2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
804
Okunma

"Al yalnızlığını gel ! Korkma, sıkılmayız. Senin yalnızlığın benim yalnızlığımla konuşur, biz ikimiz susarız".
Aziz Nesin
İstanbul her geçen gün daha da artan yoğun bir kalabalığa adeta teslim olmuş durumda.
Yollar sokaklar açık alanlar alış-veriş yerleri ulaşım araçları özellikle yeme-içme mekanları tıklım tıklım. Her dükkanın önünde mutlaka üç beş masa var. Kaldırımlar istilada.
Bu kalabalıkları oluşturanlar arasında tek başına olanlar azınlıkta.
İki kişi ya da küçük grupların yanı sıra daha çok çocuklu ailelere rastlanıyor.
Bunca kalabalıklar içinde yalnızlık çekenler var mıdır diye düşünüyorum.
Ben yalnızlığı
Gökte uçar gördüm.
Ben yalnızlığı
Garip naçar gördüm.
Ben yalnızlığı
Gelir geçer gördüm.
Televizyon eski görkemini yitireli. Sabit telefonlar yerini ‘cep telefonlarına’ bırakalı beri
insanlar çok meşgul.
Eller ve gözler o sihirli küçücük makinanın üstünde birbirleriyle yarış halindeler.
Geçenlerde bindiğim bir belediye otobüsünde yol boyunca arabasında durmadan ağlayan küçük çocuklu bir karı–kocaya takıldı gözlerim.
Kadın oturmuş. Elinde telefon. Kendinden geçmiş sanki. Mahkeme katibelerini kıskandıracak kadar seri bir şekilde tuşlara basmakta. Arada bir de ayağıyla arabaya dokunuyor o kadar.
Erkek ayakta. Çocuğu oyalamakla meşgul.
Görünürde bir aileyi oluşturuyorlar. Fakat birbirlerinden çok uzakta gibiler.
Acaba yalnızlık mı çekiyorlar? Yoksa tahminimin aksine mutlular mı? Kim bilir dedim içimden.
Severek yaptığınız bir işiniz. Hobileriniz. Uğraş alanlarınız. İyi giden bir evliliğiniz/birlikteliğiniz olabilir. Gurur duyduğunuz hoşnut olduğunuz evlatlarınız da.
Hatta ikinci baharınızda onlarla spor ve bilgi yarışı yapmanızı gerektirecek ele avuca sığmayan bilgiç torun mutluluğunu da tadıyorsunuzdur belki.
İyi ilişkiler içinde olduğunuz akrabalara ahbap ve eşe dosta da sahip olduğunuzu varsayalım .
Hele bir de birlikte yaşlanmayı dilediğiniz bir hayat arkadaşı da yanı başınızdaysa eğer.
Kim korkar yalnızlıktan diyebilirsiniz o vakit.
Ancak böylesine bir lükse ve mutluluğa sahip kaç kişi çıkabilir aramızdan.
Sevgisizliğin bencilliğin umursamazlığın sınır tanımadığı günümüzde üstelik.
Bazen insanın en büyük dostu yalnızlığıdır derler.
Olabilir…
Oysa insan sosyal bir varlıktır bilindiği gibi.
Özünü ruhunu benliğini geliştirmesi güçlendirmesi olgunlaştırması için birbirlerine sonsuz ihtiyaçları vardır.
İnsanın en büyük malzemesi yine insan değil midir?
Bana kalırsa zamanın yaman hastalığıdır ‘yalnızlık.’
Gün olur herkes gider ama o kalır.
Biyolojik ve fiziksel rahatsızlıklara umar aramak mümkündür.
Bunların tanısı teşhisi konabilir. Tedavi edilebilir.
Peki ya manevi yalnızlıklar?
“Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma derdi, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna.”
Gün geliyor güçlü bir akılsal ve ruhsal sağlığa sahip olanlar bile zaman içinde çıkmazlara sürüklenebiliyor.
Zamanın ve günümüzün bu acımasız karmaşası içinde bir nebze de olsa bize sunulan sevgilerin içten yaklaşımların güzelliklerin mutlulukların tadına varabilsek. Değerini bilebilsek.
Onları en kıymetli muhafazalıklarda MUHAFAZA edebilsek.
Göz bebeğimiz gibi koruyup gözetebilsek.
Duygularımızı içimizde saklı tutmasak.
Yarınlara ertelemesek.
Aramızda mesafeler olsa da her türlü ulaşım aracını kullanıp yanlarına koşabilsek.
Duygularımızı hissettiklerimizi onların ellerini tutarak gözlerine bakarak söyleyebilsek geç kalmadan.
Mektup! O ne güzel ne anlamlı ve ne kalıcı bir armağan bir iletişim yoludur yüreklerde iz bırakan.
Yalnız kalmaktan ancak böyle korunabiliriz kanımca.
En azından ‘keşkelerimiz’ azalır.
İnsan oğlu doğarken de ölürken de TEK başınadır.
Fakat en büyük yalnızlık YAŞARKEN duyduğu yalnızlıktır.
Bir insanın yalnızlığına çaresizliğine çare olabilmek.
O ne güzel bir ibadettir.
Acılar paylaşıldıkça azalır Sevinçler paylaşıldıkça büyür derler.
O Yaradan ki; kullarına şah damarlarından daha yakındır.
O Yaradan’ ki; kendi nurundan kullarına ruh üflemiştir.
Kalbi O’nun Aşkıyla dolup taşan her insan O’nun yarattıklarını sevmemezlik edebilir mi.
Yunus EMRE’nin şu sözleri ise ayrı bir yürek figanı değil midir?
Benim bir kɑrıncɑyɑ ulu nɑzɑrım vɑrdır.
Kɑlem eğri dilli, mürekkep siyɑh yüzlü, kɑğıt iki yüzlü!
Şimdi kɑlkıp ɑrzuhɑlimi yɑzmɑyɑ kimi mɑhrem kılɑyım?