3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
731
Okunma
Henüz çocuk sayılırdım, bahçede rahmetli babamla çalışıyorduk. İri kayısı ağaçlarını sulamadan önce çapalıyorduk. Babam çapayı yere fırlatıp bir tütün sardı, yaktı. ‘’Bir gün eşinle bu bahçeye gelirsen geçmişte babanın yaşadığı zorlukları hatırla. Ben evlenince bir iğnem bile yoktu, her şey babama aitti. Bana ödünç verdiği eşya ise bir yorgan, bir döşek; bir yastık, bir sandıktı. Sandığın içi de dolu değildi! Yattığımız odanın küçük penceresine yapıştırdığımız naylon yırtılmıştı, geceleri kar üstümüze yağıyordu.’’
‘’Tamam’’ manasında başımı salladım ve çapalamaya devam ettim. Zaman geçti, babam vefat etti. Yaşlı kayısı ağaçları kurudu. Kuruyan yaşlı kayısı ağaçlarını üvey abim kendisine ek gelir olsun diye sattı. Neyse geçmişe dönelim tekrar.
Ben çocukken başladı kremalı bisküvi hastalığım, biraz büyüyünce kremalı bisküvi hastalığına çok hoş bir bayan eklendi. Bir Kürt olarak Türk milliyetçisi siyasi liderden daha iyi telaffuz ederdim bu bisküvinin ismini! ‘’Kremalı Sandviç Bisküvi’’. Ya da ‘’Ülker Kremalı Sandviç Bisküvi Klasik’’.
Yaşlı kayısı ağaçlarını kendisine göstermek istediğim bayan bisküvi yediğim zaman yanımda olurdu. Acaba ister miydi bir kremalı bisküvi! O zamanlar ‘’Bi Biskrem versem!’’ diye bir slogan da çıkmıyordu televizyonlarda.
Hayallere dönelim!
‘’Bak, şu gördüğün bizim bahçe! Görüyor musun yaşlı kayısı ağaçlarını! Babam da orada…’’
‘’Göremiyorum canım! Sadece yabani otların sardığı bir tarla var işte. Baban burada çalışmıştı, belki sen de…’’
‘’Biliyorum, yok. Bak köşede bir dut ağacı var, o kalmış işte… Babamın da ruhu yakınlarda bir yerde.’’
‘’Anlıyorum!’’
‘’Kremalı bisküvi vereyim, açıktın mı?’’ diyorum.
‘’Kremalı bisküvi sevmediğimi biliyorsun!’’
‘’Doğru ya sen benim nefret ettiğim hazır kekleri seviyordun. İğrenç iğrenç aroma kokan kekler… Hayalimde sen de kremalı bisküvi seviyordun!’’
‘’Her şey hayal ettiğin gibi olmaz. Bak tek bir tane kayısı ağacı kalmamış. Baban da vefat etmiş, tanışamadık. Dut ağacı da ölmek üzere zaten.’’
‘’Ama geçen yıl bir tane mişmiş yaşıyordu, üstünde kayısı bile vardı. İnanmıyor musun? Geçen yıl karşıma çıksaydın meyvesinden yiyebilirdin! Abim onu da birkaç ay önce kesti, kestiğinde üstünde yeşil yaprak bile vardı. En azından birkaç ay önce karşıma çıkabilirdin… Ama evde o son mişmişin çekirdekleri var, istersen ekebiliriz. Akşam tadına da bakarsın…’’ diyorum heyecanla.
‘’Buradan gidelim, gösterecek başka anın var mı canım?’’ diyor, çantasından kayısı aromalı bir kek çıkarıyor.
‘’Kekin tadı gerçekten güzel mi? Bir gün ben kekin tadına bakmalıyım, sen kremalı bisküvinin tadına bakmalısın!’’ diyorum düşünceli düşünceli.
‘’Bilmem olabilir!’’
‘’Oldu, gidelim! Sana gösterecek çok anım var ama güneşin kızıllığı gölün yüzeyini sarmış bile,’’ diyorum telaşla.
Yürüyoruz.
‘’Bak, gülüm şu düz kayanın üstündeki oyukları görüyor musun? Dur, biraz daha yaklaşalım… Bak gördün mü? İşte o oyuklara işerdik çocukken. Kimin çişi oyuğu doldurursa o kazanırdı yarışmayı…’’
‘’Ay ne kadar iğrenç! Kız arkadaşlarınız yanınızda olmazdı değil mi?’’
‘’İğrenç olan ne? Çiş etmek mi? Hayır, kızların yanında böyle şeyler yapmazdık. Bizler efendi çocuklardık!’’ diyorum gayet sakin şekilde.
‘’Bu çiş mevzusunu Nuri Bilge Ceylan’a ilet canım! Çekeceği yeni filmin senaryosuna eklesin. Bir Zamanlar Anadolu’da filminde böyle bir sahne olabilirdi pekâlâ!’’
‘’Hayır, o filmin havasına uymaz. Belki de Reha Erdem ile irtibata geçmeliyiz bu konuda.’’ diyorum bozulmuş gibi.
‘’Çişim geldi!’’ diyor sessizce, çevresine bakarak, utanarak.
‘’Gözlerimi kapatarak, git kayanın üstündeki oyuklardan bir tanesine yap. Taşarsa yarışmayı kazanırsın!’’ diyorum samimi bir hava ile.
‘’Tamam, ama gözlerini kapat! Bunu hayal etmemiştin değil mi canım?’’ diyor düşünceli bir hava ile.
‘’Hayır, böyle bir şey hayal etmemiştim,’’ diyorum hüzünle…