12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2595
Okunma

Bu gün ( 18 Temmuz 2014 ) Hz .Ali’nin(R.A) şehid oluşunun 1353. Yıldönümür. O, bu tarihten 1353 sene evvel , bir Ramazan ayında ( Ramazanın 19. Günü ) İbn-i Mülcem adlı bir hain tarafından başından zehirli bir kılıç darbesiyle yaralanmış ve yine Ramazan ayının 21. Günü hayata gözlerini yummuştur.
Peki kimdir bu İbn-i Mülcem denen hain? Hz Ali (R.A) ile alıp veremediği nedir ki Hz Peygamber’in (S.A.S) “Ben kimin dostu isem Ali’de(R.A) onun dostudur. Allah’ım ona dost olana dost ol; düşman olana da düşman ol. Ona yardım edene yardım et.” Hadis-i şerifine rağmen Hz. Ali’yi öldürme gibi bir hainliği yapmıştır. Hem de ‘’ Emir ve hüküm sadece Allah’a aittir Ey Ali! Sana ve arkadaşlarına değil!" diyerek vurmuştur o zehirli kılıcını Hz. Ali’nin (R.A) Başına ?
İşte bu sorunun cevabı bizleri 1353 sene öncesinden alır ta bu günlere kadar getirir ve karşımıza İslam dünyasının iki büyük belasını diker. Bu iki büyük beladan biri Yahudiler diğeri de Haricilerdir.
Yahudiler malum…Onları tanıyoruz. Ms 70 Yılında Roma İmparatoru Titus tarafından Filistin topraklarından sürülen ve o tarihten sonra dünyanın dörtbir tarafına yayıldıkları halde bir gün tekrar Kudüs’e dönme ideallerinden bir saniye bile vazgeçmeyip sonunda bu günkü İsrail Devletini 1948 de kuran bir kavim.
Haricilere gelince: Onlar da 657 yılındaki Sıffin savaşından sonra artık resmen su yüzüne çıkmış olan bir hainler topluluğudur ki günümüzde İşid, Boko Haram, Selefi, Vahhabi ve daha pek çok adlarla hainliklerine devam etmektedirler.
Peki Haricilerle Yahudilerin ilgisi nedir?
Hz. Peygamber (S.A.S ) 632 yılında vefat ettiğinde henüz daha mübarek naaşı yıkanıp defnedilmeden Müslümanlar arasına karışıp fitne çıkaran ve ‘’ Eğer peygamber olsaydı ölmezdi ‘’ Gibi sözlerle Müslümanlar arasında kargaşa çıkmasına sebep olanlar sözde Müslüman olup özde Yahudi kalanlardı ki o zamanki liderleri Abdullah İbni Sebe adındaki birisiydi …Nice asırlar sonra ortaya çıkan Sebatay Sevi gibi. ( isim benzerliği boşuna değildir elbette )
Abdullah İbni Sebe’nin Müslümanlar arasında fitne çıkarma çabaları Hz. Ebubekir’in (R.A) gayretleri ile bertaraf edilmiş ve Müslümanlar Ona biat ederek ( bazıları bu biat tabirine gıcıktırlar ama biat koyun gibi bağlanmak ve kendini bilinçsizce kasabın bıçağına teslim etmek anlamına gelmez. ‘’ Ülkemi yönetmek için sana güveniyorum ve seni seçiyorum ‘’ anlamına gelir. Aslında doğrudan demokrasidir biat ) bu fitnenin önüne geçilmiştir ilk etapta. Hemen belirtelim Hz Ali (R.A) Hz. Ebubekir’e (R.A ) Biat etmiş midir, etmemiş midir konusu çok tartışılmıştır ve hâla tartışılmaktadır ama Hz. Ali’nin şu sözleri onun Hz. Ebubekir’e de Ömer’e de biat ettiğini, biat etmese bile onların halifeliğine itiraz etmediğini gösterir:
1- Hz. Ali (ra)’nin, Basra’da kendisine,
“Halife olman için Resulullah (asm)’ın halifeliği sana bıraktığına dair bir ahdi ve selahiyeti mi var, yoksa kendi görüşüne göre mi hareket ediyorsun?” şeklindeki bir soruya: ( Bu soru Hz. Osman’dan sonra Halife olarak -Emeviler hariç – Müslümanların kendisine biat etmesi neticesinde sorulmuştur )
Verdiği cevap aynen şöyledir:
“Hayır, yoktur. Vallahi ben Resulullah’ı ilk tasdik ve iman eden kimseyim, onun adına ilk yalan söyleyen kişi olamam. Eğer Resulullah’ın halifeliği bana bıraktığına dair bir ahdi olsaydı, Ebubekir’in de Ömer’in de onun minberine çıkmasına izin vermezdim. Onlara karşı koyacak hiçbir gücüm olmasa, ellerimle mücadele ederdim."
