- 724 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GADİR-İ HUM HUTBESİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
İslam Dini ve bu yüce Dinin tebliğcisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, ümmetini şirkten, gıybetten, haramdan, iftira ve yalandan uzak tutmak için Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini apaçık ümmetine okumuş ve bu yönde amel etmele-rini emretmiştir. Sadece okuyup, tebliğ etmekle kalmamış; Kur’an-ı Kerim’in emirlerine büyük bir teslimiyetle uymuş ve hayatının her saniyesine yansıtmıştır. Bu bakımdan Hz. Mu-hammed (s.a.v) Efendimiz için ‘Yaşayan Kur’an’ denilmiştir.
Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin devlet başkanlığı döneminde İslam Dini en ‘DURU’ hali ile yaşanmıştır. İlkellik, bağnazlık, hırsızlık, yobazlık, katillik, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, faiz, fuhuş, zina, içki, kumar, fal ve büyücülük gibi ifrit işler (şeytan işleri) Kur’an-ı Kerim’in nuru ve Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin uygulamalarıyla tarihin karanlığına gömülmüştür. İnsanlara, Allah’ın (c.c) tüm emirlerini tebliğ etmekle Görevlendirilen Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kendisinden sonraki ümmeti için büyük bir kaygı duymuştur. Allah’ın (.c.c.) kendisine bahşettiği ilim ile, ümmetinin gelecekte 73 fırkaya bölüneceğini ve birbirini boğazlayacağını ümmetine haber vermiştir.
Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz, İslam Dünyası’nın bekası ve selameti için altın öğütlerde ve çözüm önerilerinde bulunmuştur. O dönemden bu günlere bakacak olur isek; Peygam-ber (s.a.v) Efendimizin emirlerine uyulmadığı için ‘Cemel Va-ka’sının’ ve ‘Kerbela’ faciasının yaşandığını görürüz. 20. yüzyılda da Resulullahın emirlerine ve çözüm önerilerine halen itaat edilmediği için İslam Dünyası Batılı Haçlı Dünyası’nın zulmü altında inim inim inlemekte ve milyonlarca Müslüman kanı dökülmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v) İslam Dünyası’nın dimdik ve en sade haliyle, yükselerek varlığını devam ettirmesi için şu altın öğütlerde bulunmuştu: “Ehl-i Beytim Nuh’un gemisi gibidir; O’na binen kurtuluşa erer” Bir başka hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Size iki emanet bırakıyorum; biri Kur’an, diğeri de Ehl-i Beytimdir” Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin bu uyarılarından da anlaşılacağı üzere; İslam Dini’nin, her türlü kirden ve günahtan arındırılmış olan Ehl-i Beyt yoluyla yaşanmasını ve yaşatılmasını istemiştir. Zira bu istek, Yüce Allah’ın (c.c.) isteğidir. “Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın (ziynetinizi ör-tün) Namazı kılın, zekatı verin. Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” (Azhab Suresi: 33)
Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin 632 yılında vefat etmesiyle birlikte, iman edenlerin bir kısmı eski dinlerine dönmeye başlamıştır. Halife seçilen Hz. Ebu Bekir, İslam’daki bu parça-lanmayı önlemek için ayrılıkçılara savaş açmıştır. Fitne ve fesat; Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin gömdüğü çukurdan çıkarak müminler arasına yayılmıştır. Fitnenin boyutları bunlarla da sınırlı kalmamış; sahte kadın peygamber ortaya çıkmış ve bidat akımlar yeniden canlanmıştır. İslam Dünyası tam anlamıyla fitne çemberinin içine düşmüştür. İslam Halife-leri, bir yandan bu fitne akımlarla mücadele etmiş, bir yandan İslam Devleti’nin sınırlarını genişletmiş ve bir yandan da hakkı ve adaleti temin etmeye çalışmışlardır. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde İslam coğrafyası muazzam bir şekilde genişlemiş; adalet ölçülerinden asla taviz verilmemiştir. Halifelik, Hz. Ali (r.a.) Efendimizin hakkı olma-sına rağmen; halifelere ilmiyle ve devlet adamlığı ile her konuda yardımcı olmuş ve İslam’ın tam olarak yaşanmasını sağlamıştır. Hz. Ömer bu konuda şöyle söylemiştir; “Vallahi, Ali olmasaydı ben helak olurdum” Hz. Ebu Bekir ve Os-man, müşkül anlarında daima Hz. Ali (r.a.) Efendimize müracaat ederek, müşküllerinden kurtulmuştur. Öyle ki; Hz. Osman’ın halifeliği döneminde yetmiş defa hataya düştüğünü bu hataları Hz. Ali’nin (r.a) düzelttiği İslam kaynaklarında geçmektedir.
