5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1083
Okunma

Shakepeare’nin yüz yıllar önceki eserleri; kral lear, hamlet, Romeo ve juliet, riçart, bir yaz gecesi rüyası antonius ve Cleopatra, Julius ceasar,othello macberth, onlarca eseri dünya’nın değişik sahnelerin de bir çok kez sergilenmiştir.
Yüzyıllar boyunca sergilenen oyunlarındaki ,insana özgü hırs,zorbalık,suikast,düzenbazlık iftira,yalan,vs gibi örnekleri bu gün de hala geçerlidir.İnsanlık tarihi kadar eski olan bu kavramların varlığını bilen saldırı savaşının ve öldürmenin ilkel bir içgüdü olduğunu kabul eden toplumlar shakepeare’nin eserlerinden ne kadar etkilenmişlerdir bilinmez ama belli ki ‘’olmak yada olmamak işte bütün mesele bu’’ sözünün içselliğinden hareketle insanın ve yaşamın kutsallığına inananmış, demokrasiyi ve demokrasi kültürünü geliştirip, medeni toplumlar olmayı ve düşünebilen özgür bireyler yetiştirmeyi başarmışlardır.
İnsanlık varoluş sürecinden günümüze kadar, yaşadığı acıları damıtarak elde ettiği tecrübelerin birikimiyle, günümüzün çağdaşlık seviyesine ulaşmıştır.
Bu nedenledir ki,,,,
Demokrasi/ insanlığın ulaşabildiği en gelişmiş çağın, gereklerine en uygun özgürlükçü düşünceyi esas alan çağdaş yaşam biçimini prensip edinmiş, uygar dünyanın siyasi yapısını içeren evrensel özgünlüğe sahip bir sistemdir.
,,,,,,,,,,,,,,
‘’1914-1918 yılları arasında yaşanan 1. Dünya savaşı sonrasında Osmanlı imparatorluğunun çökmesiyle birlikte emperyalist devletlerinin Osmanlıdan kalan, son toprak parçasını istila etmesi üzerine, gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki ordularla birlikte Anadolu İnsanı da top yekûn kurtuluş savaşına girmiştir.
İşkâl ordularına karşı verilen onurlu mücadele sonrasında elde edilen zafer neticesinde, bu gün üzerinde yaşadığımız topraklarda Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuştur.’’
Bu tanımlama üç aşağı beş yukarı Cumhuriyet’i anlatan, bütün tarih kitaplarının giriş bölümünde geçer ve hiç kuşkusuz doğru bir tanımlamadır.
Osmanlı imparatorluğunda padişahın hükmüyle hareket eden devlet yönetiminden, Türkiye büyük millet meclisine geçişi ile 1923 yılın da Cumhuriyetin ilanıyla birlikte süreç içerisinde yeni bir siyasi yapı oluşturulmuştur. ’’parlamenter, sistem’’ ve böylelikle ülkemiz de yeni bir siyasal süreç başlatılmıştır.
Ancak bu yazının da ana konusunu oluşturan ve yürütülmeye çalışılan siyasal süreç,, tam olarak ‘’özgün’’ bir sisteme bağlı olmaksızın sürdürülmeye çalışılmış akabinde Cumhuriyet sonrası yaşanan toplumsal tepkilerin ve olayların oluşmasına da neden olmuştur. Başka bir ifadeyle ‘’sistemsizliğe’’dayalı iktidarların, (yürütmenin) siyasi icraatları toplumsal olayların yaşanmasının, çekirdeğini oluşturmuştur.
Hedefi modern bir devlet yapısını geliştirilmek olan Atatürk Türkiye’si, Atatürk’ün ilkeleri diye bilinen ‘’cumhuriyetcilik,-halkcılık,-milliyetçilik,-devletçilik,-inkılapcılık ve laiklik ilkeleri ile yönetilmek istenmiştir.
Bu ilkeler her ne kadar Atatürk’ün ilkeleri diye zihin dağarcığımıza yerleşmiş olsa da bu ilkelerin hiç biri Atatürk’ün geliştirdiği ve tasarladığı Atatürk’e özgü ilkeler değildir. Atatürk bu ilkeleri prensip edinmiştir.
Bu ilkeler doğrudan birer sistem olmadığı gibi her biri ayrı ideolojilerin alt prensipleri ve uygulamalarıdır. Başka bir deyişle, bu ilkelerin her biri farklı, uygarlıkların, imparatorlukların ve devletlerin kendi ‘’özgün’’ siyasi ideolojilerine dönük geliştirdikleri farklı alt prensiplerdir.
