20
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1254
Okunma


Alper ile tanışmamız İzmit’te oldu. Babası ile aynı okulun öğretmenleriydik. Selahattin Bey de ben de aynı sene tayin olmuştuk o yatılı bölge okuluna.
O sırada ikimiz de İzmit Merkezde kiracı olarak ikamet ediyor ve okula köy minibüsleriyle gidip geliyorduk. Köyde bir lojman demek müthiş bir nimet demekti her ikimiz için de. İkimiz de okulun boş olan bir lojmanı için müracaat etmiştik ve ben kıdem bakımından Selahattin Beyden daha ileri olduğum için lojmana geçiş hakkı bana verilmişti.
Yatılı okul gece nöbetlerinden birinde nöbet ortağım Selahattin Beydi…Akşam yataklarımıza girip sırt üstü uzanınca konuyu açtı Selahattin Bey.
-Sami Hocam…Lojman hakkı sana verildi. Biliyorum ama hakkını bana devredebilir misin?
-Niye ki?
-Hocam ben evi eşyayı topladım lojmana çıkacağım diye.
-Yahu biraderim..Benim kazanacağım besbelliydi..Ne diye evini eşyanı topluyorsun ki?
-Hocam…Zaten çıkmak zorundaydım..Ev sahibi atacaktı yoksa bizi.
-Niye?
-Benim zihinsel engelli bir oğlum var..Evde bağırıyor, çağırıyor..Tepinip duruyor..Gürültü yapıyor…Adam da haklı..Dayanamadı artık. Bizi çıkarmaya karar verdi..Ben de ona ‘’ Ya tamam..Az daha sabret lojman çıktı zaten..En kısa zamanda çıkacağız dedim’
-Ya hocam senin durumunu da anlıyorum ama ben de kiradayım malum. Hazır lojman çıkmışken ne diye kira vereyim ki?
-Hocam senin kiranı ben ödeyim…Lojmana kira vermeyeceğiz nasılsa.
-Hayır sen geç lojmana…Bana kira mira da ödeme..Bir sürü masraf yapacaksın taşınma, boya, badana vs. Allah kerimdir...Bize de bir kapı açar elbet.
Velhasılı Kelam Lojmana Selahattin Bey geçti…Ben mi? Dediğim gibi oldu. Bir başka arkadaşın eş durumundan tayini çıkınca iki ay sonra ben de lojman’a taşındım.
İşte Alper ile tanışmamız bu taşınma olaylarından sonra oldu.
Selahattin Bey’in de dediği gibi Alper çok çok zor bir çocuktu. O sıralar on iki yaşlarındaydı sanırım.Ayrı lojmanlarda olmamıza rağmen onun evde attığı çığlıklar bizim eve kadar geliyor, tepinirken çıkardığı ‘’gümm..güüümm’’ sesleri herkesi rahatsız ediyordu. Ama Allah için hiç bir arkadaş tek bir gün bu sebeplerden dolayı Selahattin Bey’in kapısına gitmemişti şikayet için.
Selahattin Bey de Eşi Dilek Hanım da Alper’in bu durumuna oldukça üzülürlerdi. Çünkü Alper’den başka bir çocukları yoktu ve olmayacaktı da Dilek Hanım’ın rahatsızlığı dolayısıyla.
Dilek Hanım zaman zaman Alper’i lojmanların önüne ya da okulun bahçesine getirirdi. İlk zamanlar öğrencilerin küçükleri Alper’den korkarlardı ama zamanla alıştılar. Zaten Alper’in kimseye bir zararı olmazdı ki…O sadece yürüyebiliyor ve yemeğini kendisi yiyebiliyordu. Onun dışında hiç bir ihtiyacını kendi başına karşılayamıyordu.
Lojmanlarda -Öğretmen eşi olsalar da- kadınlar arasında zaman zaman dedi kodu, küskünlük, dargınlık olur kendi çocuklarının küsülü oldukları kadınların çocukları ile oynamasına izin vermezdi anneler...Alper Hariç…Alper’i herkes severdi.
Soğuk bir Kasım ayıydı…Selahattin Bey Telaşla ‘’ Ben eve gidiyorum Sami..Alper kaybolmuş ‘’ Deyince şaşırdım önce..Sonra ‘’ Telaş etme hocam…Bu Küçücük köyde nereye gidecek ki..Hemen bulunur ‘’ Dedim.