2- Hz. Ebubekir (ra)’e biat etmeyenlerden bazıları Hz. Ali (ra)’ye biat etmek istediler. Fakat Hz. Ali (ra) hayatı boyunca Müslümanların birlik ve beraberliği için mücadele etmiştir. Fitne kapısını hiçbir zaman açmayacaktı. Böyle diyenleri sert bir şekilde yanından uzaklaştırdı. Mesela Hz. Ali (ra)’ye biat etmek isteyenlerden biri de Hz. Süfyan (ra) idi. Ona şöyle cevap vermişti:
“Biz halifelik makamına Ebubekir’i (r.a.) yeterli görüyor ve layık buluyoruz. Biz onu bu işte baş başa bıraktık. Araya girmedik.”
3- Hz. Ali (ra) kendi halifeliği müddetince Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) aleyhinde bir şey söylenmesine izin vermezdi. Bir defasında şöyle diyor:
“İşittiğime göre bazıları beni Ebubekir’den ve Ömer’den üstün tutuyorlarmış. Daha önce bu hususta bir şey söylemiş olsaydım şimdi böyle söyleyenleri cezalandırırdım. Söylemediğim için bunu yapmıyorum. Kim bundan sonra böyle bir şey söylerse o iftiracıdır. Allah’ın Resulünden sonra insanların en üstünü Ebubekir sonra Ömer’dir. Allah ikisinden de razı olsun."
“Kuru tohumları yeşerten, cansız varlıklara can veren Allah’a yemin ederim ki, Ebubekir ve Ömer’i mü’minlerin üstün ve faziletli olanlarından başkası sevmez. Günahkâr insanlardan başkası da onlara kötü gözle bakmaz, düşmanlık etmez.”
4- Hz. Ömer (ra) vefat ettiğinde Hz. Ali (ra) naşının başına gelmiş ve ona olan sevgisini ifade eden şöyle bir konuşma yapmıştır:
“Ey Ömer, ben Allah’ın huzuruna senin istediğin bir amelle çıkmaktan çok hoşlanırım. Senden başka ameline imrendiğim kimseyi bulamadım.”
Hz. Ali (ra), Hz. Ömer (ra)’e olan sevgisinden dolayı kızı Ümmü Gülsüm’ü ona nikahlamıştı.
5-. Hz. Osman (ra)’ın halifeliği döneminde onun en büyük yardımcısı oldu. Fitnecilere karşı müdafaa etti. Hz. Osman (ra)’ı azledip kendisine biat etmek isteyenlerin tekliflerini reddetti. Bozguncuların biatını Hz. Osman (ra) şehit edildikten sonra da kabul etmedi ve şöyle dedi:
“Osman’ın katillerinin biatını kabul etmekten Allah’a sığınırım.”
Netice itibariyle Hz . Ali (R.A) Kendisinden önce halife olanların halifeliğine itiraz etmemişti. Ancak Hz. Osman’ın (R.A.) Şehid edilmesinden beş gün sonra Müslümanlar halife olarak ona biat ettiklerinde bunu kabul etti fakat önünde çok önemli bir sorun vardı: Hz. Osman’ın (R.A) Katillerinin cezalandırılması. O sadece direkt olarak bu katliamı gerçekleştirenlerin tespit edilip kısas uygulanmasını istiyor, Şam Valisi Muaviye ise Hz. Osman’a (R.A) karşı isyan eden herkesin cezalandırılmasını yani bir yerde kurunun yanında yaşın da yanmasını istiyor ve Hz. Ali’nin katilleri cezalandırmaktan kaçındığını ileri sürüyordu. Muaviye adalet-i izafiyeyi savunarak “milletin selâmeti için kulun hukuku feda edilir” demiş, o isyancı grubun tamamının cezalandırılmasını istemişti. Hz. Ali de (r.a.) adalet-i mahzâyı savunarak, “Hak haktır. Ferdin hukuku hiçbir şeye feda edilemez.’’ Demişti. Hz. Ayşe (R.A), Talha(R.A), Zübeyir gibi büyük sahabeler de ( Ki Talha ve Zübeyir Hz. Ali’ye biat etmişlerdi ) Hz. Ali’nin (R.A) bu konuda pasif davrandığını düşünerek ona muhalefet etmeye başladılar.
