7
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
2136
Okunma


Matematik okul yıllarımızın en korkulan ve sevilmeyen derslerinin başında gelir belki de. Bu durumun oluşmasında dersin iç yapısı kadar hatta belki daha fazla matematik dersinin eğitim sistemimizde veriliş şekli ve eğitimci hataları üzerinde durulabilir. Buna karşın anlamına varılabildiği takdirde o denli zevklidir de. Aynı zamanda her alanda karşımıza çıkabilen bir daldır.
Matematiğin kullanım alanları arasında şiir de vardır. Oysa şiiri genellikle türlü his, duygu, coşku ve heyecanların ifade edildiği bir sanat dalı olarak ele alırız. İçeriğin yanı sıra edebi sanatlardan faydalanarak yapılan süslemelerin değerinden de söz ederiz. Yani, başlı başına bir söz söyleme sanatıdır. Nesir ile mukayese ettiğimizde az kelime ile çok söz söylemenin, zengin anlamlarla yüklü söz söylemenin sanatıdır şiir.
Bütün bu ögelerin yanı sıra "Şiir ve Matematik" şeklinde başlık atmak da garipsenmemeli. Örneğin klasik şiirimize baktığımızda mısralardaki hece sayısının önemsendiği görülmektedir. Nelerin anlatıldığı, hangi temaların işlendiği kadar, biçimsel ögelere de dikkat edilmektedir. Bir de bakarız bir şiirde mısraları oluşturan hece sayısı hep aynı. Şairin gösterdiği hassasiyet ve hâkimiyet dikkati çeker hani.
Şiirimizin en güzel örneklerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın "Bursa’da Zaman" adlı şiirini de bu açıdan başarılı bir örnek olarak değerlendirebiliriz. Şiiri oluşturan dizelerin büyük ölçüde on bir heceden oluştuğu görülmektedir. Büyük ölçüde diyorum da, iki hece bu durumun dışında kalmaktadır. "Su sesi ve kanat şakırtılarından" dizesinin on iki, "Belki de rüyası bu cetlerin" dizesinin ise on heceden oluşmakta olduğu görülür.
Neden peki, şair yukarıda söz ettiğimiz matematiksel hâkimiyete sahip değil mi? Uzun bir şiirin iki dizesi hariç olmak üzere on birer hecelik dizelerden oluşması tesadüf mü acaba? Şüphesiz birer mısrada on iki ve on hece düşerek şiirindeki matematiksel dengeyi bozmadığı bilakis oluşturduğu söylenebilir de.
Ancak ben bu noktada daha farklı bir husus üzerinde durmak, bir insanın iç dünyasına yolculuk yapmak istiyorum açıkça. Biraz da hayal ediyorum ve şairin bilinçli bir tercihi olmasın diyorum.
Açıkçası Ahmet Hamdi Tanpınar bu noktada geleneksel saygı ve terbiye ölçüleri içerisinde hareket etmiş olabilir mi şeklinde soruyorum. Tanpınar’ın bu yaklaşımıyla kendisine kadar gelen şiir tarihimize yükseklik tanıdığı ve eski şiirimizin üstatları karşısında baş eğdiğini düşünüyorum. Deyim yerindeyse bana kadar gelen üstatların yanında benim şiirim nedir ki şeklinde bir kendini sorgulama halinden söz edebiliriz de.
Hani bildik bir örnek vardır ya. Eski devirlerde eğitim sisteminde hoca-öğrenci ilişkileri üzerine yapılan bir değerlendirmede on Allah’ın, dokuz hocanın, sekiz ise öğrencinin hakkı denmektedir. Bu ibare büyüklerimizden dinlediğimiz ve bizden önceki kuşaklardan süzülüp gelen bir örnek değil midir? İşte ünlü şairimiz de kendisinden önce gelen ustalar karşısında kendisini bu anlayışla değerlendirmiş olabilir mi?
Kısacası kıymetli şairlerimizden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın "Bursa’da Zaman" adlı şiirinde iki dize hariç on bir heceli dizeler kurduğu görülmektedir. Ancak on ve on iki heceli iki dizeye yer vermesinin tesadüfi bir durum olmadığı bu şekilde davranarak yine matematik dengeyi sağlamakla birlikte şairimizi harekete geçiren diğer bir ögenin kendisine kadar gelen şiir geleneğimiz karşısında gösterilen bir tevazu olduğu üzerinde durmam mübalağa mıdır acaba?
L.T.