5
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1238
Okunma


Ölen balıkların ölmek istediğimden haberi yok. Ölen balıkların, öldüğünden de haberi yok, ölmeye çalıştığımda da… Öldüklerini unutuyorlar, belki ben de biraz yaşadığımı unutmalıyım, o zaman daha çekilir olur her şey.
Daha fazla uzağa gidemedim, elimden geldiği kadar uzaklaştığım halde yetmiyordu, kendi kötülüğümü düşünüyorum, senin iyiliğin için. Ölümü sevmekten başka çarem kalmadı, her gün şifonlara sarılı yalnızlığıma seviniyorum, seviliyorum, gözlerime çarpan parlak ışıklardan fazlasını düşlüyorum, gözümü alan, alıp uzaklara götürecek bir çift yıldız. Bir yanımı bile bırakmadan uzaklaşmak istiyorum, merak edilmediğimi biliyorum, aranmadığımdan belli. Kendine son bir kötülük yap istiyorum, bu benim az önce feda ettiğim varlığımın kötülüğüne karşı son bir iyilik olsun istiyorum. Bu kadarını hak edip, etmediğimi düşünmek istemiyorum.
Ölen balıklarıma cenaze namazı düzenliyorum, en kırmızı kıyafetlerimi giyiyorum, onlar kadar kırmızı olmayı umuyorum. Ölümün rengini bilmiyorum, onlardan öğrensem iyi olacak. Balıklar hep ölümü hatırlatıyor, susuz akvaryumda ölümü hatırlamadan tek bir zaman dilimi bile geçebilir mi? Ya da aramadığın zamanlarda arayacağını düşünmeden tek bir an… Hayatla aramdaki bir bağ gibi o ruhsuz kablo, kablosuz telefon ya da başka bir şey, burada önemli olan bu değil. Ağaç olmayan yerde, dala tutunmak gibi benimkisi, boşluk kadar hayal, gerçeklerden uzak. Oysa sen dokunabildiğim tek gerçektin. Çok yalandı bu, az gerçek.
Yanlış kelimelere tutulduğum kadar tutunamadım bana hayat veren şeylere. Yüzümün tümü kırık, gözlerimin önünde sürekli çatlak bir ayna, parçaları birleşmeyen, en önemli parçası kayıp yapbozları anımsatıyor. Bu yüzden taşıyamıyorum bu yükü, saçlarımı kesiyorum. Hafiflediğimi hissetmenin tek yolu bu, görünür bir yol, görünmez sancılara çare olmasını umduğum… Ölen balıkların ölmeyi istemesi ne tuhaf!
Bir yanım yoktu, bir yanımı ona vermiştim, şimdi sen hangi elimi tutacaksın? Tutabilecek misin? Dokunabilecek misin olmayan yanıma? Ya soluma? Dokunmaktan daha gerçek bir şey yoktu, bir kere dokundu o gerçek de tamamlandı, şimdi hiçbir şeyden korkmuyorum, yarım olmak daha az görünmek gibi, hatta hoşuma bile gidiyor. Dinleyebilir misin yarım kalan bir hikâyeyi? İnanabilir misin yarım ağızla anlatabildiğime?
Kaldırımları yok olan bir semtte oturuyorum, her sokakta iş makinaları dolaşıyor, insanlardan çok inşaatlar ve onlardan fazla yer kaplayan büyük kazı çalışmaları var, büyük cesetlerimizi doldurmak için. Ulaşamıyorum sonsuzluğun sınırlarına, kaldırımı olmayan sokaklarda pencerelerden çiçekler sarkar mı? Burası doğru yerdi bildiğim, ölen balıklar da biliyordu. Evimiz kayıp bir sandıkta kaldı. Fanusum kırık, düşlerim düşmelerime eklendi, uzunca bir yol gidebildiğim. Yeni sevgilim ölü bir balık, eski kokuyor.
Senden telefon bekliyorum, mesaj, mektup da olur. Çalan telefonlardan nefret ediyorum. Zilin sesini kısıyorum, kapıdaki zile takıyorum o kırık melodiyi. Kimin nereyi çaldığı belli değil, kimin yüreğimi kırptığı, kimin yüzünden yalnız kaldığımız ve yüzümüz neden bu kadar çocuksu, bilinmiyor. Bilinmeyen numaralara eklemek istiyorum numaramı, gerçekten bilinmesin istiyorum. Bilinmemesi mümkün olabilen şeyler olsa keşke. Kendi gözyaşımdan bıktım, fazla tuzlu geliyor, içim daha çok yanıyor ağlayınca, dolapta su kalmamış. Fanusta da yok. Bitti, ölmeden balıklar içti. Şuanda en acınılası gerçeğim bu; susamak. Onun yerine tek bir harfi eksiltip, susuyorum. En zavallı gerçeğim de bu; susmak. Dokunduğunu düşünmek kadar zavallı, balığa dokunmak gibi, kaygan, vıcık vıcık bir duygu…
Ben dilinden dökülen her kelimenin dansıyım
Sen yok oluşların figürü
Güzel dans ediyorsun, ben deli olmak istiyorum.
