3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1049
Okunma

Fazla gidemedik. Öndeki kamyonet önce yavaşladı, sonra durdu. Mecburen ben de frene bastım ve yanımdaki Hasan Amca’ya bakmamaya çalıştım. Her ne kadar bakmasam da Hasan Amca yolcu koltuğunda oturmaya ve de söylenmeye devam ediyordu: “Dedim sana, Birinci Köprü yoluna girecektik. İkinci hep tıkanık oluyor.”
Kurtuluş umuduyla radyoya uzandım:
“Şimdi İstanbul’daki yol durumunu veriyoruz. Boğaziçi köprüsü Avrupa-Anadolu geçişleri yoğun ama akıcı. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nde ise her iki yönde de yoğunluk var...”
Bu noktada çoğu kişi söylemez ama Hasan Amca söyledi:
“Demedim mi?”
Lafım, sözüm geçmiyor Hasan Amca’ya. Kendisi arkadaşımın kayınpederi... Arka koltukta, eşi Serpil Teyze var. Allah’tan onun sesi çıkmıyor. Yoksa ben arabadan çıkıp, bilinmeyen bir yöne doğru yürüyeceğim.
Serpil Teyze’nin telefonu çalıyor.
“Alo? Nihan sen misin? Vardınız mı kızım? Hah, çok güzel. Biz biraz gecikeceğiz kızım. Köprü yolunda tıkalı kaldık.”
Telefonu kapatıp bize dönüyor ve:
“Eve varmışlar çok şükür!” diyor.
Eve varanlar kendi kızı, kızının eşi ve aynı zamanda benim arkadaşım olan Tolga, kızının ikiz çocuğun teki, kızının ikiz çocuğunun diğeri, kızının çocuklarının bakıcısı, kızının çocuklarının bakıcısının kızı... Hepsi yurtdışından tek seferde geldiler; biz de onları karşılamaya gittik. Kayınlar arabalarını kızlarına ve geniş ailesine bıraktılar, kendileri yayan kalınca da benim arabaya geçtiler. İki araba aynı anda havaalanından çıktık. Kızı ve diğerleri Birinci Köprü yoluna saptılar, ben ise İkinci tercih ettim. Son gelen haberle de Birinci’yi seçenlerin eve vardığını öğrendik. Biz ise tepelerden birinde inşa edilen stadyumu seyrediyoruz.
Ona bakmıyorum ama Hasan Amca’nın bana baktığını hissediyorum. Bakışları sağ kulağımın arkasından delip geçiyor. Neredeyse sol aynadan bana geri yansıyacaklar. Ses çıkarmıyorum. Öndeki kamyonet hala duruyor. Arkadaki arabadakiler neşeli bir hava koymuş olmalılar, oynayıp duruyorlar. Sanki herkes hedefine varmış da, yapacaklarını uygulamaya koymuş gibi. Bir tek biz sessizlik içinde bir şeylerin değişmesini bekliyoruz.
Çok geçmeden telefon bir daha çaldı. Bu sefer çalan Hasan Amca’nınki. Panik içinde, sanki arayan her an kapatıp ömür boyu da aramayacakmış gibi, telefonunu açmaya çalıştı. O heyecanla sesi dışarıya vermeyi de başardı; böylece hepimizi konuşmaya ortak etti.
“Alo, Hasan Divaner’in telefonu mu?”
“Evet, benim.”
“Hasan Bey, ben Çağlayan Emniyet Müdürlüğünden polis memuru İlyas Ertüfek. Bir saniye beklerseniz sizi Cumhuriyet Savcısı Güven Bey’e aktaracağım.”
Farkında olmadan Hasan Amca’ya bakmışım. 70 lerde anarşi, 80 lerde de darbe yüzünden evinden çıkamayan adamın emniyet ve savcı kelimelerini duyunca yüzünün rengi attığını gördüm.
“Hasan Bey, iyi günler. Ben Cumhuriyet Savcısı Güven Özbolak. Elimizdeki kayıtlara göre sizin kredi kartınızdan Diyarbakır ve Erbil’de alışveriş yapılmış. Buna karşın söz konusu tarihlerde yurtdışına çıkış yapmış gözükmüyorsunuz. İfadenizi resmi olarak alacağız ama şimdilik bana sözlü olarak bu durumu açıklayabilir misiniz?”
Hasan Amca ne diyeceğini bilemedi. Dudakları titriyor, sesi çıkmıyordu. Telefonun diğer ucundan, Amerikalıların deyişiyle, telsizlerin çatırdaması duyuluyordu: Operasyona katılan ekiplerin dikkatine...
“Hasan Bey? Söyleyeceğiniz bir şey var mı?”
Varsa da söyleyecek takaati kalmamıştı.