İşte bu konu Hz. Ali (R.A) ile Hz. Ayşe’yi (R.A) karşı karşıya getirdi. İki tarafın da aslında savaşmak gibi bir niyeti yoktu ama Yahudi İbn-i Sebe için bulunmaz bir fırsat çıkmıştı. Aynı anda hem Hz Ali’nin hem de Hz Ayşe’nin yanındakilerin çadırlarına bir gece baskını yaptı ama bunu sanki Hz. Ali taraftarları Hz. Ayşe taraftarlarına, Hz Ayşe taraftarları da Hz Ali taraftarlarına saldırmış intibaı vererek yaptı.
Böylece 656 yılında Cemel Vak’ası dediğimiz savaş yaşandı iki taraf arasında. Her iki taftan da ölenler oldu. Bu İslam dünyasına sokulan ilk fitneydi.
Bundan sonra Hz. Ali Kufe’ye çekilirken Muaviye Şam’da kendi Halifeliğini ilan etti. Halifeliğini ilan etmekle de kalmayıp Öldürülen Hz. Osman’ın kanlı gömleği ile eşinin kesik parmaklarını hutbede göstererek Şam ahalisini Hz. Ali’ye karşı kışkırttı. Sonrasında ise büyük bir ordu toplayarak harekete geçti.Hz. Ali(R.A) da bir ordu hazırladı ve iki taraf Sıffin denilen yerde karşı karşıya geldiler.
Muaviye’nin ordusu bozulma alametleri gösterince onun ordusundaki Amr İbn’ül As’ın tavsiyeleriyle Muaviye ordusundaki askerlerin mızraklarına Kur’an sayfaları takıldı. Hz. Ali her ne kadar kendi ordusuna bunun bir hile olduğunu söylese de Iraklı askerler ‘’ Biz Kur’ana kılıç çekmeyiz’’ dediler. Bunun üzerine iki taraf arasında birer hakem seçilmesi ve her iki tarafın da bu hakemin vereceği ortak karara uymaları kararlaştırıldı.
Hz Ali’nin tüm itirazlarına rağmen Iraklılar hakem olarak Ebu Musa El Aş’ari’yi hakem seçtiler. Muaviye’nin hakemi ise Amr İbn’ül As idi.
İki hakem uzun müzakereler sonucunda her iki halifeyi de halifelikten indirmeye, daha sonrasında ise bu ikisi dışında seçilecek bir halifeye biat edilmesine karar verdiler ama yeni bir halife için aldıkları bir karar yoktu. Yani Öncelikle Hz. Ali (R.A) de, Muaviye de halifelikten indirilecekti.
Bu kararı önce Ebu Musa El Aş’ari açıkladı ve dedi ki: ‘’ Biz ortak bir karar verdik. Hz. Ali’yi de Muaviye’yi de halifelikten indiriyoruz’’ Sonra parmağındaki yüzüğü çıkardı ve ‘’ Bu yüzüğü parmağımdan nasıl çıkardıysam hakemi olduğum Ali’yi de halifelikten öylece çıkardım.’’ Sonra Kürsüye Amr İbn’ül As geldi. O da aynen şöyle dedi : ‘’ Ey Müslümanlar. Duydunuz, işittiniz Ebu Musa , Hakemi olduğu Ali’yi halifelikten indirdi. ‘’ Sonra onun bıraktığı yüzüğü parmağına geçirdi ve devam etti: ‘’ Ben de işte bu yüzüğü parmağıma nasıl geçiriyorsam hakemi olduğum Muaviye’yi öylece halifeliğe geçiriyorum’’
Büyük bir karışıklık oldu tabii ki ama yeni bir savaş yapılmadı. Hz. Ali Tekrar Kufe’ye, Muaviye ise Şam’a çekildi. Ancak Hz. Ali Kufe’ye çekilirken liderliğini Abdullah İbni Vehb’in yaptığı 12.000 kişilik bir grup ondan ayrıldılar. Bu grup ‘’ Kur’an ortada dururken hakemlere müracaat ettiniz. Hüküm sadece Allah’ındır’’ Diyerek Hz. Ali’yi (R.A) İslamdan çıkmış ilan ettiler (!) Yani ona hâşa kafir dediler. Vehhabiliğin Kurucusu her ne kadar taa 1703 de dünyaya gelmiş olan Muhammed İbni Abdülvehhab ise de haricilerin ilk liderinin adının da Abdullah ibn-i Vehb olması ilginç değil midir?
