15
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2081
Okunma

Vay be. Günler, haftalar, aylar, yıllar ne çabuk geçiyor. Bu siteyle yani ikinci evimiz Edebiyat Defteri ile tanışmamızın üzerinden yaklaşık dört sene geçti. Bu dört sene boyunca ne kadar çok yeni arkadaşım oldu. Evet pek çok yeni arkadaşım oldu olmasına ama bunlardan biri var ki sanki ben onu eskiden, bir yerlerden tanıyor gibiydim. Kendi kendime hep ‘’Yahu ben bu arkadaşı bir yerlerden tanıyorum ama nereden’’ deyip duruyordum.
İşte bu dünyalar tatlısı arkadaşım sitemizin Tacettin abisi Tacettin Yıldırımdan başkası değildi.
Bir yerlerden gözüm ısırıyor ama nereden? Bunu anlamanın tek yolu vardı: Bir anı yazısı yazdım( ‘’İki ayda iki doğum’’ başlıklı) ve o yazıda Tacettin abimi İlköğretim müfettişi yaptım.
Anı yazısındaki olaylar tamamen gerçekti. Sadece adını bilmediğim müfettişin yerine Tacaettin abiyi koydum. Bu anı Yazısına göre Müfettiş olan Tacettin Abim Afyon-Sandıklı’da bir okulu teftişe geliyor. Okuldaki öğretmenlerden psikolojik sorunları olan Hasan Bey’i sınıfında göremiyor. Okul müdürü Reşat Bey’e, Hasan Bey’in nerede olduğunu soruyor. Reşat Bey de Hasan Bey’i korumak için ‘’Eşininin sancısı tuttu, aniden apar topar doğum için hastaneye götürdü ’’ diyor.
İki ay sonra Tacettin abi yine geliyor o köye ve yine Hasan Bey sınıfta değil. Reşat Bey’e, Hasan Bey’in nerede olduğunu sorduğunda Reşat Bey daha önce söylediği yalanı unutup ‘’Eşini doğum yapmak üzere hastaneye götürdü’’ Diyor. Tacettin abi dayanamıyor artık. ‘’Reşat Bey ! Afedersiniz ama Hasan Bey’in eşi tavşan mı? Ne o öyle iki ayda bir doğum?’’ diyor. Reşat Bey tam nasıl bir yalanla işi kıvıracağını düşünürken Hasan Bey dalıyor içeri ve soluk soluğa ‘’ Dışarıdaki araba kimin. Eşim doğum yapıyor. Allah rızası için bizi hastaneye kadar atıversin’’ diyor.
İşte önce o müfettiş olduğunu düşünmüştüm Tacettin abinin.Dolayısıyla da bir olta atmıştım bakalım ‘’Aaaa evet o bendim’’ diyecek mi diye Ama öğrendim ki değil. Abi emekli subay.
Sonra ‘’ Nallı kuzu etinden ‘’ Başlıklı bir yazı yazdım. O yazımda Tacettin abi yoktu. O anı yazısında çocukken İstanbul- Beykoz’da sahilde resmen ‘’Nallı kuzu etinden’’ diye bağırarak nasıl lahmacun sattığımızı. ‘’ Gel abi hakiki dana eti’’ dediğimizde kimsenin rağbet etmediği lahmacunlarımızın ‘’Nallı kuzu etinden ‘’ diye bağırarak sattığımızda nasıl bir anda tükendiğini anlatmıştım. Yazıya yapılan yorumlarda Tacettin abi ‘’ O yıllarda ben de Beykoz’a çok gider gelirdim. Demek sahilde bize eşek etinden lahmacunları yediren o çocuk sendin ha..’’demez mi?
O beni hatırlamıştı ama ben onu hatırlamadım. İşin doğrusu Tacettin abiyi gözüm bir yerlerden ısırıyor derken kesinlikle Beykoz yoktu anılarımda. Yok oradan değildi, bir başka yerden olmalıydı. Çocukluk anılarımdan olmadığından emindim.
Yahu o değilde yine bu sitede yayınladığım on bölümlük bir tiyatro yazısında da Tacettin abim Taco Ağa olarak benim yani Samo Ağanın babası oluyordu ama gelin görün ki bu kadar sevmeme, bu kadar kanım ısınmasına rağmen Taco Ağamı…Pardon yani Tacettin abimi nereden tanıyorum bir türlü hatılamıyordum.
Derken efendim daha iki gün önce bir yazı yayınladım ‘’ İki kez ceza evine girmiş çıkmışlığım vardır ona göre’’ diye. Bu anı yazısında Manavgat’ta görev yaptığım yıllarda başımdan geçen bir olayı anlatmıştım. Baktım Tacettin abi yorum yazmış: ‘’ dediğin günlerde ben de oradaydım ama sen çok ufak tefektin pek ilgimi, çekmemiş olacaksın ki hatırlamıyorum.’’