Selahattin Bey çıktı okuldan. Aradan saatler geçti…Akşam yaklaşmaktaydı…Okulun hemen bitişiğindeki caminin hoparlöründen bir anons duyuldu: ‘ Okulumuzun öğretmenlerinden Selahattin Bey’in oğlu Alper kaybolmuştur. Tüm köylülerimizi Alper’i bulmak için yardıma çağırıyoruz’’
Hemen pencereye koştum. Karşımızdaki Jandarma karakolundan bir askeri araç ve içinde en az on er yola çıktılar…Köyün karşılıklı iki kıraathanesi birden boşaldı. Köyde arabası, traktörü olan ne kadar vatandaş varsa yollara döküldü. Okul paydos oldu..Tüm öğretmenler arabaları olan arkadaşların arabalarıyla Alper’i aramaya çıktık. Kocaeli’nin Akmeşe Köyü ‘ Alpeeerr…Alpeeeerr’’ diye çınlıyordu.
Köyde aranmadık iğne deliği bırakmadık. Orman, fındıklıklar hatta yakın köyler ( Ambarlı, Sapakpınar, Belenören) aranmadık yer kalmadı. Alper yok yok yook..Avcılar av köpekleriyle, askerler kocaman projektörlerle karış karış, didik didik Alper aradık. Ama yoktu.
Yatsıya kadar hatta daha sonra da Alper’i aradık..Hiç bir yerde yoktu…Artık rivayetler bile üretilmeye başlandı. Alper mutlaka ormana gitmişti ( Artık nasıl becerdiyse) Ve ormanda onu canavarlar yemişti…İyi de bu nasıl canavar ki geride hiç bir iz bırakmamıştı av köpekleri için?
O Gece bir tek Selahattin Bey sabaha kadar Alper’i aradı. Onun dışında hepimiz Alper’in bu müthiş soğukta çoktan ölmüş olduğuna kanaat getirmiştik. Selahattin Bey de aslında yaşıyor olabileceğini düşünmüyordu. Ama yine de ölü ya da diri oğluna kavuşmak istiyordu. Bir babanın çaresizliğine şahit olmak çok acıydı ama elimizden gelen bir şey de yoktu. Alper’i bulmak için yapılabilecek her şey yapılmıştı…Daha doğrusu biz öyle sanıyorduk.
Çıtır çıtır yanan meşe odunlarının ısıttığı evlerimizde hiç birimiz rahat bir uyku uyuyamadık. Akşamdan başlayarak tüm namazlarımızda dualarımız Alper içindi. Ama hiç birimiz dualarımızın Alper’i bize canlı olarak geri getireceğine de inanmıyorduk doğrusu.
Alper’in kaybolmasından dolayı en çok üzülen, hatta vicdan azabı çeken benim eşimdi. Çünkü Alper kaybolmadan hemen önce eşim ve mahalle kadınları bahçeye saç vurmuş üzerinde ekmek yapıyorlarmış. Alper bunların yanına gelmiş. Eline bir ekmek vermişler. Yemiş ama oralardan ayrılmamış. Yanan ateşe düşmesinden korkan eşim de ‘’Alper git buradan ‘’ Demiş..Gidiş o gidiş…O saatten sonra Alper ‘i ne gören var ne de izine rastlayan.
Ertesi gün okula gittim her zamanki gibi. Artık her derse Alper’in bulunması için öğrencilerle topluca dua ederek başlıyor ve camiden gelecek ‘’ Alper bulundu ‘’ Anonsunu bekliyorduk.
Beklediğimiz anons öğle ezanına doğru geldi ‘’ Öğretmenimiz Selahattin Bey’in oğlu Alper bulunmuştur…Aramalarda yardımı olan herkese çok teşekkür ederiz.’’
Alper bulunmasına bulunmuştu ama anonsta sağ mı ölü mü olduğu söylenmemişti. O saniyede artık hiç bir öğrenciyi ve öğretmeni okulda tutmanın imkanı yoktu. Hepimiz köy meydanına toplandık. Askerler araç çıkardılar yine…Arabalar konvoy oldu Ambarlı Köyüne doğru…İyi ama oralar karış karış aranmıştı. Hem Alper bulunduysa niçin kendisi yoktu?
Mesele az sonra anlaşıldı. Alper’i Ambarlı Köyüne yakın bir tümseğin dibinden geçen bir derenin içinde yarı beline kadar suyun içinde bir çoban görmüştü. Soğuktan morarmış bu çocuğu sudan çıkarmış, sarmış sarmalamış ve köyüne götürmüş. Köyünde bunun aranan çocuk olduğunu anlayan vatandaşlar bir motosikletliyi Akmeşe’ye göndererek Alper’in bulunduğu müjdesini vermişler.
Yarım saat bile olmadan Alper Babasının kucağında Eve geldi…Sapasağlamdı çok şükür. Sağlık ocağının sağlık memuru bir ateş düşürücü iğne yaptı hepsi o. İnanmayacaksınız ama nezle bile olmadı o denli bir soğukta sabaha kadar suyun içinde kalmış olmasına rağmen.