Abdullah İbn-i Sebe- Sebatay Sevi, Abdullah İbn-i Vehb- Muhammed İbn-i Abdülvehhab ( Sebataycılar- Hariciler ) Hep iç içe, hep kol kolalar. Bu gün de İsrail Yahudileri bir tarftan, İşid diğer taraftan. Bu kadar tesadüf fazla değil mi?
Neyse…Devam edelim.
Harici denen bu grup kendi kafalarınca artık Hz. Ali’yi ve taraftarlarını da, Muaviye ve taraftarlarını da kafir olarak görüyorlar, İslamı sadece ve sadece kendilerinin yaşadıklarını söylüyorlardı ve kendi sapık görüşlerine göre kendileri dışında herkes kafirdi, dolayısıyla da canları, malları, ırzları her şeyleri helaldi. ( Günümüzün İşidi de aynı değil midir?)
Hariciler daha sonra Müslümanlara saldırmaya, mallarına, canlarına , namuslarına tecavüz etmeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Ali Haricilerle savaşmaya başladı ve Nehrevan denilen bir yerde onlara ağır kayıplar verdirdi ama tamamen yok edemedi bunları tabii ki. Bu arada hemen belirtelim: Hariciler sadece Müslümanlara saldırıyorlardı. Mesela Yahudilere karşı en küçük bir hareketlerine şahit olunmuyordu. ( Aynen İşid ya da Vehhabi olan Suudiler de bu gün aynen böyle değil midir? )
Hz. Ali Harici belasına önemli bir darbe vurduktan sonra -İslam dünyasındaki ikiliği bertaraf etmek için Muaviye üzerine yürümeye karar verdi. İslam dünyasında iki halife olamazdı. Lakin Iraklılar başladılar yan çizmeye ve Hz. Ali’ye dediler ki: "Ey Müminlerin Emiri! Oklarımız tamamen tükendi, kılıçlarımız köreldi, mızraklarımızın başından demirleri düştü. Bizi evlerimize geri götür de iyice hazırlandıktan sonra, daha çevik ve güçlü olarak ilerleyelim."
Bunun üzerine Hz. Ali (R.A) Onlara şu konuşmayı yaptı
[ Göklerden ebail kuşlarının gelmesini bekleyenlere çok güzel bir cevaptır bu sözler. İy okunmasını ve üzerinde düşünülmesini tavsiye ederim.]
Onlara dedi ki:
"(Salat ve selamdan sonra) Cihad, cennetin bir kapısıdır. Kim bu kapıdan yüz çevirirse, Allah Teâlâ ona aşağılanma ve rezil olma gömleğini giydirir. Hüsran ve zillet artık onun sıfatı olur."
"Ey insanlar! Ben sizi gece gündüz, açık ve gizli yollarla, her çeşit metotlarla, o insanlara karşı savaşmaya teşvik etmiştim. Onlar size saldırmadan önce, siz kendiniz onlara saldırın demiştim. Canım kudret elinde olan Allah’a hamd olsun ki, her zaman şu kural geçerli olmuştur: Hangi millet, evlerine saldırılmak sureti ile tecavüz edilirse, o millet daima rezil ve zelil olur. Ama siz, yılgınlık gösterdiniz. Ellerinizi bağlayarak oturdunuz. Sözlerim size ağır geldi ve onu dikkate almadınız. Sonunda iş o noktaya geldi ki, size arka arkaya saldırıldı. O Gamit kabilesinin adamlarından olan askerler, el¬ Embâr’a saldırdılar. Genel valisi Hassan b. Hassan’ı öldürdüler. Onunla birlikte pek çok erkek ve kadını imha ettiler. Bir sipahî asker eve girerek Müslüman kadın veya zimmî kadın ayırt etmeden, ailenin kadınının kulağından küpelerini, ayaklarından da ayak süslerini soyup, rahatça çekip gitmekte ve ona hiçbir kimse bir kelime bile söyleyememektedir. Eğer izzet¬i nefis sahibi bir Müslüman, bu durumu görerek üzüntüsünden ölürse, benim nazarımda kötülenmeye layık değil, bilahare övülmeye layıktır."