Vallahi de doğru billahi de doğru. O günlerde çok ufak tefektim. Mide rahatsızlığım olduğu için bir şey yiyemiyor, içemiyordum. O sebeple kırk sekiz kiloya düşmüştüm. Yani Tacettin abim bal gibi de hatırlamıştı beni.
Sonra beynimi zorlamaya başladım. Yahu evet. Bu yüz bana zaten her zaman hiç yabancı gelmemişti. Manvagat’ta bir şekilde mutlaka karşı karşıya gelmiştik Tacettin abiyle. Düşüne düşüne sonunda hatırladım.
Yıl 1980…Günlerden 13 Eylül…Yani İhtilalin hemen ertesi günü. O zamanlar henüz bekarım. Hasan adlı bir Alanya’lı Meslek Dersleri öğretmeni ve Mehmet adlı Bursalı bir Fen Bilgisi Öğretmeni arkadaşla bir tavuk kümesinde birlikte yaşıyoruz. Gece İhtilal olmuş, memleket o geceyi sabaha kadar uykusuz geçirmiş ‘’Bundan sonra ne olacak?’’ diye ama bizim hiç haberimiz yok olan bitenden. Sabaha kadar fosur fosur uyumuşuz.
Sabah ben erkenden kalktım. Güzelce traş oldum. Kahvaltımı yaptım. Okula gideceğim. Çünkü 13 Eylül 1980 tarihinde okulda Tarih ve Coğrafya Dersinden ikmale kalanların sınavı var. Hasan ve Mehmet ben kahvaltı yaparken fosur fosur uyumaya devam ediyorlar. Ayaklarımın ucuna basa basa dolanıyorum evde. Zira Hasan bildiğin Alman Tankı gibi bir şey ve uykusundan bir şekilde uyandırılırsa insanı ezer geçer resmen. Hoş Mehmet’in de ondan kalır tarafı yok ama onu iyi kötü ‘’ Düüürrrrsss’’ diyerek dizginlemem mümkün. O Hasan kadar iriyarı değil. Tehlikeli olan Hasan.
Neyse…Herhangi bir kaza belaya uğramadan kahvaltımı yaptım dışarı çıktım. Elli adım kadar ilerideki okula doğru yürüyordum ki bir baktım karşıdan bir subay ve bir manga er bana doğru geliyorlar.
Subay erlerden birine seslendi.
-Ula Cemal.
-Emret Komitanum.
-Ula dilini eşeh arısı soha e mi? Ula Komitanum olur mı oğlım. Türkçe gonuşsana. Gomutanım deyecahsan unuttun mu kele …Neyse …Ula oğlım git bah baham şu soyha ne poh yemeye sohağa çıhmış. Bah baham n’ööruyo? Gavat ellağam ahşamdan galma.
Asker , Subaya ‘’ Emredersun komitanum’’ Dedikten sonra koşarak karşıma gedi durdu.
-Ula hemsi gafa. Nereye cideysun?
Ortada ciddi bir şeyler vardı. Sokaklar asker kaynıyordu. Hımmm 1960 da olduğu gibi olmuştu demek ki.
Çekine çekine cevap verdim askere:
- Şeyyyy. Sınavım vardı da…Sınava gidiyorum.
Asker hemen geri döndü koşa koşa kumanının yanına gitti ve sert bir topuk selamı verdikten sonra durumu izah etti.
-Komitanum. Sinemaya cideymuş.
Komutan fena halde sinirlendi.
-Ula poh mı varmış zabah zabah sinemada? Git söyle memlekette sıhı yönetim oldıgını herife.
Asker tekrar geldi yanıma.
-Ula hemşerum memleçette siki yönetim olmuş daaa.
Ben 1960 ihtilalini de hayal meyal hatırlayan biri olduğumdan ve o günlerde bu olağan üstü duruma örfî idare dendiğinden heyecanla sordum:
-Örfi idare mi oldu yani?
Asker şaşkın şaşkın baktı yüzüme.
-Ula sen anlamaymisun? Komitanum siki yönetum deyse siki yönetum olmiştir. Kamitanuma karşı mı geleysun yoksa?
Derken efendim komutanı da geldi yanıma.
-Horanta ! De bahah zabah zabah ne işin var sinemada?
-Sinema değil komutanım. Sınava gidiyordum.
Komutan göbeğini titrete titrete gülmeye başladı.
-Ula oğlım deli misen, ahlını mı yitirmişsen. Simav’a gidecahmış. Bah hele bahhh…
Belli ki komutanın da Türkçemize yeni yeni girmeye başlayan bu yeni kelimelerden haberi yoktu.