(Atatürk’ün ilkeleri diye bilinen bu ilkelerin hangi uygarlıklara, imparatorluklara, yâda devletlere ait olduğunun bilgisine internet üzerinden ulaşmak mümkündür.)
İşin ilginç yanı ülkeyi yöneten veya yönetmeye talip bazı siyasetçilerinde bu kavramların içeriğini bilmeden, siyasi anlamda sarf ettikleri sözlerdir. Örneğin; Cumhuriyetçi sosyalistler olarak Atatürk’ün ilkelerine bağlıyız sözünde olduğu gibi))!!? ‘’ ilkelerine ve sosyalizim’’ Bu esprili söylem siyasi bilinç adına, ülkemizdeki politikacılarının siyaset biliminden ne kadar uzak olunduğunun da bir göstergesidir.
………
Hangi etnik kökenden gelirse gelsin bu topraklarda yaşayan Anadolu İnsanı’nın kültürel kökleri altı yüz yıl boyunca süre gelen Osmanlı İmparatorluğunun siyasi prensiplerine dayanır. Başka bir ifadeyle dayanıyordu. Ta ki, Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulana kadar.
Siyasal anlamda farklı bir devlet anlayışıyla karşılaşan Anadolu insanı, birde kültürel olarak köklerinden koparılmak istenmiş ve hatta kısmen de koparılmıştır.
Sürrealis uygulamaların olduğu bu sürece, ‘’Atatürk devrimleri ‘’denilmiştir.
Atatürk’ün şapka ve alfabe gibi devrimlerinin yanı sıra devrim niteliğindeki en önemli icraatı ise 1930 da başlayan yasa değişlilikleri ile 5 Arlık 1934 de Anayasaya giren kanun maddesiyle yasalaşan ve kadınlara ilk kez seçme ve seçilme hakkının vermiş olmasıydı. Modernleşme yâda batılılaşma adı altında atılan bu adımları takip eden, süreçte şiddet ve korku içeren farklı uygulamalar da yer almıştır.
Ülkedeki anti demokratik siyasal ve toplumsal uygulamaların birçoğu Atatürk’ün istek ve talimatlarına göre şekil almıştır. Bu durum Atatürk’ün vefatı sonrasında da Atatürkçü düşünce bağlamında sürdürülmüştür.(!)
Toplumun Osmanlından gelen dini hassasiyetini ve din kültürünü kırmak için bir dönem KUR’AN-I KERİMİN okunması ve bulundurulması yasaklanmıştır. Bu uygulamaların devamında ise, yeni alfabeyle geçilmesiyle birlikte ezanın Türkçe okunması zorunlu kılınmış ve Türkçeden başka bir dilin konuşulması da yasaklanmıştır.Toplumun muhafazakâr kesimlerince kabullenilmeyen bu despotik tavrın olumsuz sonuçlarına rağmen Bununla da yetinilmeyip daha da marjinal bir anlayışla hayat’a geçirilen uygulamalarla imparatorluk bünyesinde çeşitli imtiyazlara sahip olan Osmanlı tebaasından gelen faklı etnik kökendeki insanlar kendi etnik yapılarını inkâr ettirilmeye zorlanmış ve zorla Türkleştirilmeye çalışılmıştır.
Bu ve benzeri uygulamalar toplumun belli kesimlerince tepkiyle karşılanmış ve bu tepkilerin bir kısmı ayaklanmaya dönüşmüştür. İdamların toplu infazların yaşandığı, bu isyanların önemli bir kısmı şiddet kullanılarak kanla bastırılmıştır. Bu tehlikeli süreç sonrasında artık ülke’nin siyasal iradesi bütünüyle Devlet’i kuranların elline geçmiştir.
Günümüz siyaset alanında halen tartışma konusu olan Atatürk’ün uygulamaları, kimi çevrelerce Atatürk’ün tutarsız ve acımasız bir diktatör olduğu yönünde fikir oluştursa da unutulmamalıdır ki, o yıllar daha II.dünya savaşının yaşanmadığı demokrasi kültürünün küresel anlamda gelişmişlik düzeyinin henüz günümüz seviyesin de olmadığı yıllardır.
Amerika gibi güçlü bir ülkede bile zencilerin otobüslerde arkada seyahat ettiği, oy kullanamadığı, zenci-beyaz ayrımının yapıldığı ve Avrupa da faşizmin etkili olduğu aynı zamanda Hıristiyanlar arasında mezhep çatışmalarının yaşandığı dönemlerdi.
