Oradan sağa dönün. İki yüz metre gittikten sonra beyaz yüksek bir bina göreceksiniz. Onun solundan geçip direk aşağı inin yol üstünde beni görürsünüz.’’ Cevap verdim ‘’ Anladım’’ diye
Oğluma döndüm ‘’ Oğlum buradan aşağı doğru yürüyoruz. İki yüz metre kadar sonra durup arabadan iniyoruz ve göbek atıyoruz. Sonra tekrar arabaya binip sola dönüp elli metre gidiyoruz. Sarı, yüksek bir bina görene kadar devam ediyoruz.O binanın sağından geçiyoruz ve yolun tam ortasında duran annene çarpmadan frene basıyorsun. Tamam mı?’’
Şimdi denilebilir ki ‘’Kadıncağız sana ne demişse sen tam tersini yapmışsın ‘’ Görüntü öyle ama dedim ya, onun dilinden ancak ben anlarım diye. O sağ diyorsa soldur, sol diyorsa sağ… Beyaz diyorsa sarıdır, sarı diyorsa beyaz… Bunu ancak ben anlarım.
Cihangir dediklerimi harfiyen uyguladı ve bir baktık ki hatunun oturduğu evin önündeyiz. Bizi bekliyor evin önünde.
Ben hemen evden içeri daldım. Elif Nur ( Torunum ) Kapının önündeydi zaten. Tam ona ‘’ Gel bakalım dedesinin gülü ‘’ diyerek sarılmıştım ki birden Yunus’u çığlığını duydum. Yunus benim geldiğimi anlayınca kalkmış ve gülücüklerle birlikte çığlıklar atarak bana doğru gelmekteydi. Kollarımı açtım. Hayatımda ilk kez kollarımı açtığımda gelip bana sarıldı. Göğsünü göğsüme yasladı ve ‘’aaaaaa’’ diyerek göğsünü sağa sola benim göğsüme sürtmeye başladı. Hayatımda ilk kez onun da bir şeyler hissettiğinin, büyük bir özlem içinde olduğunun farkına vardım. Hiç bir şey bilmiyor sandığımız Yunus’un o andaki ruh halini kelimelerle anlatmam mümkün değil. Tabii ki benim ruh halimi de…Zaten hep bunun için değil miydi sekiz senelik bir ayrılıktan, yaşanan onca kötü olaydan sonra her şeyi silip tekrar yeni bir hayata başlama kararı?
Devamı yarın…