-Komutanım yani diyorum ki ben öğretmenim. Bu gün şu gördüğün okulda yapmam gereken bir imtihan vardı. Oraya gidecektim.
Komutan şöyle bir tepeden tırnağa süzdü beni.
-Sen örgetmansan?
Belli ki tipimi beğenmemişti. Hani askeri idare olmasa ‘’ he öğretmenim beğenemedin mi?’’ derim ama vaziyet kötü kollamak lazım gözü... Kısaca ‘’ Evet komutanım öğretmenim. Şimdi izin verirseniz okuluma gideceğim ve imtihanımı yapacağım’’ dedim.
Aslında salaklık yaptığım. 1960 ihtilalinde çok çok çocuk olmama rağmen iyi hatırlıyorum annem ve babamın günlerce sokağa çıkamadığını ama gel gör ki o anda uyku sersemiyim. Anlaşılan uykumu almamışım. Üstüne üstlük baba tarafından Kürt, ana tarafından Laz olduğum için her iki tarafın da inadı var üzerimde.
Komutan bir kez daha baktı suratıma dikkatlice:
-Ula gardaşım sen manyah mısan yohsa tipin mi öyle?
Yok yani arkamdan benim için ‘’Amma manyak herif’’ diyen çok olmuştur da ilk kez biri bu acı gerçeği böyle yüzüme karşı söyleyince bir acayip oldum. Hâla inat ediyorum.
-Komutanım bakın. Siz nasıl Türk silahlı kuvvetleri yani bir ordu iseniz biz de ilim ve irfan ordusuyuz. Sizde nasıl emir demiri keserse bizde de öyle. Bu gün okulumda sınavım yani sizin anlayacağınız şekilde söyleyeyim: İmtihanım var ve ben o imtihanı yapmak mecburiyetindeyim. Niçin anlamıyorsunuz beni?
Bu sert çıkışım komutanın gözünü korkuttu anlaşılan ki merakla sordu?
-Ne imtihanıymış bu? Bu kadar önam verdigine göre möhim olmalı?
-Tarih ve coğrafya imtihanı.
-He anladım. Sen Coğırafya bilirmisen?
-Ana branşım Tarihtir ama coğrafyadan da anlarım elbette.
-O zaman de bahah. Bu Manavgat’a Elazığ mı, Manisa mı yohsa İstanbul mu daha yahındır?
‘’Haydaaa’’ dedim içimden. Şimdi ne alakaydı bu soru. Belli ki komutan benim öğretmen olduğuma inanmamıştı ve beni sınıyordu.
-Komutanım en yakını Manisadır ama niçin sordunuz merak ettim.
-Eyi..Seni en yahın olan Manisa’daki ruh ve sinir hastalıhları hastanesine göndrah. Acil tedaviye ihtiyacın var senin. Ula salahana ! Sıhı yönetim nedir anlamirsen?
Artık ‘’salahana’’ kelimesinin üzerinde durulacak zaman değildi. Cevap verdim:
-Komutanım ! Sıkı yönetim veya öfî idare, adına ne derseniz deyin ben onu çok iyi biliyorum ama siz beni anlamıyorsunuz. Her şey bekleyebilir ama imtihan asla beklemez. Ben şimdi müsaade ederseniz okuluma gideceğim ve o sınavı yapacağım.
Komutan, Türk Milletine mahsus o meşhur hareketi çekti resmen
-Nahhh gidecahsan. Haydi bahah. Doğru evine marş marş.
Tabii ki sonuçta komutanın dediği oldu. Ben tıpış tıpış evimin yolunu tuttum.
Peki bu anı ile Tacettin Abinin ilgisi ne?
Yüzde yüz emin değilim ama işte o komutan Tacettin abiydi bence. Yok yok kesin Tacettin abiydi. Bakmayın o gün aramızda ufak bir gerginlik yaşanmasına. O zaman bile kanım çok kaynamıştı. Gerçi o zamanlar böyle saçları ak pak ve hafif göbekli, tonton bir ihtiyarcık değildi elbette ama yine de görevini kırmadan, ezmeden yapan bu aslan gibi komutana o zaman da kanım ısınmıştı. O günkü gerginlik ise ikimizin de uykumuzu iyi alamayışımızdan kaynaklanıyordu. Afyonlarımız patlamamıştı henüz sabah sabah.
Vay beeee…Demek yıllar önce beni kolumdan tuttuğu gibi nezarete tıkmak yerine evime gönderen o yiğido komutan sendin ha? Hakikaten sen miydin o Tacettin abi?
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Not: Konuşmalardaki Karadeniz ve Sivas şivesinde yaptığım sürç-ü lisanlar için Karadenizli ve Sivaslı dostların hoş görüsüne sığınıyorum