11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1218
Okunma

25.02.2015 Tarihinde günün yazısı olarak seçilen ‘’ LOZAN’DAN BU YANA İLK KEZ SAVAŞMADAN KAYBETTİĞİMİZ TOPRAK MESELESİ’ Başlıklı ’’ yazımda bazı hususları eksik bıraktığımı değerli arkadaşlardan gelen yorumlar üzerine fark ettim ve bu yazıyı yazmak zarureti doğdu.
Bir kere her şeyden önce Caber Kalesi= Süleyman Şah’ın Türbesi değildir. Ya da Caber Kalesi= Türk Mezarı da değildir.
İkincisi her ne kadar Caber Kalesi ve Süleyman Şah Türbesi Lozan Antlaşması ile Türklere bırakılmış ise de aslında bu konu 1921 yılında Fransa ile yapılan Ankara Antlaşmasında söz konusu olmuş ve Atatürk’ün ısrarları sonucunda Kale ve türbenin bulunduğu alan Türk toprağı olarak kabul edilip burada Türk Bayrağının dalgalandırılması Fransa tarafından kabul edilmiştir.
20 Ekim 1921 Tarihli Ankara Antlaşmasının 9. Maddesi aynen şöyledir:
“Sülale-i Osmaniye’nin müessisi Sultan Osman’ın büyük pederi Süleyman Şah’ın, Caber Kalesi’nde kain ve Türk Mezarı namıyla maruf merkadi, müştemilatıyle beraber Türkiye’nin malı olarak kalacak ve Türkiye orada muhafızlar ikame ve Türk bayrağı keşide edebilecektir.”
AÇIKLAMASI: Osmanlı sülalesinin kurucusu Sultan Osman’ın büyük pederi Süleyman Şah’ın Caber kalesinde bulunan ve ‘Türk Mezarı’ namıyla bilinen kabri müştemilatıyla beraber Türkiye’nin malı olacak ve Türkiye orada muhafızlar koyacak ve Türk bayrağı çekilebilecektir.
İlginç olan ise 24 Temmuz 1923 te Lozan Antlaşması ile Osmanlı’nın atasına bir kez daha sahip çıkan Türkiye Cumhuriyeti ( Aslında henüz Türkiye Cumhuriyeti de değildir.) 3 Mart 1924 te Halifeliği kaldırılmış ve Osmanlı Hanedanı Türkiye sınırları dışına sürmüştür. Evet 24 Temmuz’ 1923de Osmanlı Devletinin kurucusunun dedesinin (!) kabri bir kez daha Türk toprağı olmuş ama 3 Mart 1924 de Osmanlının tüm sülalesi yurt dışına sürülmüştür.
Dahası sınırlarımız dışındaki bir Osmanlı türbesine gösterilen bu muazzam hassasiyet sınırlarımız içindeki Osmanlı Padişah türbelerine gösterilmemiş ve 30 Kasım 1925 de Mecliste kabul edilip 12 Aralık 1925de Resmi gazetede yayımlanan Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;’’ çerçevesinde Osmanlı Padişahlarının ve devlet adamlarının türbeleri kapatılmıştır. ( Ki bu türbeler arasında Mustafa Kemal Atatürk’ün çok değer verdiği Mustafa Reşit Paşa ile Preveze Deniz Savaşı ile Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbeleri bile vardır)
Daha da ilginci bu türbeler 1925 de kapatılmış, ancak 1950 de tekrar birer birer açılmıştır. Bir başka ilginç olan şey ise 1982 anayasasına göre ‘’ Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;’’ un anayasaya aykırı olduğunu söylemek suçtur. Yani ‘’ Bu nasıl kanun ya, böyle saçmalık mı olur?’’ derseniz anayasayı ihlale kadar gider bunun ucu. Gitmiştir de zaten.
Kendi topraklarımızdaki Osmanlı Padişahlarının hiç birisinin türbesinde bayrak dalgalandırıp, askerlere nöbet tutturulmazken topraklarımız dışında ve aslında kime ait olduğu dahi tam olarak bilinmeyen bir Osmanlı atasının türbesine bu kadar ilgi ve alaka gösterilmesi aslında şaşırtıcı görünmektedir. Ama aslında şaşacak bir şey yoktur. Mesele ne Osmanlının atası, ne de oradaki 8700 metre karelik alan olmayıp mesele Hatay meselesidir aslında. Hatay’ı anavatan sınırları içinde görmek isteyen Mustafa Kemal, Suriye topraklarına bir Türk Bayrağı dikerek psikolojik savaş yapmaktadır aslında ama Nazım Hikmetin ‘’ Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında/ Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında’’ dediği gibi Fransa ve Suriye hükümetinin gayet de farkında oldukları bu hususun farkında olamaz Türkiye’de yaşayanlar.
