- 1278 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GURBET-İ İSTANBUL
İstanbul, yüreğimin bir köşesindeydi ve de sürekli aklımdaydı. Kardeşlerim tarafından İstanbul anlatıldıkça, İstanbul’a karşı hayranlığım artıyordu. Çünkü İstanbul Fatih Sultan Mehmet’in yadigarıydı. Sahabelerden Eyup el-Ensari hazretlerinin mekanı olduğu gibi birçok sahabelerinde mekanıydı.
2 yıldır İstanbul’a gitme hayalleri kuruyordum ve bir gün mutlaka gideceğimden de emindim. İstanbul’a gitme fırsatları çıkıyordu karşıma ama ne yazık ki elime geçen fırsatlar bir kuş gibi uçup gidiyordu.
Aziz Mahmud Hüdayi kursu, benim için tek fırsattı, 2 yıl boyunca buraya gitmeyi hayal ettim. Geçen yıl kayıtlar dolduğu için kayıt olamamıştım da 1 yıl boyunca kayıt zamanını takip ettim. Ağustos 2011’de kayıt yaptırdık. Eylül’de Aziz Mahmud Hüdayi kursundan haber geldi.
Fakat maddi durumdan dolayı babam İstanbul’a gitmeme razı değildi. Sırf babam razı olmadığı için gitmekten vazgeçtim. Ben her ne kadar İstanbul’a gitmekten vazgeçsem de yüreğim oradaydı.
Her ne olduysa 2 hafta içinde oldu da kapandığını zannettiğim İstanbul kapısı bana ardına kadar açıldı. Kaybetmek üzere olduğum heyecan yeniden canlandı ve kendimi son hafta İstanbul’a gitme hazırlıkları içinde buldum. İstanbul’a Aziz Mahmud Hüdayi kursuna gideceğimiz günü sabırsızlıkla beklemeye başladım. Heyecanlıydım, mutluydum, 2 yıldır hayallerimi süsleyen İstanbul’a gidecektim.
25 Eylül 2011 Pazar günü babaannem gile “Allah’a ısmarladık” demeye gittik. Ben isterdim ki İstanbul’a gitmem herkese sürpriz olsun, fakat herşey kesinleştikten sonra İstanbul’a gideceğimi duymayan kalmamıştı.
Pazar akşamı bütün aile istasyona gittik, kardeşim Zahid Denizli’de olduğu için sadece o yoktu. Hayatımda ilk defa trenle yolculuk yapacağım içim oldukça heyecanlıydım. Babam, ben ve kardeşim Ömer birlikte gidecektik İstanbul’a.
Beklemek kadar zor bir şey olamaz. Zaman geçmek bilmiyordu sanki ve geçen dakikalar sonunda beklediğimiz tren geldi. Treni görünce aklıma Orhan Hakalmaz’ın Kara Tren isimli parçası geldi aklıma.
Ayrılık vakti geldi, çattı. Sevdiklerinizle vedalaşıp, yuvanızdan uçup gidiyorsunuz bir kuş gibi. Başka denizlere yelken açıyorsunuz. Annem gil ile vedalaştım, annem gözyaşlarını tutamadı. Trene binip, hareket saatini beklemeye başladık. Herkes yolcularını uğurluyordu el sallayarak.
26 Eylül 2011 Pazartesi günü 12-13 saatlik tren yolculuğundan sonra saat: 10:30 gibi İstanbul Haydarpaşa garına geldik. Yani rüyalarımın şehri İstanbul’a geldik. Hayatımda yaşadığım en güzel yolculuklarımdan bir tanesiydi İstanbul yolculuğu, babam ve kardeşim Ömer ile birlikte.
Gece yolculuğu yaptığımız için, çevremi gözlemleme imkanım olmadı, ancak yolculuğumuzun gündüz süren kısmında, çevremi izleyebildim. Dağlar, taşlar ve ağaçlardan bir müddet sonra denizle karşılaşıyorsunuz.
İstanbul’a gelir gelmez ilk işimiz Kadıköy’e, rahmetli dedemin teyzesinin oğlu Hasan amcalara gitmek oldu, haberleri vardı İstanbul’a geleceğimizden.
Kendimi bir an için Konya’da zannettim. İstanbul’a gelince ilk izlenimlerim; trafiği oldukça kalabalık ve yavaş, otobüsler tramway hattının bir kısmından geçiyor. Konya’da ise trafik fazla kalabalık değil ve oldukça hızlı.
Hasan amcalara gidinceye kadar valizler bizi epeyce yordu. Hasan amcalara gelir gelmez ortalık itfaiye ve ambulans sirenleriyle inledi. Biz alışkın olmayınca bu fazla gürültüyü garipsedik. Hasan amca, İstanbul’da bu durumun sık ve normal olduğunu söyledi. Kahvaltımızı orada yaptık.
Öğleden sonra Ümraniye’ye Aziz Mahmud Hüdayi Kız Kur’an Kursu’na gittik. Kayıt işlemleri tamamlandıktan sonra kaçınılmaz ayrılık geldi. Babamla ve kardeşim Ömerle vedalaştım ve onlar gittiler.
Hayatımda ilk defa ailemden çok uzakta ve farklı bir şehirde yalnız kaldım. Kalacağım yeri gösterdiler bana. Kalacağım yer lambir denilen çatı katıydı. İçime ayrılık acısı çöktü. Böyle bir ayrılık acısı yaşayacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Bir an için; ben ne yapmışım böyle, dedim. Acaba gurbet acısını. ayrılık acısını kaldırabilecek miydim? Çünkü ben zannederdim ki ailemden farklı bir yerde aylarca uzak kalsam bir iki ay boyunca onlarla görüşmem belki, derdim. Ama hiç zannettiğim gibi olmadı. Başka bir şehirde, ailemden, çok uzaklarda ayrılığın bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim.
Bir müddet sonra hemen telefona sarıldım ve evi aradım, telefona kardeşim Bahri çıktı. Annem evde değilmiş. Kardeşim Bahri’nin sesini duyunca biraz rahatladım. Daha sonra Hatice Hale hocayla Miyase hocayı aradım ve onlarla konuştum. Onlarla konuşuncada rahatlamıştım. Kısa bir süre içinde hem ayrılık acısını atlattım hem de kursa ve arkadaşlarıma yani yeni hayatıma alıştım.
Bazen yuvadan uçmak gerekir, hayat denilen yolda ayakta kalabilmek için..!
SÜNDÜS KOÇ – İSTANBUL
30.09.2011 – CUMA 18:17