Günümüzdeki gelişmiş demokrasileriyle haklı olarak övünen batı Avrupa da demokrasinin tam manasıyla uygulanamadığı vb, gibi olumsuzlukların yaşandığı bir dönemin olduğu düşünüldüğünde o yıllarda ülkemizdeki doğru yâda yanlış yapılmış uygulamalar o günün şartları gereği yapılmış siyasi uygulamalar olarak değerlendirile bilinir.
Resmi tarih öğretilerinin dışındaki kaynaklar bunun böyle olmadığını yani o günün şartları gereği değil sistemli ve bilinçli yapılmış olduğunu belğeleriyle idda etmektedir.
Öyle yada böyle sonuçta o yıllarda ülkemizde de derin acıların yaşandığı, önemli olayların olduğu ve mahalesef ki büyük trajedilerin yaşandığı dönemlerdi.
Fakat bu yüzyıl da toplumların ve bireylerin geniş bir skalada değişen ekonomik ihtiyaçları ve demokratik talepleri yatsınamayacak bir gerçektir. Uzay çağının da ilerisindeki bir gelişmişliğin yaşandığı dünyamızda, herkesin her türlü bilgiyi edine bildiği bilişim çağında toplumsal sorunları halen aynı anti demokratik uygulamalarla çözme fikri akıl dışıdır.Günümüzde toplumsal sorunları aynı metotlarla çözme anlayışına sahip insanların olması da, ülkemizdeki demokrasi kültürünün gelişmişliğini göstermesi açısından önemli bir ölçüdür ve hayli düşündürücüdür!!?
Haklarını teslim etmek gerekirse bu günün dünyasındaki medeni ülkeler, II.dünya savaşından sonra hızla demokrasi kültürünü geliştirmiş, anayasal uygulamalarındaki eksiklerini görmüş ve tamamlamışlardır.Hem böylece kendi içlerindeki toplumsal barışı sağlamış hemde tolumsal dinamizmi gerçekleştirmişlerdir. Bunun paralelinde, övündükleri ileri seviyede demokratik ve ekonomik siyasi yapıyı oluşturmuş ve günümüzdeki uygarlık seviyesine ulaşmışlardır.
II.dünya savaşına gerçek anlamda girmemiş olan Türkiye, savaşa girmiş ve taş taş üstünde kalmamış, Almanya’ya göre kısmen daha avantajlı konumda olmasına rağmen maalesef bu gün demokratik ve ekonomik gelişmişlikte Almanya’nın çok gerisinde kalmıştır. İstatistik verilerine göre Almanya Türkiye den 6,5 kat daha ileride olduğu gelişmişlik düzeyine ulaşmıştır. Başka bir mukayese ölçüsüne göre; Almanya bir toplu iğne bile üretmemesi koşuluyla ve ülkemizin de ekonomik bağlamda % 5 lik büyüme hızına sahip olması kaydıyla ancak 2036 yılında Almanya’nın bu gün sahip olduğu ekonomik düzeye ve bunun parelerinde demokratik gelişmişlik seviyesine ulaşa biliyormuşuz!!?. Örneklendirilen Almanya-Türkiye arasındaki bu makas farkı II.dünya savaşına girmiş diğer gelişmiş ülkelerle - Türkiye arsındaki gelişmişlik seviyesini de belirleyen aşağı yukarı bir ölçü olmuştur.
’Günahıyla, sevabıyla- doğrusuyla, yanlışıyla gazi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK bir ülke kurmuştur. ‘’Türkiye Cumhuriyeti Devleti’’ Bizlere emanet ettiği ülkeyi medeni ülkeler arasın taşımamızı istemiş ve ‘’benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır,’’demiş ve son nefesine kadar da modern bir ülke oluşturmak için mücadele etmiştir. Yorgun düştüğü bu hayattan 10 kasım 1938 de ebedi istirahat gahı’na çekilmiştir.
‘’Bu gün itibariyle gelişmiş medeni ülkelerle mukayese edildiğinde demokratik, ekonomik ve sosyal anlamda geri kalmış bir ülke olmamıza karşın, diğer Arap ve Müslüman ülkelere göre oldukça ileri seviyede gelişmişlik düzeyine sahip bir ülke olduğumuz düşünüldüğünde, bunu için MUSTAFA KEMAL ATATÜRKE, ne kadar teşekkür etsek azdır.
Ancaak !!?
(Devam edecek)
Serhat BİNGÖL. 20.O3.2015