Yani Atatürk’ün meselesi kesinlikle Osmanlı’nın atası meselesi değildir. Onun meselesi Hatay meselesidir. Ancak Hatay sorunu halledildikten sonra da o türbe orada kalmış, o bayrak orada dalgalandırılmıştır. Bunu da Kanuni’nin Fransa’ya tanıdığı kapitülasyonlara benzetebiliriz. Osmanlı’nın dünyayı titrettiği yıllarda bir lütuf olarak verilen kapitülasyonlar daha sonraki padişahların bunu anlayamaması sebebiyle ‘’Atamız madem öyle uygun görmüş o halde devam’’ demeleri yüzünden taa Lozan’a kadar kaldırılmadı.Aynı mantık…
Caber Kalesi eteklerinde olan Süleyman Şah Türbesi 1939 da bakım ve onarımının güçleşmesi ve güvenlik sorunları nedeniyle kalenin içinde bulunan ihtiram ( hürmet) kıtasının karakolunun hemen yanına nakledilmiştir içindeki tüm müştemilatı ile birlikte. Yani Türbe 1939 da güvenlik nedeniyle ilk naklini yaşamıştır.
İkinci nakli anlattım: Tabka barajı nedeniyle 1973 tarihinde Türbe ikinci kez nakledilmiştir. Şanlıurfa İlimize 90 Km yakın olan Karakozak Köyüne ve Fırat nehri kenarındaki yerine.
Ve Üçüncü nakil…
Ancak üçüncü nakilden önce yaşananlar var:
- 1995: Şam, başka bir barajdan dolayı suyun yükselme riskini gerekçe gösterip türbenin taşınmasını gündeme getirdi.
- 2001: Suriye tarafından taşınma talebi tekrar gündeme getirildi, müzakereye konu oldu. Taşıma talebi krize yol açtı.
- 2003: Ankara’da imzalanan “Süleyman Şah Türbesi Tahkimat Projesinin Uygulanmasına İlişkin Ana Tutanak” çerçevesinde, türbenin yerinde kalması konusunda Suriye ile mutabakata varıldı. Arazi sınırları tahkim edildi, onarım yapıldı.
- 2008: Teşrin Barajı’nın yükselen su seviyesinin türbeyi yeniden tehdit etmesi üzerine, Cumhuriyet tarihinin en geniş kapsamlı tadilatına gidildi. Türbenin çevresine beton duvar örüldü, iki bayrak direği dikildi.
- 2012: Suriye’nin İstanbul Başkonsolosluğu’ndan alınan bir notada, Suriye’nin 1921 Ankara Anlaşması’na ve 1956 Halep Protokolü’ne bağlı olduğu bir kez daha teyit edildi.
2014 yılı Mart ayında Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile IŞİD arasındaki çatışmalar sonucu Halep’e bağlı Karakocak Köyü ve civarı IŞİD kontrolüne geçti. 20 Mart 2014 günü IŞİD, yayımladığı bildiride Süleyman Şah Türbesi’nin üç gün içinde boşaltılıp Türk bayrağı indirilmediği takdirde türbeyi yerle bir edecekleri tehdidinde bulundu. Bunun üzerine Türkiye, Süleyman Şah Türbesi’ndeki güvenlik önlemlerini en üst seviyeye getirdi.
Görüldüğü gibi Süleyman Şah Türbesi konusu bu günün konusu olmadığı gibi İşid’in Türkiye’yi tehdidi de yaklaşık bir sene önceki konu. Bir sene önce İşid tehdidinden korkmayan hükümetin bir sene sonra korkudan dudağının uçukladığını söylemek ne kadar hakkaniyetli olur bilemiyorum.
Gelelim bu günkü duruma. 22 Şubat 2015
Karakozak Köyü ve civarında etnik ve dini grupların bölge hakimiyeti mücadeleleri giderek tırmanınca, Süleyman Şah Türbesi ve oradaki karakolun emniyeti tekrar gündeme geldi.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Türkiye sınırları dışındaki tek Türk toprağı olan Suriye içindeki Süleyman Şah Saygı Karakolu ve Türbesi’ne 22 Şubat 2015 günü sabaha karşı adı Şah Fırat olan bir operasyon gerçekleştirdi.