‘’Ah Alper Ah ‘’ dedik hepimiz…O tümseğin, o derenin başına kadar varılmıştı aranırken oysa…Bir ses verebilseydi…Bir ‘’ Baba buradayım.‘’ Diyebilseydi ne kendisi, ne anne babası ne de bizler bunca sıkıntı yaşamayacaktık ama diyemezdi…Konuşamıyordu ki desin. Yinede de ‘’Ya Rabbi şükür.’’ Dedik.
Alper’in bulunmasından kısa bir süre sonra eşimle Alper üzerine konuşuyorduk.
-Sami…Bu Alper var ya bakımsızlıktan böyle olmuş. Annesi iyi bakamamış çocuğa.
-Hanım…Zihinsel engelli olmanın iyi bakımla kötü bakımla bir ilgisi yoktur. Hele de Alper’in durumu… Bu nezle, grip filan değil ki bakımla ilgisi olsun.
-Yok yok…Dilek Hanım bu çocuğa iyi bakamadığı için böyle olmuş çocuk.
-Hanım...Öyle deme..Allah’ın gücüne gider. Senin de bir evladın vücudu kangren olarak öldü..İyi bakmadığından mı? Allahın mukadderatı böyleymiş.
-Biliyor musun? X Hanım, ‘’ Keşke ölseydi...Hem çocuk kurtulurdu, Hem de anne babası ‘’ dedi.
-Doğru demiş…Ölseydi tamam üzülürlerdi, ağlayıp sızlarlardı bir müddet ama hem kendileri, hem de Alper kurtulmuş olurdu.
Sanki az önce ‘’Deme hanım, Allah’ın gücüne gider.’’Diyen ben değildim.
Gerek benim, gerekse eşimin bu yorumlarımızla ne büyük bir hata ettiğimizi çok kısa süre sonra anladık maalesef.
Alper’in kaybolma olayından kısa bir süre sonra dünyaya gelen üçüncü oğlum Yunus’ta bir gariplik vardı. Dört aylık olmasına rağmen boynunu tutamıyordu. Pelte gibi bir çocuktu. Bir gün ateşi çıktı… Sağlık ocağına doktora götürdük. Doktor ateşi için bir iki şurup, antibiyotik verdikten sonra:
-Hocam..Bu çocuğu Çapa Tıp Fakültesine havale ediyorum.
-Hayırdır Doktor bey..Zatürre filan mı..Zatürre olsa bile İzmit Devlet Hastanesine havale etmeniz gerekmez mi? Çapa da nereden çıktı?
-Hocam ben sevke yazdım kısaca..Bu çocukta Down Sendromu var gibi.
-Down Sendromu mu? O da ne?
-Anlatması zor hocam…Kısaca zeka olarak normal çocuklardan farklı olacak oğlunuz.
Orada bir şey söylemedim doktora..Ama dışarı çıkınca demediğimi bırakmadım ‘’ Ulan sen alt tarafı bir sağlık ocağı doktorusun..Allahın geri zekalısı, nereden bilirsin zeka hastalıklarını’’
Kesinlikle Çapa’ya mapaya gidecek değilim..Benim oğlum sapasağlam evel Allah.
Yunus Kucağımızda eve doğru ilerlerken Selahattin Beyle karşılaştık.
-Hayırdır Sami Hocam..Nereden böyle?
-Ya sorma..Yunus rahatsızlandı..Doktora götürdüm..İlaç filan yazdı ama kafamı bozdu gerzek.
-Hayırdır? Niye ki?
-Yunus’ta Down Sendromu varmış… Hocam Allah’ını seversen..Sen anlarsın..Bak bakalım Yunusta zihinsel özürlülük var mı?
Selahattin Bey Yunusun yüzüne örttüğümüz yazmayı kaldırıp baktı. Bakmasıyla da yüzünü buruşturdu?
-Hocam Sen bu çocuğu Çapa’ya mutlaka götür diyorum başka da bir şey demiyorum.
Götürdüm..Götürdüm…Dört ay süren tetkiklerden bıktığım bir anda sordum Doçent Doktor Hülya Hanıma:
-Hocam…Dört aydır gidip geliyoruz…Yunus’ta ne olduğunu anlamak için annesinin karnından su bile aldınız. Down sendromu olmadığını da daha hastaneye getirdiğim anda söylediniz. Daha ne arıyorsunuz? Maden mi bulacaksınız? Nedir yani?
-Öğretmenim..Keşke Down sendromu olsa…Araştırdığımız şey ise Down Sendromu yanında hiç kalır.
Araştırdıkları şeymiş maalesef: Celebral Palcy…Bir kaç yıl sonra bir de Epilepsi eklendi.
Son Zihinsel engellinin hikayesi maalesef benim Yunusuma aitti ve o hikaye hâla devam ediyor. Hani Alper için ‘’ Ölseydi hem kendi hem de ailesi kurtulurdu’’ Demiştim ya. Tövbe…Tövbe Ya Rabbim…
NOT: Üstteki resim-Yunus’um