Hz. Ali (r.a.) döneminde fetihlere ara verilmiştir. Zira Hz. Ali (r.a.) halife olduğunda İslam Devleti hiç olmadığı kadar fitne-nin içine gömülmüş, Hz. Osman’ın şehit edilmesi bile Muaviye tarafından siyasete alet edilmiş; katilleri bulması için Hz. Ali (r.a.) Efendimize baskı uygulamış; Şam’da halifeliğini (valiliği-ni) ilan ederek Hz. Ali’nin (r.a.) halifeliğini tanımamıştır. Böylece; Muaviye ve Hz. Ali’nin (r.a.) Orduları savaşa hazır-lanmıştır. Bu durum karşısında Muaviye; yaşlandığında halifeliği kendisine bırakacağına dair söz vermiş; Hz. Ali (r.a.) Efendimiz de bu söze uyarak savaşmaktan vazgeçmiştir. Ancak Muaviye; sözünde durmamış, oğlu Yezid’i halife ilan etmiştir. Yezid’in halife ilan edilmesiyle birlikte; Ehl-i Beyt’e karşı dünya tarihinde eşine rastlanılmayacak bir zulmün ve vahşetin de kapıları açılmıştır.
Evet, halifelik Hz. Ali (r.a.) Efendimizin hakkıydı. Şan, şöhret ve makam peşinde koşanlar, Hz. Ali (r.a.) efendimize halifelik hakkını teslim etmemiştir. Bugünlerde İslam Dini siyasete na-sıl alet ediliyor ise, o dönemlerde de İslam Dini maalesef siyasetin bir aracı olarak görülmüştür. Hz. Ali (r.a.) Efendimi-zin halife olamayacağına dair bir sözcük ileri sürülmüştür. O sözcük üzerinden hareket edenler, İslam Dünyası’nı ikiye ayırmıştır. Bu sözcük ‘MEVLA’ sözcüğüdür ve Hz. Muham-med (s.a.v.) Efendimizin Gadir-i Hum Hutbesi’nde geçmektedir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz; Zilhicce’nin 18. günü, 124 bin sahabesiyle birlikte Hac vazifesini tamamlayıp dönerken, Cibril (a.s) Allah’ın (c.c.) emriyle Hz. Muhammed (s.a.v) Efen-dimize bir vahiyde bulunmuştur. Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, bu vahye uyarak Mekke ile Medine arasında bulu-nan Gadir-i Hum diye bilinen bir yerde konaklamış ve sahabelerinin bir araya toplanmalarını istemiştir. Kendisi de sesinin daha iyi duyulabilmesi için yüksek bir yere çıkmıştır. Cebrail (a.s.) Resulullah’a “Ey Muhammed, Allah (c.c.) sana selam ediyor ve şöyle buyuruyor” “Ey Resul! Rabbi’nden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, o takdirde O’nun risaletini (Halifeliğini) tebliğ etmemiş olursun. Ve Allah seni insanlardan korur” (Maide Suresi: 67) Hz. Mu-hammed (s.a.v.) Efendimiz, Ayet-i Kerime’yi sahabelerine okuduktan sonra da Gadir-i Hum Hutbesi’ni irad etmiştir. Al-lah’a hamd-ü sena ederek başladığı hutbesinde Hz. Ali (r.a.) Efendimizin elinden tutup kaldırarak müminlerin emiri olduğu-nu ilan etmiştir. Ayet-i Kerime’ye ve Hutbeye göre Hz. Ali (r.a.) Efendimiz, Yüce Allah’ın (c.c.) emriyle halifelik makamı-na layık görülmüştür.
Gadir-i Hum Hutbesi’nde Hz. Ali ile ilgili sözler şunlardır:
a-) “Ali B. Ebu Talip, benim kardeşimdir, vasimdir, halifemdir ve benden sonraki halifemdir”
b-) “Allah Resulünün (s.a.v.) halifesi O’dur. Müminlerin emiri (Mevlası) odur. Allah tarafından tayin edilen hidayet imamı O’dur”
c-) “Ey insanlar! Bu Ali’dir! O benim kardeşimdir, vasim, ilmimi toplayan ve ümmetim arasında iman eden kimseler üzerinde-ki halifemdir.”
d-) “Ey insanlar! Ben halife emrini kıyamet gününe kadar imamet veraseti olarak neslime emanet ediyorum.”
e-) “Ali, Allah tarafından tayin edilen imamdır.”
f-) “Benden sonra Ali, Allah’ın emri ile sizin veliniz ve imamı-nızdır. İmamet makamı ondan sonra da Allah ve Resulü ile görüşeceğiniz güne kadar O’nun evlatlarından olan benim neslimin hakkıdır”
Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, ‘Mevla’ kelimesini ‘Emir-halife’ olarak zikretmiştir. Dini siyaset aracı olarak kullananlar ise; bu kelimenin ‘dost ve kardeş’ anlamında kullanıldığını iddia ederek Hz. Ali (r.a.) Efendimizin halifeliğini engellemiş-lerdir.