Operasyonun gerekçesi, türbenin bulunduğu bölgede YPG ve IŞİD arasında ciddi çatışmaların yaşanması ihtimaline bağlı “Güvenlik Sorunu” olarak açıklandı.
Oysa Cumhurbaşkanımız ‘’ Süleyman Şah Türbesine yapılacak en küçük bir taarruz durumunda Türkiye’nin tavrı bellidir’’ demişti. O tavır tası tarağı toplayıp oradan kaçmak mı olmalıydı?
Bu soru TBMM de Mustafa Kemal’e de sorulmuştu Sakarya Savaşı öncesinde Türk ordusu geri çekilirken ‘’
‘’Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu hareketin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? Bu çok acı veren durumun ve yürekler acısı görünümün gerçek sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik"
İşin ilginci de bunu söyleyenlerin büyük bir kısmı daha önce Amerikan mandasını savunan kişilerdir.
Şimdi denilebilir ki? ‘’ Şu anda ortada bir savaş mı var? Savaşta durumu kötüye gitmiş bir ordu mu var?’’
Bizim direkt olarak içinde olduğumuz bir savaş yok ise de o topraklarda bir savaş var. Filler tepinirken ezilecek çimenler var orada.
İyi ama bir karış da olsa korunması gereken bir vatan toprağı ve göklerde dalgalanması gereken bir bayrak var? Doğrudur lakin bu konuda hani MHP lilerin tepkilerine eyvallah da MHP tezkereye evet dediğinde onu hükümet yardakçılığı ile suçlayanlara ne demeli? Hani ‘’Suriye ile Savaşa Hayır’’ dı. Suriye ile savaş dışında başka bir seçenek var mıydı ille de Karakozak Köyündeki Caber Kalesi(!) için. ( Suriye ya da İşid…Neticede savaş…)
Dahası ‘’ Osmanlı da atası da zerre kadar umurumda değil’’ ‘’ Suriye ile savaşa hayır’’ diyenlerin ileri sürdükleri öneri nedir? Ne yapılmalıydı? Ne yapılması gerektiği konusunda tıs yok . Sadece ‘’ Bir vatan toprağını terk ettik ‘’ demekten başka bir halt ettikleri de yok.
İyi ama biz kaçtık oradan resmen. Kahraman Türk ordusuna böyle şerefsizce kaçmak yakıştı mı?
Durun bakalım…Bakın Atatürk ne diyor Sakarya Savaşından hemen önce:
"hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. o satıh, bütün vatandır. vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. onun için küçük, büyük her cüzütamı, bulunduğu mevziden atılabilir. fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.
Bu emri tek tek ele alalım.
A) "hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. o satıh, bütün vatandır. vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz’’
Yani kısaca bir vatan toprağı vatandaşın kanı ile sulanmadıkça terk edilemez. Biz ne yaptık? Vatandaşın tek damla kanı dökülmeden bir vatan toprağını terk ettik…İlk bakışta maalesef durum bu. Ama devamı var.
B) onun için küçük, büyük her cüzütam ( Birlik ) , bulunduğu mevziden atılabilir. fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur.
Yani çarpışan birliklerden bazıları yerlerinden sökülüp atılabilir GERİ ÇEKİLMEYE Mecbur kalabilir…Geri çekilmek mecburiyetinde miydik? Bir savaş yapmıyorduk ama Baş kumandanlarımız ( Cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay Başkanı ) geri çekilmeyi uygun gördüler. Haydi buna korkaklık diyelim şimdilik.
Sonra?
‘’Geri çekilen birlikler durabildikleri ilk noktada durur ve düşmana karşı mukavemete devam eder’’ diyor Atatürk. Bunu yaptık mı?
Birlikler geri çekildi ve durabildikleri ilk nokta olan Suriye Eşmesine çekilip Süleyman Şah Türbesinin bulunduğu alandan daha büyük bir alanı( Bin metre kare daha fazla) ‘’Sınırlarımız dışındaki yeni vatanımız burasıdır’’ diyerek çevirip oraya bayrağımızı dikti mi? Dikti: Türbenin yapımı başladı mı? Başladı.
Ne demişti Atatürk en başta Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Yani ille de bir çizgiyi değil. Bir alanı koruyacağız. O alan da bütün vatandır.
Süleyman Şah Türbesinin alanı kadar bir alana sahip miyiz Türkiye sınırları dışında?
