7
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1345
Okunma


"Yedi vapuru yanaştı iskeleye,
henüz başlamayan seferler otobüs duraklarında."
Koşuşturan insanların ayak sesleri, kafasında taşıdığı tepsiyle taze gevrek satan gençlerin sesleri, sevincinden çığlık atanların, hüznünden sessizce ağlayanların sesleri,
sessizlerin sesleri bir de.
Öyle ki çığlık atarlar da kulaklarını tıkarlar seslerinden farkına varmaz kimse.
Nereden mi biliyorum?
Keşke bilmeseydim, sessizce yanımdan akıp giden zamanla güzelce anlaşıp terk etseydim o gemiyi;
inadımı da sevmedim, kendimle olan savaşları da.
Her mücadelesini kendisine karşı verdiğinde hep kaybeder, yenilgiler tuhaf bir acı bırakır dilinde ve sonrasında alınan galibiyetin sevincini tadamaz insan.
" Çok ilginç bir adamdı. Belki şuan vereceği yanlış karar canına mal olacak, belki geride kalan sevdikleri acısını yıllarca yaşayacak,belki, belki, belki...
Başına toplanan hastane çalışanlarıyla kurduğu diyaloglara kulak misafiri oldum ister istemez. Hararetli konuşmalar ne mutlu ki yaşları ellilere dayanmış amcanın zaferiyle sonuçlandı.
Merakımı gidermek için çalışanların birine durumu sorduğumda- ki üstüme vazife değil-tamamen merak- öğrendiğim şeye üzülsem mi sevinsem mi bilemedim.
Ciddi bir rahatsızlıktan dolayı ameliyat olması ve gün içinde yatış işlemlerinin yapılması gerekirken denize bakan boş odası olmadığı için istemiyor ve bütün ısrarlara rağmen ikna ediliyor tatlı bir konuşmadan sonra. Ameliyattan sonra taburcu olacak bir hastanın yeri verilecek ona."
Aklımdan geçen onlarca soruyu bıraktım da bir kenara aklımı kurcalayan başka bir soruyla başladım mücadeleye;
"İnsanı hayata bağlayan ayrıntılar bu kadar mı küçük?"
"Evet, bu kadar küçük. Hayatı ince bir ip üstünde geçiren insanoğlu aslında bu kadar uçta olduğunu öğrendiği vakit istekleri büyük olmaz çünkü. Yarın doğan güneşi görme ihtimalimiz olmasa da hepimizin göğsünde yanma hissiyle uyuyanların, kalbinde ağrılı çarpıntılar yaşayanların istekleri büyük olmaz. "
Sadece karşısında dalgaların sesini duyabileceği, mavisini görebilecek bir deniz ister."
Bu kadar.
Hastane kapısından çıkarken adımları buralara uğramayan insanların telaşlarına bakıyorum da, acele işleri, bitmeyen kavgaları,alınmak istenip alınamayan arabalar... Düşündüm de ne çok hayattan kopuk onlar. Yaşamak denilen bu evcilik oyununda birçoğu piyon olduğunun farkında bile değil.
Ah o küheylan, o şaşmak bilmez, o ağır abi;
Zaman.
Hepimiz ipimizi ona vermişiz de çıkmışız yola. Azığımız ümidimiz.
Kum saati biri için sonu gösterirken bir diğeri için başlıyor tekrar.
" Kısacık hayatlarımıza, birkaç yıllık ömürlerimize sığdırdığımız yanlışlar ne çok,
oysa bir tebessümle fotoğraflar güzelleşecek."
İstekler küçüldükçe hayatlar büyüyecek ardından.
Her gün sevdiklerinin yüzüne baktıkça ömrü uzayacak insanoğlunun.
Yarın benim için kum saatinin son anı aksa bile bugün huzuru gördüğüm bir gün batımı var.Henüz oynayan çocuk seslerini duyan kulaklarım ve kalemi tutan ellerim...
Beynimi yoran sorular var cevaplarını hiç bulamayacağım.
Sonra kalbime can veren sevdiklerim var.
En zor zamanlarda tutunmaya çalıştığınız dalın kırıldığı an ölümdür insana. Eline en çok ihtiyaç duyduğunuz el kirlenince başka ellerde ölümdür, nefesinize nefes katacağını bildiğiniz ve buna rağmen kalp kapakçıklarınızı kitleyerek nefesinizi sökerse giden ölümdür bu.
Çok bir şey istemiyor insan aslında.
Ne ev ne araba ne de şık elbiseler...
Biraz huzur ve denize bakan bir oda.
"Diyorum ki var biraz daha,
kum taneleri sayılamayacak kadar çokken,
ömrün yitmesine var..."
Can’a can katan "Ol" desin yeter.
N.K-2014
"Fotoğraflardan hüznü silip huzur bırakan güzel insanlığa..."