"Yazıklar olsun, yazıklar olsun. Kalbi çatlatan, aklı mantığı durduran ve insanı kedere boğan halinize yazıklar olsun ki, yanlış yolda oldukları halde, onlar aralarında böyle kenetlenmiş olsunlar da siz haklı olduğunuz halde darmadağınık ve cesaretsiz olasınız. Siz hedef yapıldınız. Size oklar yağdırıldı; ama siz hiç ok atmıyorsunuz. Size saldırıldı, siz buna cevap vermiyorsunuz. Açıkça gözünüz önünde Allah’a isyan ediliyor da, sizin kılınız kıpırdamıyor. Eğer size, kışın onlara saldırın dersem; henüz şiddetli soğuk ve ayaz zamanıdır diyorsunuz. Eğer sıcak mevsimde düşmanınıza saldırın dersem; şimdi ortalığın alev alev yandığı bir sıradır, biraz ara ver de bu şiddetli sıcak dönem geçsin diyorsunuz. And olsun ki, eğer siz soğuktan ve sıcaktan kaçıyorsanız, kılıçtan çok daha fazla kaçarsınız."
"Ey erkek görünüşlü olup da erkek olmayanlar! Ey korkuluk gibi dikilen hayalî varlıklar! Ey ayağına süs takanlar gibi aklı olanlar! Vallahi siz itaatsizliklerinizle, benim bütün tedbirlerimi, düşüncelerimi mahvettiniz. Benim içimi elem ve öfke ile doldurdunuz. Nihayet Kureyşlilere, ’Ebu Talip oğlu (Ali) yiğit olmasına yiğit; ama savaş usulünü bilmiyor.’ dedirttiniz. Halbuki benden daha fazla savaş usulünü bilen ve o işin eri olan kimdir? Allah şahittir ki, daha ben yirmi yaşından küçükken savaşmaya başladım. Şimdi ise altmış yaşını geçtim. Fakat bir kimsenin sözü dinlenmezse, onun görgüsü ve bilgisi ne işe yarar! Binbir çeşit hüneri olsa da kimse inanmaz." (Bu son cümleyi üç kere tekrarladı.)" (Ebu’l¬Hasen en ¬Nedvî, Hz. Ali, s. 204¬-206)
Evet…Bizlere, tüm Müslümanlara diyor: "Ey erkek görünüşlü olup da erkek olmayanlar! Ey korkuluk gibi dikilen hayalî varlıklar!’’ Diye. Belki bu konuşmada ‘’ Ebabil kuşları bekleyeceğinize erkek olun biraz erkek’’ demiyor ama günümüzde yaşasaydı aynen böyle derdi muhakkak.
Ve nihayet 19 Ramazan 661 yılında İbn-i Mülcem adlı bir harici onu başından yaralıyor. 2ı Ramazan 661 de ise şehid oluyor Hz. Ali. Bizim bazı -artık onlara isim bulamadığım için kısaca beyinsizler diyeceğim- Evet bizim bazı beyinsizlerimiz ‘’ Müslümanlar Allahu Ekber diyerek kafa kesiyorlar ‘’ Diyor. Hz Ali’ye bile hâşa kafir diyen insanlar Müslüman ise evet Müslümanlar ‘’Allahu Ekber ‘’ Diyerek kafa kesiyorlar. O namussuz şerefsizlere Müslüman diyebiliyorsanız tabii ki.
Müslümanlar kafa kesmiyor ama maalesef kurbanlık koyunlardan da beter bir tarzda kafalarının kesilmesini bekliyor ve anası gelsin de ağzına yem versin diye bekleyen kuşlar gibi ağızlarını açmış gökten gelecek ebabil kuşlarını bekliyorlar. Hz. Ali (R.A) ebabil kuşu gelsin diye dua etmesini bilmiyor muydu? Bakın bakalım bir kez olsun bekledi mi ebabil kuşu. Oğlu Hüseyin sadece yetmiş iki kişilik maiyetiyle ( Ki çoğu çocuk ve kadındır ) Yezidin ordusuna karşı direnirken ‘’Ey Yezit Sana biat etmek Dedem Resulullah’a(S.A.S), Babam Ali’ ye (R.A) İhanettir. Ben böyle bir ihaneti yapmam’’ diyeceğine ‘’ Ey Rabbim gönder ebabillerini’’ demesini bilmiyor muydu?
Allah’ın ( C.C ) Aslanı olmak kolay değil… لا فتى الا على لا سيف الا ذوالفقار)
‘’Ali’den başka fatih, Zülfikar’dan başka kılıç yoktur ‘’ Diyerek noktalayalım.