Eğer orada bizim bayrağımız dalgalanıyor, bizim askerimiz tanklarıyla nöbet tutuyorsa evet biz o satha sahibiz sınırlarımız dışında. Ama her hangi bir yerin fotoğrafı çekilip bize de ‘’ İşte burası Eşme…İşte de Türk bayrağı burada dalgalanıyor…Türbe de yakında buraya nakledilecek’’ deniliyorsa o zaman yapılan şey ihanetten de ötedir.
Ancak bazı vatandaşların bir taraftan ‘’Ordumuz itibarsızlaştırılıyor’’ derken öte taraftan ‘’ İşid Türk ordusunun ağzına sı..tı. Süleyman Şah Karakolunu korumak üzere gönderilen ordu İşid karşısında perişan olduktan ve bir sürü asker öldükten sonra YPG sayesinde g.tlerini kurtarıp alelacele oradaki sandukaları ve bayrağı alıp kaçtılar. Tüm olup biten budur’’ Demeleri Türk ordusuna nasıl bir itibar kazandırmaktır onu da okuyucuların takdirine bırakıyorum.
Son olarak…
Daha önceki yazımda Atatürk bile sınırlarımız içinde olmakla birlikte aslen asla bizim olmayıp sadece şeklen bizim olan toprakların terk edilmesinden, asli sahiplerine bırakılmasından bahsederken, sınırlarımız dışındaki bir toprak için kan dökmek, can vermek, savaşmanın mantığını anlayamıyorum’’ demiştim. O sözümden geri adım atmış değilim. Ancak sanırım yanlış değerlendirilmiş olacak ki ‘’O halde hiç bir zaman bizim olmayan Güneydoğu’yu da Kürtlere teslim edebiliriz gibi bir anlam çıkıyor galiba. Acı ama gerçek !’’ diye bir yorum gelmiş.
Demek oluyor ki bir toprağın hem aslen hem de şeklen bizim olması kavramı üzerinde durmak lazım.
Yaklaşık her ülkenin yabancı ülkelerin topraklarında elçilik binaları vardır ve o elçilik binasının bulunduğu alan o ülkenin toprağı kabul edilir. Ancak aynı ülkenin bir başka yerinde bayrağınızı dalgalandıramaz, burası bana aittir diye farz edelim orada bir hükümet konağı, bir belediye binası, hatta izin almadan okul bile açamazsınız. Yani elçilik binasının olduğu alan şeklen sizindir aslen değil.
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu topraklarında ise saydığım bu şeylerin hepsini yapma hakkına sahipsiniz. Bu hakkınız var olduğu müddetçe o topraklar aslen de şeklen de sizin topraklarınızdır. İşte bu topraklardır vatan olan ve işte bu topraklar içindir ‘’Vatan sevgisi imandandır’’ Hadisi. İşte bu topraklar içindir Hz. Ali’nin ‘’ Her şeyi affediniz ama vatanınıza ihanet edeni asla’’ sözü.
Uzun sözün kıssası
Mesele Osmanlı’nın atasının türbesinin nakli meselesi midir? O türbe daha önce de iki kez nakledilmiştir.
Mesele bir vatan toprağının terk edilmesi meselesi midir? O vatan toprağı iki kez yer değiştirmiştir daha önce. Bu da üçüncüsüdür.
Mesele sırırlarımız dışında sahip olduğumuz tek vatan toprağı meselesi midir? Eğer bizleri kandıran, yanıltan yoksa sınırlarımız dışında, aynı ülke sınırlarında yine bir vatan toprağımız var ve bayrağımız orada dalgalanıyor.
Mesele bir vatan toprağını savaşmadan terk etmek midir? O zaman Misak-ı Milliyi bir kez daha okumak, sonra da en azından Musul ve Kerkük’ün şu anda hangi ülkenin sınırları içinde olduğuna bakmak lazım. Öyle ‘’ Asarım ulan, keserim ulan, kanımın son damlasına kadar savaşırım ulan’’la olmuyor bu işler. Zamanın şartları denilen durumlar işin içinde... Mecbur kalırsın terk edersin. Başka çaren yoktur, için kan ağlaya ağlaya terk edersin.
