55
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
4416
Okunma


2007 Yılının Mayıs ayındaydı yirmi beş senelik bir evliliğe son verişimiz. Mahkeme huzuruna çıkmadan önce yirmisekiz senelik öğretmenlik hayatımın karşılığı olan o zamanki parayla yirmi sekiz milyar YTL ikramiyenin bir kısmıyla almış olduğumuz arabayla evden çıkmıştık eski eşimle. Sanki boşanmaya değil de bir yerlere kafa dağıtmaya gider gibiydik.
Önce Fethiye Adliyesine geldik ancak Adliye’nin taşındığını öğrendik. Gerçi yeni adliye sarayı yapılıyordu ama biz taşındığından habersizdik tabii ki. Eski adliye binasının önündeydi yine de istidacılar.O zamanlar istidacı denilen ve böyle adliye önlerinde Remington marka bir daktilo ile oturan genelde maliyeden ya da adliyeden mütekaid ( emekli ), kalın camlı gözlükleri burnunun ucunda, yaşlı dilekçeciler vardı. İşte onlardan birine anlaşmalı boşanma dilekçesi yazdırdık.
Sabah evden çıkarken ikimiz de kahvaltı etmemiştik. Fethiye Kordon boyu denilen yerde oturduk. Karşılıklı çay - simitle kahvaltımızı yaptık. Gören bizi yaşı geçmiş çifte kumrular sanırdı. Oysa boşanıyorduk. Evet anlaşmalı boşanıyorduk ama dört tane çocuk ne olacaktı?
Eski eşim ’’Ben kendim için bir şey istemiyorum. Çocukların velayetini ve onlar için nafaka istiyorum ‘’ dedi. Çocuklardan ilk ikisi onsekiz yaşını çoktan aşmışlardı hatta iki numara askerliğini yapmış yeni gelmiş, bir numara ise - askerliğini daha önce tecil ettirdiği için - henüz askerdi ve tezkere almasına bir ay filan kalmıştı. Üç numara ile dört numaranın velayeti idi sorun.
Üç numarayı tanıyorsunuz artık yazılarımdan… %90 zihinsel engelli, aynı zamanda sara hastası olan oğlum Yunus…Dört numara ise kızım Tuba…
‘’Kabul ‘’ dedim. Sonra yine arabaya atladık ve yeni Adiye Sarayına doğru yol almaya başladık. Arabayı eski eşim kullanıyordu tabii ki ben sakat olduğum için. Adliye Sarayına girişimiz ile oradan boşanmış iki insan olarak çıkışımız en fazla yarım saat sürdü.
Neden boşanmıştık peki? O kısma girmeyeceğim.
Çocukların velayetini eski eşime vermiştim ama o ‘’ Ben kendime bir iş bulup ayaklarım üzerinde duruncaya kadar çocuklar sende kalsın ‘’ dedi. Ona da ‘’ Eyvallah ‘’dedim lakin o ‘’Bir iş ‘’ bulunamadı nedense ve boşandıktan sonra Fethiye’de kaldığım o bir yıl içinde annesi Yunus’u görmek için sadece iki kez uğradı yaşadığımız o köhne gecekonduya. O bir yıl boyunca Yunus’a ben baktım. Altının bezlenmesinden yemeğinin yedirilmesine, banyosundan sara krizleri tuttuğunda sakinleştirmeye, kakasını yüzüne gözüne bulaştırdığında hem onu hem evi tertemiz yapıncaya kadar her şeyiyle ben tek başına ilgilendim. ( Bu arada hemen belirteyim: Çocuklar bende kaldığı için asla benden nafaka talebi olmadı. İsteseydi geriye dönük olarak da alabilirdi ama asla böyle bir şey yapmadı. )
Sonra?
Sonra artık o dünyanın cenneti olan Fethiye bana dar gelmeye başladı. Üç oğlumu yanıma alarak oradan ayrılmaya karar verdim ki zaten askerden dönen büyük oğlum İstanbul’da amcasının yanına gelmiş, bir müddet kurstan sonra özel güvenlik elemanı olarak çalışmaya başlamıştı. Kızım ise zaten bende kalmıyor hep annesinin yanına gidiyordu. O annesiyle kaldı.
17 Ağustos Depreminin dokuzuncu senesinde ben, oğullarım Cihangir, Tuğrul ve Yunus, içimizde nice depremlerle birlikte bir Beraat Kandili akşamında Fethiye’den İstanbula doğru yol alan bir kamyonun içindeydik artık. Yola çıkmadan önce annesi Yunus’u üçüncü defa gördü biz boşandıktan sonra. Evet üçüncü defa gördü ama o gittikten sonra Yunus’un nasıl şiddetli bir sara krizi geçirdiğini görmedi. Yol boyunca geçirdiği krizleri de görmedi. 17 Ağustos depreminin dokuzuncu senesinde Yunus’un yaşadığı deprem ve sarsıntı hepimizinkinden çok daha fazlaydı.
