3
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1498
Okunma

Konuya Dair Katkı:
"...44- Eğer Biz onu A’cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur’an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: “Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A’cemi (Arapça olmayan bir dil)mi?” De ki: “O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.” Fussilet/44
Konu Kur’an’daki tev’il, meal ve tefsir sorununda düğümleniyor.
Sonrası Arapların Arabi’sinin VI. yy. ile XXI.yy. arasındaki sözcüksel anlamlanma-anlamlandırma farkına ve bunu netlikle çözümleyebilmeye kalıyor...
Bir de Kur’an surelerinin inme sırasındaki kargaşadan kaynaklılık durumu var tabi ki !..
Sonra, muhkim ve müteşebbis ayetler kavramı gibi, bunu kuvvetlendiren bir kargaşa daha ortaya çıkıyor.
Yani," efendim Kur’an’da anlaşılamayan kısımlar hadislerle anlaşılır" filan yaklaşımı gibi...
Kur’an’ı herkes anlayamaz demekte, başka bir boyutta işin içinden çıkılmazlık hali olmaktadır.
Bu çıkmaz, Birtengri’nin " bu kitabı apaçık ve Arabi diliyle tenzil ettik ve akl’edesiniz diye…" söylemi varsa eğer, bu soruların olmasıyla da en büyük çelişki durumu olmalıdır !
Zırvanın, saçmanın ve absürdlüğün katmerlenme halinde konumlanmasına neden oluyor, bu durum.
Birtengri’ye yakışır tarafı olacağını düşünemiyorum.
Birtengri kullarına ve yaratısına dair; her türlü absürdlüj, zırvalama ve saçmlıktan uzaktır.
Tenzih ve münezzehlik müessesi, malum...
Her dilin bir doğuşu, gelişimi ve mükemmeliyete eriş aşaması var.
Her dinin de elbette.
Dil ve dinler birbirlerinden kopuk değildirler, ayıramıyoruz.
Bu asla göz ardı edilmemeli…
Arabi’de (Arapça’da) yukarıda yazmaya çalıştığım bu aşamayı yaşamış, kaçınılmaz olarak.
Dilin vardığı en üst gelişim düzeyini bilim ve sanat, yani estetik-diyalektik düzeyine ve sözcük- kavram karşılama ve ifade edebilme başarısına bakarak tespit ediyoruz.
Bir de bu gelişimin dildeki sözcüklerin yaşamsallığı, yapısallığı ve işlevseliğiyle olan sorunu var.
Bildiğimiz genel linguistik, etimolojik, onomastik ve semantik dizge sorunsalından bahsediyorum yani..
Sözcüğün anlamındaki evrilme ve farklı anlamlara yönelme, anlamının kayması, gelişmesi veya kirlenerek kullanımdan düşmesi gibi bir sözcük süreçsellik durumunu da beraber getiriyor.
Ek düşünsel dizgeye yardımcı olması açısından, bu belirleyenlere bir kaç ilkesel yaklaşım daha önerebiliyorum.
Bir.. Akli ve nakli Kur’an tespiti farkıyla te’vil ve tefsir çelişkileri.
Aklın bölümlenmesi ve Kur’an’i bütünsellik.
Bölümselliğin, genel bütünselliğe uygunluk durumu.. akıl, nakil ve realite dizgesiyle olan uyum.
Bunu açarsak vasat akıl, akıl üstü akıl ve akıl dışılık boyutunda akliyet (irrasyonalite) gibi bir perspektifler mütekamiliyeti halini yazabiliyorum...
İkinci olarak, çok önemli bulduğum bir düsturu daha tespit ediyorum.
Zihin karışıklığının sebebi fikir silsilesine (düşün ve duyum dizgesine) riayet etmemek, bu dizgelemi dikkate almadan değerlendirme ve hükümlendirmeler yapmaktır...
Bunu da toplumsal, bilimsel, tarihsel neyse işte; tüm disiplinlerde olan yasalaşmışlık ve nesnelitenin soyutluğu ve de kaçınılmazllığı kuralları bütününe bağlayabiliyorum.
Öyleyse önerme sorular şunlardır.
Dinsellik zat-i inançsallıkladır, din olgusunun özü ve özeti budur.
Yaratıcı ile kulu arasındaki tüm parazitleri kaldırarak okunmalıdır.. iki, mutlaka toplumsala kapsayan laik içeriklikte olmalıdır.