*
Olacakları biliyordum en başından beri, yine de saçma bir şey vardı içimde, kesip atmayı çok defa istediğim halde kıyamadığım ya da buna muhtemelen üşendiğim o uyuşuk ve mutlu duygu. Yanacağımı bilerek gidiyordum ateşin kucağına, sevimli görünmüştü her şeyden önce sıcaklık sevinilesi bir şeydi. Ölüme çağırsan kuş gibi uçardım biliyorum, ayaklarım ayak olmazdı sen çağırdığında, ellerimi bir kuşun kanadından ödünç alır, uçardım sana. Uçmayı bilmediğim için de her defasında takılırdım elektrik tellerine, iki kere yanardım, ikiden fazla acırdı canım. O mutlu uyuşukluk için uykusuz kalıp ağladığım gecelerin sayısını ben bile hesaplayamıyorum. Ne mutlulukmuş be dedirttiğin için de teşekkür ederim. Sana ne zaman teşekkür etsem içimden kopuyorsun, kanatlarımı çıkardığım gün gibi uzaklaşıyorsun benden, artık yerlerde sürünen kanatların da bir anlamı yok. Sana ne zaman teşekkür etsem, içime kızıyorum, sana ne zaman teşekkür etsem kendime bela okuyorum. “Her şeye rağmen güzeldi” dedirttiğin için ve bu cümlenin manasını hiçte hak etmediğin için de minnettarım sana.
Önce kanatlarımı bıraktım, ödünç aldığım kuşun bedenine, sonra soyundum içimle birlikte, derim bile soyundu. Sana ait bir şey kalmaması için daha kaç yüz yıl geçmesi gerekiyor bilmiyorum ama bekliyorum. Beş dakika bile geçmezken şu vakitlerde ben ne kadar da büyük düşünüyorum. Geniş zamanlar boyunca, dar bir odada, sana dair düşüncelerle, o daracık yatakta ağlıyorum. Küçücük yüreğime hacminden büyük sevgi yüklediğim için ve senin o küçücük yüreğinin görüntüsüne ne kadar da uygun olduğunu gördüğüm için uyandım bu kâbustan. Hoş, dünyaları sığdırsan da beni sığdıramazdın, inanılmayacak kadar büyüktü yüreğim, seninkisi ise karıncanın ayak izlerini taşıyabilirdi yalnızca. Kalbine kalsa küçücük bir şeydin, bir de içime anlatabilsem küçüklüğünü, içimde büyüteceğime her zaman vakit içinde biraz küçültebilsem…
Seni özlemek, kendimi kaybetmeye değer mi bilmiyorum;
Yüzündeki her çizgiye bir hikâye sığdırabilir, gözlerine dünyanın anlamını yükleyebilirdim. Hatta yüzünün en hüzünlü köşesinde kendi masalımı bile bulabilirdim, dudaklarındaki gülümsemeye en yakın yerde…
Yeni savaştan çıkmış gibi mağlubum. Tüm yıkıntılarına arasında kalmış güçsüz ve yıpranmış, tüm göçleri yüreğimde taşıyorum gibi. Bir bavul dolusu yalnızlık, kompartıman komple hüzün yükü, kimse giderken sevinçlerini götüremiyor yanında, herkes hüznünü getirip götürüyor, gönülsüz taşımacılık yapıyoruz.
Beklemeler yorgunuyum, okuduğum kitaplardaki kahramanları beklediğim için. Karşıma çıkanlar da o kahramanlara benzemediği için hayal kırıklığı yaşıyorum. Hep o filmlerde olanlar benim başıma da gelecek diye beklemek daha da geciktirdi her şeyi. Yaşantımı kitaplara benzetmeye çalıştım, beceremeyince de yazmaya başladım, hayallerle gerçekler arasında gidip gelirken, karıştırmaya başladım, hangisinin gerçek olduğunu, sonra da inandım, en güzel gelene, onu gerçeğim kabul ettim ve bu oyunu oyunluktan çıkarıp, oynamaya devam ettim.
Küçük bir fanusta toplandı tüm hayatım, herkes tarafından bakıldığında görülebilen şeffaf bir dünya, neresine gidersem gideyim kendime uzağım. Ölü balıkları anlatabilmek için ölü olmak lazım. Balıklar öyle renkli ki, ölü olduklarını düşünemiyorum.
Yirmi Beş Ağustos İki Bin On Dört 18 00
Nevin Akbulut
Not: Yazımı Gün’e layık gören, bu Anasayfada misafir eden, Değerli Seçki Kuruluna sonsuz teşekkürlerimle,