31
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
3670
Okunma


" Her şeyden çok anlamın yokluğundan korkuyorum."
Salman Rushdie
Hangi sese göğüs kabartmadım ki , geceyi eteklerinden sürükleyerek gelip şakaklarıma dayanan karanlık merminin gölgesinde beliren hangi göze; özden kalan varoluş parçalarıyla yeniden en baştan ama hep tamlanmadan, olduğunca yok oluşa kurşunu sıkmadım ...
Ne çok zaman oldu bilmiyorum yitip gideli .
Ölüm isteği veren bir sözün ve mümkünsüzü kıble kıldırdığı özlemin omuzlarımı çökerten ağırlığıyla kalan fısıltımı haykırışım yerine koyup adına yaşamayı biliyorum diyeli.Bir de insanları en çok insanları bilmeyi.
Kendini kendinde yok etmeyi öğrendiğinde başlıyor asıl yaşamı anlamlandıran gerçek.Bir başkasına bakmayı öğrenmek ne çok şeymiş meğer. Bu yüzdenmiş demek yaradanın parmak uçlarında farklı yazgı haritaları çizmesi, her yazgının başka bir yazgıya baka baka insanın kendi kendini yargılamasını istemesi.
Yok etmek insanın kendinde kendini başka insanlarda görüyor olması sonra sonra kendini ve yitiğini....insanın insana ayna olduğundan öte ne olabilirki. Ya da öyle olmasa bile insana öyle gelsebile bulduğunu sandığı şeyle yitiği arasında kurulan organik bağdaki anlamsızlığın kırıldığı yerden bambaşka bir anlam patlak veriyor kaybettiğimize dair. ( insan olmak paydasında buluşulan )
İşte oluşan bu anlam çerçevesi içine yerleşiveriyoruz .Yanlış ya da doğru yapılan, kabul ya da red edilen her ne ise görünen o çerçeveden yapılanıyor yargı.O yargı sonucunda meydana gelen tablo işte kendimizce etik gördüğümüz yargılama sonucu hak olanın veya olmayanın adını koyuveriyor .
Hani bir damla demek geliyor içimden, bir su damlası her bir insana. Her bir insan bir su içinde.Kimine kıyısında gölgesi vurmuş bir söğüt ağacı eşlik yatağında uyuyan nehire konuk , kimine serinliğiyle ürperten bir rüzgâr yeşili derede, kimine uzun saçlarıyla öpen bir güneş maviden griye elmaslanan denizde.
Tek bir görünmez bağ bağlıyor hepsini birbirine, Hepsinin ruhları o ıslağın içinde onu titreterek yüzer.Hani buharlaşıp yok olmadan bir yere akarken daha ait olmak hevesi. .Her biri sığınılan sembol bir yalanla birlikte olan ihanetin aslında gebeliğinden doğar.
Bir ihanetin yüz görümlüğü sığınakta
Umutsuzluğun direndiği kör noktada
Kurar tezgâhını yokoluş taaa en baştan
Her var bilinen haraç mezat yine yokluğa
Kendi kendine döngü...hep bir döngü.Yokluktan yokluğa .Kulakların unuttuğu ses, gözlerin boşalttığı emanet aydınlık...hep bir yerden başka bir yere.
Güneşin öykündüğü gerçek aslında Ay’ ın en karanlık yüzünden.O yüzden kamaşması gözlerin hani çok bakınca kararması yüreğin, kararması gözlerin yine kapkaranlık olması her yerin.
Sen, ben, biz, hepimiz hep kendimizden kalanız kendimize.Ne bir görüntü, ne bir ses, ne de renk ; hani sanılan karanlığın ardına saklanan o şey,varlığı ona bağlı olan, ne akmak için sığınılan yalan ...ne de saklanılan gerçek...
Bir boşluk içinde kalan kendimize ağırlık sadece varolan
Bir ağırlık sadece o boşluğu kalkındırıp dolduran, doyuran.
Bir ağırlık boşlukta tutanamayan...kendini kaldıramayan...
Bir haykırmak ki defa kere inlemek imler zamanla en zamanla şimdi artık durduğum yerde bastırır öncekinin sesini bastırır duyulmamacasına...kendi kendine yine bir ağırlık işte yaşamak.
Hep bu içindeki boşluğu bu sese benzemez sesle doldurma çabası...yankısı...Yaşamı duymadan susmak gibi ölüme. Uyurken yaşadığına, uyanıkken unuttuğuna inanmak gibi bir şey.Hafızasını kaybetmiş bir rüyanın içinde nefeslenmek gibi her şey en özünde.
Gözlerim, kulaklarım ve bedenim öyle ağır ki ve içime biriken boşlukla boşluğum öyle doldu ki ne ses, ne ışık, ne renk yalanlarına dizlerini karınlarına çekip küçülselerde oturacak yer kalmadı hiç birine...
Şükran AY