Kur’an-ı Kerim’den ve Hutbeden anlaşıldığı üzere; imamet makamı bir imamı diğerine Allah’ın emri ile miras bıraktığı bir makamdır. Bu konuyla ilgili pek çok ilmi deliller mevcuttur. Bu delillerden ikisini aktarmakta fayda vardır. Amr b. Eşas’ın ri-vayeti şu şekildedir: “İmam Cafer’in şöyle dediğini duydum. Siz bizden birinin imamlığı dilediği kimseye vasiyet ettiğini mi sanıyorsunuz? Hayır! Vallahi, bilakis bu Allah’tan Peygamberine verilen bir ahidir. Ehl-i Beyt’ten emaneti alan kişi kendisinden sonrakine aktarmıştır. der-ken emir gelip sahibini bulmuştur” (Kulevni, Usul-ü Kafi) İmam-ı Gazali de diyor ki; “Fakat hilafet hususunda delil bütün açıklığı ile ortaya çıktı. Ve konu aydınlandı. Cumhur (Müslümanların tamamına yakın çoğunluğu) Gadir-i Hum Hutbesi’ndeki hadisin metninde şeksiz şüphesiz tam icma ve ittifak ettiler. Orada Resulullah şöyle buyuruyor; ben kimin idarecisi isem, Ali de onun idarecisi ve velisidir…” (İmam-ı Gazali; Sırr’ul Alemyn ve Keşfi Mafi’d Dareyn. Sh. 16-18)
İslam kaynaklarına göre, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz vefat ettiğinde, alelacele bir halife seçimi hazırlığı başlamıştır. Şura toplanmış; kimin halife olacağı tartışılmıştır. Hz. Ali (r.a.) Efendimiz ise, Yüce Resul’ün cenazesini yıkamakla ve defin hazırlıklarıyla meşgul oluyordu. Yüce Resul’ün defin işlemini bitirdikten sonra Hz. Ali (r.a.) şuranın toplandığı haberini almış ve Şura Heyeti’ne gitmiştir; ancak halife çoktan belirlen-miş ve Hz. Ebubekir çoktan halife seçilmiştir. Hz. Ali (r.a.) kendisine karşı çok açık bir haksızlık yapıldığını anlamış ve Şurada bulunan kalabalığa seslenmiştir. Mealen; “Resulullah Gadir-i Hum’da beni halife seçmemiş miydi? Gadir-i Hum Hutbesi okunurken sizler orada değil miydiniz?” Diye sormuş: kalabalıktan ses çıkmayınca, tanıdığı bir kişiye şu soruyu sormuş; “Sende mi işitmedin?” Yaşlı adam; “Vallahi, ben yaşlanmışım, hatırlamadım…” diye cevap vermiştir. Hz. Ali (r.a.) yaşlı adama; “eğer yalan söylüyorsan, iki gözün kör olsun…” diye beddua etmiştir. Sonra bir başkasına şu soruyu sormuş; “Sende mi Resulullah’ın Hutbesi’ni işitmedin” O kişi de aynı cevabı verince Hz. Ali (r.a.) “Şayet yalan söylüyorsan, yüzünde kapanmayacak yaralar çık-sın.” Diye beddua etmiştir. Kısa bir zaman içinde yalancının gözü kör olmuş; diğerinin yüzünde de kapanmayacak yaralar (cüzam) hastalığı çıkmıştır. O kalabalıkta, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin sancaktarlığını yapmış olan Eyüp El En-sari, baskılara aldırış etmeden ayağa kalkarak, mealen; “Val-lahi, ben Gadir-i Hum Hutbesi’ni işittim ve Allah Resulünün Ali’yi halife ilan ettiğine şahit oldum…” diyerek ger-çeği söylemiştir. Halife seçimlerini tertipleyenler, o dönemin ileri gelen ve sözü geçen aşiretleriydi. Dolayısıyla kendi istekleri doğrultusunda beyanda bulunulması için insanlara cebir, şiddet uygulanmış ve hatta tehdit edilmişlerdir. Bu sebeple; halifelik seçiminde bulunanların büyük çoğunluğu gerçekleri söylemekten çekinmiştir.
Sonuç itibariyle;
İmam Ali, (r.a.) gördüğü manzara karşısında irkilip kalmış; fitnenin şurayı da esir aldığını görmüştü. Orada halifeliği almak için mücadele edecek olsa; Müslümanların bölüklere ayrıla-cağını ve fitne ateşinin daha da yayılacağını hissetmişti. Bunun ise İslam’a büyük zarar vereceğini düşünerek ‘İmamlık’ konusunda fazla ısrarcı olmamıştır.
Bu vesileyle; Gadir-i Hum Bayramı’nın, İslam Alemi’nin birliğine ve dirliğine vesile olmasını Yüce Allah’tan (c.c.) diliyorum.
13.11.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.