8
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1229
Okunma


Kendimi gördüm. Metal yüzeyin üzerinde, maşrapanın ince beli yüzünden uzayıp giden çenemi gördüm. Kirlenmiş sakalımı, başlığımın altına sıkıştırılmış ama düzenlenmemiş saçlarımı gördüm. Babamın dargın yüzü karşısında ezilip büzülmüş suratımı gördüm. İsmen bana ait olduğu halde çiftliği çekip çeviren kardeşimin ‘’Bir işe yarasan bari’’ dediği kişiyi gördüm. Yeşil, kırmızı bezlerden oluşan üç boynuzlu şapkası, boynuzlarının ucunda zilleri olan bir soytarı gördüm. Hey bir dakika, bu ben değilim ki?
Şölendeki hizmetkarlardan biri önümdeki maşrapayı kaldırınca gözlerini bana dikmiş soytarıyla yüzyüze gelmiştim.
‘’Kimsin sen?’’
‘’Belli değil mi? Eoforwic Düküyüm.’’
‘’Hadi oradan soytarı, sen de!’’
‘’Madem biliyorsun, neden soruyorsun? Yoksa maşrapadaki yansımana mı çok benziyorum? Gözlerin iyi görmüyor belli. Ben sakalsızım, sen kıllı. Ben alacalı giyinmişim, sen iç donunla gelmişsin. Herkesin gözü bende, seninki maşrapada. Bana şarap bedava, sana ise anca yalvarınca. Neremiz benziyor ki?’’
‘’Tamam, tamam, git başımdan.’’
‘’Başındaki...’’ dönüp şölen masasının odağını işaret etti ‘’Saksonyalı Rotherwood’lardan Cedric. Ben ise onun soytarısı, Akılsız’ın oğlu, Deli’nin torunu Wamba’yım. Efendim Cedric bir yere gitmedikçe, ben de senin başındayım. Eğer tabii tepende Normanları görmek istiyorsan o başka. Cedric Amca! Cedric Amca! Bu şaşkın senin yerine Normanları seviyor.’’
Lord Cedric dikkatini konuşmakta olduğu Lord Aethelstane’dan ayırmayıp, eliyle ‘’Sonra... Sonra...’’ işareti yaptı. Ne yalan söyleyeyim, derin bir nefes aldım.
‘’Hemen sevinme. Amcam Cedric’in her zaman bir kulağı bendedir. Şimdi olmazsa tatlıya, olmadı tatlı sonrasına... Eninde sonunda gözleri soytarısını arayacak, değil mi?’’
Sonra geriye dönüp, misafirleri eğlendiren diğer soytarıların arasına karıştı. Elim kadehime gidince boşalmış olduğunu gördüm. Edepsiz soytarı beni lafa tutarken bir yandan da kadehimden yudumlamıştı. Onunla aynı kadehe dudaklarımı değemezdim. Hizmetkarlardan birine bana yenisini getirmesini söyledim, ‘’Herkese bir kadeh... Seninki de önünde duruyor, daha ne istiyorsun?’’ cevabını aldım. Cedric’in soytarısı da, uşakları da pek bir küstahtılar.
‘’Özlemişssindir beni, özlemişsindir gözlerimi’’
Melodik sesiyle Wamba’yı tekrar karşımda buldum. Bu sefer eline telli bir çalgı geçirmişti.
‘’Şarkı zamanı!’’
Daha ben itiraz edemeden söylemeye başladı.
‘’Mevsimin güz olduğuna bakma,
Söyleyen Wamba diye kulak ardı etme,
De ki ‘Benim adım...’
‘’Neydi senin adın?’’
‘’Jon Stewart...’’
‘’De ki ‘Benim adım Topraksız Jon,
Kardeşim eker tarlayı,
Tarla kesmeyince de karımı,
Hasadı kendisine alır,
Piçini bana bırakır.’’
Şarkıya kulak kabartan civardakiler gülüşmeye başladılar. Sert bir ifade takınıp onları frenlemeye çalışınca gülüşmeler kahkahalara dönüştü. Wamba ise şarkısına devam ediyordu.
‘’Hayvanlar ahırda sağılır,
Karıma da orada sarılır.
Tıkarım kulaklarımı,
Kapatırım gözlerimi,
Ama o köhne samanlık
Sallanır da sallanır.’’
İçkiyi fazla kaçırdığından olacak misafirlerden biri oturduğu sıradan yere yuvarlandı. Kendisine kalkması için elini uzatanlar oldu ama o gülmekten kıçüstü oturduğu yerden kımıldayamıyordu.
Sinirle yerimden kalkacak oldum, omzumdan kavrayan güçlü bir el buna izin vermedi. Gökgürültüsüne andıran bir tonla
‘’Otur yerine!’’ diye kükredi elin sahibi. ‘’Cedric’ten izin almadan nereye?’’
Cedric’in oturduğu yöne baktım; yeri boştu. Omzumda ise bir el vardı ve ben sahibini görmek için arkama dönmeye korkuyordum.
Kahramanlarını bana ödünç veren Sir Walter Scott’a teşekkürlerimi sunarım.