2011 Haziranına kadar Yunus bende kaldı ve yukarıda - Yunusun bakımıyla ilgili olarak- anlattığım her şey İstanbul’da da yaşandı.
2011 Yılına kadar bir kez olsun ‘’ Yunus’u görmek istiyorum ‘’ isteği gelmeyen annesi 2011 yılında ‘’ Yunus’u bana ver, ben bakayım artık. Devlet bu gibi insanların hem kendileri için hem de onlara bakanlara maaş veriyormuş. Benim resmi bir gelirim yok nasılsa. O maaşı da alır Yunus’a temiz temiz bakarım ‘’ dedi. Uzun uzun düşündüm. Yunus evin bereketi, Yunus Evin meleği, nasıl veririm? Öte taraftan ben ve abileri çalışıyoruz, Yunus’u evde tek başına bırakıyoruz zaman zaman ve eve geldiğimizde bakıyoruz ki evin hertarafı bok içinde, kendi yüzü-gözü de dahil tabii ki. Annesi her halukarda ona benden çok daha iyi bakardı.
Sonuç itibarıyla Yunus’u tekrar Fethiye’ye geri götürüp annesine teslim ettik. Teslim etmesine ettik ama bu sefer de Yunus hasreti başladı bizde. Oysa bok temizlemekten ve bok kokusundan kurtulmuştum. İnsan bok kokusunu özler mi? Eğer o koku evladınızın sağ, yani hayatta olduğunun bir işaretiyse, o koku evladınızla özdeşleşmiş bir kokuysa evet bok kokusu da özleniyor. Bunu ancak anne ve baba olanlar anlayabilir. Ben resmen özlüyordum o kokuyu.
Bu senenin Temmuz başlarında annesinden bir telefon geldi: ‘’ Sami ben bir ameliyat olacağım. Ameliyattan sonra bir süre Yunus’a bakmam mümkün değil. Bir başkası da bakamaz ona. Sen alır mısın yanına?’’ Ne demek alır mısın? Hemen büyük oğlumla yola çıktık, aldık geldik. 23 Temmuzdan beri O artık İstanbul’da benim yanımda yine..Özlediğim o kokusuyla birlikte.
Yunus yine bizlerle ama annesini durumu endişe verici. Çünkü basit bir guatr ameliyatı olacaktı aslında ama son yapılan tetkiklerde kalbinde ritm bozukluğu tespit etmişler ve anastezici ‘’ ben bu şekilde birinin ameliyat sorumluluğunu üzerime alamam ‘’ demiş. Dolayısıyla konu guatrdan kalbe döndü. Yarın yani 19 Ağustosta kalple ilgili bir şeyler yapılacakmış. Ne olduğunu kendisi de tam bilmiyor. O yapılacak şey için ( bir tetkik yine sanırım ) bir ilaç verilecekmiş ama doktor o ilaç için de ‘’ Hayati tehlikesi olan bir ilaç ‘’ demiş.
Şimdi…
Değerli dostlar sizlerden eski eşim için dua istiyorum. Onun hayatta kalması demek aynı zamanda Yunus’un hayatta kalması demek olacaktır. Her ne kadar ben Yunusa bakabilsem de şimdi Allah var ona teslim ettiğimden sonraki Yunus ile benim baktığım Yunus arasında dağlar kadar fark var. Çok çok güzel bakmış Yunus’a..Anne bakımı ile baba bakımı kim ne derse desin bir olmuyor.
Yaşananlar, yaşanmışlıklar gelip geçici.Rabbim öyle takdir etmiş öyle olmuş. Ben her elimi kaldırdıkça onun için dua ediyorum. ‘’Rabbim sağ salim ayağa kalkmayı nasip etsin’’ Diye. Sizler de dualarınızı eksik etmeyin.
Bu tetkikler sonunda kalbi guatr ameliyatı olmasında engel teşkil etmez kararı çıkarsa 3 Eylülde guatr ameliyatı olacak. Engel teşkil ederse bu sefer kalbe dönecekler ve artık herhalde kalp ameliyatı olacak. Her halukarda onun sağlığına kavuşması lazım. Sizlerden istediğim dua değerli dostlarım. Dualarınızı eksik etmeyin. Şimdiden hepinizden Allah razı olsun.
Bu arada…
Değerli dostlar. İçinde bulunduğum durumu yazdım sizlere. Uzun zamandır maalesef arkadaşlarımın şiirlerini, yazılarını okuyamıyorum. Yorum ve eleştiri yazamıyorum. Ne olur bana gönül koymayın. Vaziyeti görüyorsunuz. Hem bedenen hem de ruhen çok yorgun olduğum gibi zamanım olmuyor.