“Bakın, elimdeki kayıtlara göre yaşınız hayli ileri. Geçmişinizde de bu anlamda şüpheli bir nokta yok. Tecrübem bana birilerinin sizin kredi kartlarını kopyaladığını söylüyor. Eğer isterseniz bu işi sizi fazla yıpratmadan halledebiliriz...”
Savcı sözünü bitirmeden uzandım ve telefonu Hasan Amca’nın elinden aldım. Hoparlörü kapattım. Artık rahatça savcı beyle konuşabilirdik.
“Savcı Bey?”
“Evet, siz kimsiniz?”
“Sizi tanıyan biri. Hatta bu yüzden izninizle size isminizle hitap edeceğim Sayın Şükrü Toprakoğlu.”
Bir sessizlik daha oldu.
“Siz isimleri karıştırdınız beyefendi. Ben savcı Güven Özbolak. Hem siz kimsiniz?”
“Benim kimliğim önemli değil Şükrü’cüğüm. Önemli olan sen ve polis memuru taklidi yapan Yekta Dirhem’in yaptıkları.”
“Sen kimsin lan?”
Aldırmadan devam ettim.
“Sizi biliyorum Şükrü Efendi. Şu anda Oral Sokak, Meltem apartmanından arıyorsunuz. Daire numarası 6 ama zilde dördüncüye basmak gerekiyor. İkinizde salondasınız. Yuvarlak yemek masasına kurulmuşsun. Yekta mutfağa doğru yönelmişti ama şimdi ağzı açık seni seyrediyor.”
Baktım tepki vermiyor, dozu arttırdım.
“Evlisin ama bir de kapatman var. Adı da Nefise. Bugün çarpacağınız paralarla ona alacağın arabanın kaporasını yatıracaksın. O BMW istemişti ama senin nefesin ona yetmedi. Nefti bir A3 te anlaştınız.”
“Kimsin sen lan o... çocuğu! Koduğumun i..si! Kim söyledi sana? Kim haber verdi? Süleyman mı? Söyle o kavata...”
Nefes almadan küfrettiği için anlatacaklarımı da duymayacaktı, sustum. Fırsattan istifade arabadakilere döndüm. Hasan Amca’yla Serpil Teyze ard arda gelen iki şoku atlatamamış gibilerdi. Boş bakıyorlardı.
Şükrü soluklanmak üzere ara verdiğinde fırsatı kaçırmadım:
“Şükrü’cüğüm, burayı iyi dinle. Seni tanıyorum, nerede yaşadığını biliyorum, nereye takılırsın, ne halt edersin, hepsinden haberim var. Bu yüzden bir ay kimseye bulaşmayacaksın. Bulaşırsan bilirim. Şu anda pantolon fermuarının açık olduğunu bildiğim gibi bilirim. O zaman ensedeyim. Ona göre. Akıllı ol. Tam bir ay bu işlerde yoksun!”
Tam kapatıyordum ki,
“Unutmadan... Senin Nefise şu anda Hilmi adında biriyle beraber. Galiba Hilmi ona BMW sözü vermiş. Haydi iyi günler.”
Kapatıp telefonu Hasan Amca’ya uzattım. Robotvari bir hareketle telefonu alıp cebine attı ama bunu sonradan hatırlamayacağına eminim.
Birkaç dakika sonra “Kerem? Ne oldu şimdi?” diyebildi.
“Bir şey olmadı Hasan Amca. Bazen böyle bileceğim tutar. Gözümün önüne adamların kim oldukları, nerede yaşadıkları filan geldi. Siz bilmezsiniz, ben küçükken kahve falı bakardım, sonra tarot açtım. Zamanla daha da ileri gittim. Hatta Cihangir’de dükkan açtım, meraklılarının geleceğini okuyorum. Bu sefer de o alanlardaki birikimi kullandım, adamları korkutmak için.”
“Yani medyum gibi bir şey mi oldun?”
“Yok, medyum filan olmadım. Medyumlar cisimlere ya da insanlara ihtiyaç duyarlar. Benimkinin tam adı yok ama kahinlik, bilicilik gibi bir şey. Detaylarını boşver. Bazı şeyleri bilmemek daha iyi. Bu arada geçmiş olsun. Az daha sizden para sızdıracaktı sahtekarlar.”
Hasan Amca cevap vermeyip, önüne baktı. Ben de öyle yaptım. Beyaz kasalı, Otosan kamyonet hala önümüzde duruyordu. Sözümona Cumhuriyet Savcısı aramadan önceki yerdeydik.
“Bir şeyi merak ediyorum” diye söze girdi Hasan Amca. “Adamın fermuarına kadar biliyordun da, şu İkinci Köprü’nün tıkanıklığını neden bilmiyordun; ben onu anlamadım.”
Hasan Amca’ya terziler ve söküklerle ilgili sözü hatırlatacaktım, vazgeçtim.