Ahbariyet ve ruhbaniyet menfiliğinin verdiği zararlardan uzaktalık olarak ta yazabiliyorum.
Gelinen son noktada Kur’an ayetleri arasında dizilim ve tenziliyet açısından bu kadar çok çelişki varsa, mutlaka dile ve ifadeye bakılmalıdır.
Araya giren asırlara, bu asırlar arasındaki mekan ve zamansallığa ve o dilin gelişimiyle, yine kelime ve kavramsal değişim/dönüşümüne bakılmalıdır.
O zamanki (VI.yy.) Arabi ile şimdiki Arabi (Arapça) arasındaki sözcüksel ve kavramsal anlam farklılaşmasına çok dikkat edilmelidir.
Kur’an’ın hem Arabilere, hem de Arap olmayan toplulara seslenişiyle; bunun te’vil ve tefsirine (mealliğine) bakılmalıdır.
Birtengri’nin sözlerine sadık kalınmadığı görülen, anlamsal saptırmalarla dolu te’vil, tefsir ve mealenlik saçmalıkları mutlaka ajkiyet babıbda sorgulanmalıdır.
Burada bir başka altı çizilesi nokta olarak, din ve edebiyatın bir kolu olan şiirin öznelliğinin ve Kur’an’i yazımla benzer olmasının ortaklığına dikkat çekmek istiyorum.
Kur’an’ın ilahi ve mükemmel bir bir şiirsel vezin ve tematikle, vermek istediği mesajlar bütünlüğünde yazıldığını söylemek istiyorum.
Bu nedenle de ilahi şiirsellik içerikliğinden dolayı, öznel bir ayrışıklık durum ve konumu görüyoruz.. insanların konumlarına ve sorunlarına aşamasal bir öznelitesi oşouyor, böyle olması da zaten ve çok normaldir diyebiliyorum..
Kişiye ve hitap ettiği toplumlar arasındaki çok çeşitli yatay ve dikey toplumsal tabakalanma farkaıns bağlı anlamladırmayladır.
Statüselliği ve hiyerarşisi de dikkate alınarak, ona göre değerlendirme ve tespitler yapılmalıdır.
Bu ve benzeri düşünsel ve duyumsal tematik ayrıksılıklar anlamındaki farklar şeklinde de söyleyebiliriz.
Bu öznelliği birleştirip, genel bir nesnellikte toparlamak inanıra ve okura, yani "mütekamil ins"e kalıyor.. böyle bir öznelliği var, şiirsel içerikle yazımlı Kur’an’ın..
Kur’an’ın söyleminin komünal ve uygulayıcısı iddiasındaki eylemcilerinin ise tuhaf bir biçimde kapital tanımsallıkta olması buna en büyük delildir.
Biz zıtlara değil, sahte zıtlara bakarak düşünsüyor ya da duyumsuyoruz.
Yanılsama ve yanlışa götüren çelişme buradadır.
Sahte zıt çelişkidir.
Unutmuyoruz !..
Safiyat/saffat (hatasızlık ve Tanrı yönlendirmesiyle arılık, temizlik) müessesesi peygamberlerle bitmiştir.
Kur’an da ezel-i ebed Birtengri’nin koruması altında olup, bir harfi bile değiştirilmemiştir, değiştirilmeyecektir.
O zaman, genel ilahi kurallarla, yaratı eylemi arasında bir aykırılık varsa; bunun sebebi Allah adına yapıldığı söylenen uygulayıcılıklar ve bu zaman-mekan süreci içindeki tefsir, te’vil ve meali dejenarasyonlardan kaynaklı olmalıdır.
Aslolan da, son tahlilde hep Birtengridir.
Onun Sünnetullah’ıdır.
Peygamberlerin (hadis), evliya ya da alimin (kıssa) nitelenen söyledikleri değildir..
Kur’an, hadis, kıssa ya da Kıyas-ül Fukaha arasındaki çelişkiyi burada aramak gerekiyor.
Peygamber sünneti ile Allah Sünnetullah’ı ikilemini artık bir yana bırakmamız gerekiyor ve bu türden anlam ve anlamlandırmalarımızda oluşucak teklik, doğru bir başlangıç noktası olması bakımından çok önemlidir
Ve Birtengri buyruğu olan Kur’an’ın, doğru anlaşılması bakımından mihenk teşkil edecek yerde, zannımca burası olmaktadır.
Ahmet Kutlu Ayyüce
10/07/2104-17:51