Neden gittikçe kararıyor renkler, giydiklerimiz, zaman mı kirletiyor renkleri?
Eskiden hep açık renkleri severdim, küçüklüğümden itibaren gittikçe koyulaşmaya başladı renkler. Beyaz elbiseyle başladı her şey. Beyaz elbisenin karanlığa yenilmesinde gizliydi tüm renkler. Beyaz önce kirlendi, sonra lekelendi. Sonra diğer renkler çıktı meydana. Tozpembeye tutuldum bir ara, ama neye tutulduysam kaydı bir sonraki tona. Tozpembe koyuya,
kırmızıya sonra da
mora döndü renkler. Şimdilerde ise sim
siyah tüm renkler.
Bir şarkı vardı biz küçükken “Biz büyüdük ve kirlendi
dünya” diye. İlk öğrendiğim şarkılardan biriydi, öyle yer etmiş ki içimde, büyüdükçe kirleneceğine inanmışım her şeyin, renklerin bile. Renklerden başladık kirlenmeye, öyle ya hayatımızdaki en belirgin şeylerin adıydı renk alfabesi. Renkler en iyi anlatabilirdi bize kirliliği. Biz büyürken kirlilik de büyüdü, renkler de.
Bir ara
maviye tutkundum, gördüğüm ilk
maviye balıklama atladım, bilmiyordum içinde canavar barındırdığını, beni yutacağını, ben yüzündeki
maviye kandım. Aldandım ve atladım. Bir avuç
maviliği içmek adına susuz kaldım, karşılığında içimi yakacak tuzlu su verildi. İçtim, okyanus kadar su içtim en
mavisinden. Bir daha susamayacağım kadar çok. Sonra attı
mavi beni içinden, içim tamamen
mavi olunca. Nasıl olsa boyamıştı hem gözümü, hem gönlümü. Şimdi b
aşkalarını
mavi yapmak için uğraşacaktı, içimdeki
maviliklerden habersiz.
Özgürlük; gökyüzünde olduğu için arıyordum gökyüzüne en yüksek tepeleri
Gökyüzüne benzettiğim içindi, yerin dibindeki
maviye dalışım
Gökyüzüne fırlatmaya çalıştım kendimi, ipi kopmuş uçurtmaları yakalamak için. Bu renklerin gökyüzüne gidişi intihar gibiydi ve yakalamalıydım. En yakın, en yüksek, gökyüzüne en yakın binadan fırlatmalıydım kendimi ezbere bildiğim
maviliğe. İpini koparan uçurtmaları yakalayıp ağlayan
çocuklara vermeliyim, tekrar bağlamaları için. Bir tane gökyüzü var ama ben seni nerede bulacağımı bilmiyorum.
Karanlığın ötesi varsa eğer, aydınlıktır, çünkü
zaman denilen şey en az hayat kadar önemli bir
dünyalıdır. Dünya yuvarlaktır. Zaman da öyledir,
gece karanlıktan yuvarlanırız hep, sabahın kucağına. Güneş açar,
güneş gider. Yine akşam olur bu sefer emekleyerek gireriz
gecenin koynuna. Yani
zaman da yuvarlaktır. Dairedir. Yakalamaya çalıştığımız yerde, yuvarlanırız
zamanın peşinden. Elle tutamayız çünkü kucaklanamaz yuvarlak şeyler.
Karanlığın ötesi aydınlıktır
Gecenin takip ettiği sabah
güneşi kadar
Şimdi sussun tüm
çocuklar, ağlamalarını bir terk edilişe saklayarak
Ben onları terk eden uçurtmaların peşindeyim.
Uçurtmaların üzerindeki renklerin takibinde gözlerim, yakalamak an meselesi bir uçurtmayı, eğer karanlık değilse renkler ve
gece değilse
vakit.
Sol omzumun üzerinden kaçan uçurtma
Aklımı uçuran renkler
Kırmızının teninde asılı kalan kuyruğu
Yineleniyor hep
Ne renk olursa olsun etrafın, sen gördüğün rengi yaşıyorsun ve taşıyorsun üzerindeki renklerle tüm olanların yükünü. Bir de saklanmak diye bir şey var, asıl renklerimizi göstermeyip, gizlediğimiz. Rengimiz olmayan rengi sergilediğimiz. İşte o
zaman korkuyorum, bize ait olmayan renklerin bizim rengimizi dağıtacağından ve üzerimdeki elbisenin beni zerrelere ayıracağından.
Korkmak gerek bazen
Karanlıktaki aydınlıktan
Aydınlıktaki karanlıktan
Sezon kapandı bu ömürde
Artık ne yaz ne kış ne de bahar var
Yeraltı hep soğuk ve donmuş insanlar
Öldüm
Ellerim soğuk
Gözlerim boşluk
Tenim toprak kokuyor
Öldüm!
Her şey gri…
Önce
siyah-
beyaz masallar vardı, filmler vardı. Şimdi alabildiğine renkli, ama gördüğümüz gri, biz renkli z
annediyoruz. Bir göz yanılması, korkulası… Siyah-
beyaz renklerin bittiği
zamanlar geldi karanlığın içindeki renkleri dağıttı.
Neyi gizliyorum bu karanlıkta, bilmiyorum. Ama siyahın ötesine geçmek mümkün olsa onu da yapardım.
Görünmeyeyim diye
Görünmesin diye rengim
Daha fazla kirlenmesin diye On İki Haziran İki Bin On Üç 15 00
Nevin Ak
bulut