Mesele Türk ordusunun YPG ile işbirliği yapması meselesi midir? İşte o konu sıkıntılı bence. Eğer gerçekten de böyle bir işbirliği varsa kötü olmuştur. çok kötü olmuştur ama –tabii ki kesin bir şey diyemeyeceğime rağmen- YPG nin , Türk ordusunun Kobani’ye bu kadar yaklaşmasından hiç de hoşlanacağını ve buna destek vereceğini sanmıyorum zira Eşme neredeyse Kobani’nin burnunun dibindedir. Kobani gibi onlar için bu kadar kutsal olan bir şehre Türk ordusunun bu kadar çok yanaşmasını hoş karşılayacaklarını zannetmiyorum. Yine de yapılan açıklamalar YPG ile bir işbirliğ olduğu tezini daha da doğruluyor gibi. Bu durumda bence operasyonda eleştirilecek bir husus varsa budur. Ki bu durumda bile askerimizin herhangi bir zayiat vermeden operasyonu gerçekleştirmesi için ‘’ Denize düştük, yılana sarıldık ‘’ demek mümkündür bir yerde.
Peki bu durumda mesele nedir?
Şu mu denmek isteniyor: Madem bir başka ülkenin sınırlarından içeri asker soktuk o halde o asker orada kalsaydı ve ebedi billah o türbeyi korusaydı, gerekirse ölseydi, öldürseydi ama oradan ayrılmasaydı’’ Sadece ‘’ Neden?’’ diye sorarım böyle bir yoruma. Defalarca yeri değiştirilmiş bir türbenin bir kez daha yerinin değiştirilmesinde ne mahsur vardır? Diye de sorarım.
Yok mesele ‘’ Oradan resmen kaçtık. Artık o topraklarda bizim bir karış topağımız yok, bayrağımız filan da dalgalanmıyor’’ meselesi ise ‘’ Yukarıdaki resim yalan mı?’’ diye sorarım ve bana yalan olduğunu ispat edenin elini ayağını öperek özür dilerim.
Mesele bu operasyonun kazanılan bir savaş, muazzam bir zafer gibi sunulması meselesinden duyulan rahatsızlık ise işte o zaman ‘’ Haklısınız. Bu öyle düşman topraklarına girip, o toprakları hallaç pamuğu gibi atarak elde edilmiş bir zafer değildir. Bu şekilde sunulması da yanlıştır ‘’ derim. Evet bu operasyon bir zafer değildir. Bir zafer olmadığı gibi bir hezimet hiç değildir. Askeri tatbikat gibi bir şeydir.
Yalnız…Tüm vatandaşlar gibi bir subayımızın kafasını tankın kapağına çarparak şehit olduğu haberi işin doğrusu benim de midemi bulandırmakta ve karnıma yumrukların saplanmasına sebep olmaktadır.
Ha bir de ‘’ O zaman sonuç olarak askerimizin burnunun kanama ihtimali olan her alandan ivedilikle çekilmeliyiz öylemi vardığınız sonuç bumu? Bu korkak ve basiretsizce bir kaçıştır.bugun sınırların dışındaki toprak yarın guneydoğu ve doğu anadolu.bu algının sonucunu hep birlikte goreceğiz .simdi eminim askerimize bir sey olsaydi filan diyeceksiniz. 2 bomba sallariz diyen hakan fidanlarimiz var. Yani askeri düşünen yok saygılarımla’’ diyen arkadaşım var.
Hangi topraklardan bir askerimizin bile burnunun kanaması durumunda o topraklardan çekilmemiz gerektiğini ben değil Atatürk bizzat açıklamış. O bakımdan o kısma girmeyeceğim. Ama Hakan Fidan konusunda bir cümle sarf edebilirim. Hakan Fidan’ın bomba sallamasına gerek kalmadı ki. Suriye tarafından az mı bomba düştü bu topraklara. Hatta Hatay-Reyhanlıda patlayan bomba neydi? Ama yine de bir savaş çıkmadı. İstenseydi çıkar mıydı? Bir yanda Obama, öte yanda Putin varken zor biraz.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Resimler:
1- Caber kalesi- 1930 lu yıllardaki durumu.
2-Süleyman Şah Türbesi: 1939daki durumu
3- Suriye Eşmesine dikilen ( Süleyman Şah Türbesindeki gönderinden indirilmeden ) Türk Bayrağı ve onu selamlayan Mehmetçik ( İnşallah yalan değildir bu fotoğraf)
4- Suriye Eşmesindeki yeni –Sınırlarımız dışındaki- vatan toprağını bekleyen Türk askeri
5-Süleyman Şah Türbesinin çeşitli tarihlerdeki nakli ile ilgili harita.