5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2316
Okunma

“Kamus Namustur” diyen Merhum Üstad Cemil Meriç, 1976 yılındaki bir konuşmasında: “Dava bir karşı devrimle yeniden eski harflerimize dönmek değildir. Nesillerin hafızası ile oynamanın ne vahim neticeler doğurduğunu biliyoruz. Dava; İrfanımızı yeniden fethetmek. Dava; Ecdadın tefekkür hazinelerini bugünkü nesillerin tecessüsüne açmak, bir kelimeyle bugünü düne bağlamaktır. Dava; Latin harflerinin yanında İslam harflerine de hayat hakkı tanınması, Osmanlıcanın mekteplerimize girmesi, ilmin ve ihtisasın sesine kulak verilmesi; inkırazın (çökmenin) eşiğine sürüklenen zavallı ülkemizin kaderi üzerinde hiçbir peşin hükme saplanmadan düşünülmesidir.” diyor.
Bu gün Osmanlı Türkçesinin okullarımızda okutulmasına yönelik tartışmalar üzerine üzülerek söylemeliyim ki; Halkımızın çoğu bilgi sahibi olmak için uğraşmıyor, onun yerine fikir sahibi olmak için çalışıyor. Sağlam bilgi zemininden mahrum fikirler de insanların anlaşmazlığına ve çatışmasına vesile oluyor. Bazılarının 1 Kasım 1928’de dayatılan Latin alfabesini, hâlâ orijinal Türk alfabesi sanması ise ayrı bir cehalet örneği.
13. yy - 20.yy arasında Anadolu’da ve Osmanlı Devleti’nin hüküm sürdüğü yerlerde yaygın olarak kullanılmış olan, özellikle 15. yüzyıldan sonra Arapça ve Farsçanın etkisinde kalan Türk yazı dili Osmanlı Türkçesi ya da eski yazı olarak da bilinen Osmanlıca, Arapça, Farsça ve Türkçenin karışımıdır ve Arap alfabesiyle yazılır.
Osmanlıca terimi Tanzimat Dönemi aydınlarınca ortaya atılmıştır. Daha önceleri Türk lehçelerinin hepsine Türkçe ya da Lisan-ı Türki (Türk dili) deniyordu. 19. yüzyılda artan milliyetçilik hareketlerine karşılık, Osmanlı Devleti’nin siyasal bütünlüğünü korumak amacıyla yeni bir milliyetçilikle ortaya çıkan Tanzimat aydınları, Millet-i Osmaniye kavramını geliştirdiler. Osmanlı toprakları üzerinde konuşulup yazılan Türkçeye de Osmanlıca ya da Lisan-ı Osmani (Osmanlı dili) adını verdiler.
Bin yıl içinde yaşadığımız zengin ve köklü bir medeniyet âlemine ait nice kaynak kitaplarımızdan bugün okuyamadığımız için yararlanamıyoruz. Bilerek veya bilmeyerek dışlanmış olan kültür ve medeniyet dilimiz Osmanlıcayı okuyup yazabilenlerin ve anlayabilenlerin sayısı maalesef yok denecek kadar azaldı.
Sadece bizdeki eserler değil, asırlarca Osmanlı idaresinde kalmış olan ülkelerin arşivlerindeki eserler de okunmayı, günümüz insanlarının istifadesine sunulmayı bekliyor. Geçen senelerde Libya Hükümeti, kendi arşivlerindeki Osmanlıca kitapları okuyabilen tek bir kişinin olduğu onun da ölümüyle okuyabilecek hiç kimsenin kalmadığını beyanla Türkiye’den Osmanlıca okuyup yazabilen ve anlayabilen elemanlar istedi. Acaba bizim Türkiye olarak, bir başka İslam coğrafyasında bulunan kendi mazimize ait eserlerin aydınlatılıp, ilmi çevrelere arzı hususundaki bu talebe cevap verebilecek seviyede kaç yetişmiş insanımız var?
Osmanlı, üç kıtada yirmi milyon kilometrekareye hâkimdi ve birçok farklı inançla birlikte 30-40 ayrı dil konuşuluyordu. Bu çeşitliliğe rağmen büyük çapta etnik ayrımcılıkla ilgili bir problem yaşanmadı, fakat günümüz Türkiye’sinde Anadolu coğrafyasında hepimiz Türkçe konuşuyoruz ama anlaşamıyoruz. Aynı dili konuşuyor olsak da aynı dilden konuşmuyoruz. Lise çağındaki bir İngiliz çocuğu, 500 sene öncesine ait Shekspaeir’ in Hamlet’ini, Kral Lear’ını rahatlıkla okuyup anlayabilirken, biz üniversite tahsilinin sonunda bile 100 sene önceki Mehmet Akif’i, Yahya Kemal’i anlayamıyoruz.
Ecdat yüzyıllarca yüz binlerce kelimeye sahip Osmanlıca kullanmış. Bu gün ise kısırlaştırılmış, 300-500 kelimelik bir dil haline düşürülmüş bir dilimiz var maalesef. Osmanlı Türkçesiyle yazılmış gün ışığına çıkartılmayı, bu günün ilim dünyasına kazandırılmayı bekleyen milyonlarca belgenin incelenmesi araştırılması lazım. Kendimizi, kültürümüzü, medeniyetimizi kısaca özümüzü bilmek, ayrıca yarınlarımızı daha iyi inşa edebilmek için dünümüzü bilmek zorundayız. Karartılmış, unutulmaya terk edilmiş o zengin mirası ihya etmek, azami ölçüde faydalanmak, yazı ile kopartılan kültür ve medeniyet zincirinin halkalarını birleştirmek zorundayız.
Bu gün artık biraz gözümüzü karartarak gerekli tedbirlerin alınması, sadece okullarda değil, tahsil çağının dışında isteyen vatandaşlarımıza da Halk Eğitim merkezleri aracılığıyla Osmanlı Türkçesinin öğretilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece Anadolu’yu değil, bu kararlar ve çalışmalar Türk Cumhuriyetlerini de İslam ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletilmelidir. Merhum Kırımlı mütefekkir İsmail Gaspıralı Beyin “dilde birlik, fikirde birlik, işde birlik” ülküsünün en kısa zamanda hayata geçirilmesi lüzumuna inanıyorum.
Gazi Hüseyin KILBAŞ