2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
701
Okunma

İki gün önceydi.
Ayaklarımın üstünde zorla dururken cümleleriyle güç veriyordu. Hayatın anlamını öğrendiğin gün sahip olduğun her türlü şeyden nefret edeceksin diyordu.
Haklılığına hep onay verdim.
Yürümekte zorlandığım merdivenlerde cümleler kurdu ayak üstü;
El ayak oldu.
"Hayat çok kısa, sözcüklerini boşa harcama. Kimseye bırakma söz hakkını." Ellerindeki derin yarıklara baktı, sonra gülümsedi;
" Her şey boş..." dedi.
Döndüm ellerime baktım, sahip olduklarıma, olamadıklarıma baktım. Nefes almamı güçleştiren sıcağa inat, güneşe baktım.
" Ellerinde bir kutuyla çıktı karşıma, "gidiyorum."dedi. Sırtında her zamanki çantası, ellerindeki yaralar yok gibiydi, verdiği kutuyu açtım. Boştu."
Uyandım, gözlerimi açtığımda duyduğum ses sonsuzluğu çağrıştıran acı bir sesti.
İsmini hiç duymasaydım, kendisini hiç görmeseydim içimdeki acı yine sızlayacaktı.
Kalp kriziydi.
Biliyordum onu sonsuzluğa götüren tamamlayamadığı ve yıllarca kalbinden çıkaramadığı silik bir resimdi. Onu da aldı gitti.
Geride bıraktıkları balkonundaki mimozaları, menekşeleri; henüz tadına bakamadığı üzümleri, hiçbir şeye değişmediği güvercinleri.
Geriye bıraktığı gerçekleştiremediği hayalleriydi.
Her şey boş derken, anladım...
O kutuyu gördüm güvercin yuvasının üstünde içi boştu.
Bir damla gözyaşı bıraktım içine ve dua ettim...
"Hayat kısa, Nuray" dedi.
"Her şey boş."
"Kendi cümlelerini yaz;
kendi hikayeni,
kendin,
kendi..
Hayat bu ya!
Süresi biten gidiyor sandığına...
Geride kalan kuklara acısını bırakarak...
"Henüz ölümüne inanamadığım; gülüşü bir ömrü sevdiren insan; rahat uyu..."
2014