14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1870
Okunma


Babam öldüğünde küçücük bir kızdım, bir ağacın dalına sarılmış olup biten her şeyi anlamaya çalışıyordum.Bir ara kadınlar bana doğru bakıp" yazık! babası ölmüş" dediklerini işitip bir hayli içerlemiştim.Babamın ölümünün bana ne ifade ettiğini bu gün bile anlamış değilim, sürekli annemi döven, içen bir adamdı.Arada sazı alırdı eline türküler söylerdi, o an ardından gelecek kavgayı bildiğimden bir koltuğun arasına saklanıp beklerdim, belkide bu yüzden fazla bir şey ifade etmemişti ölümü!
Babam; iyi bir insandı özünde, bizlere düşkünlüğünü herkes bilirdi, ancak içki içip sazı eline alınca dertlenirdi birden, gözleri çakmak çakmak ağlamaklı vururdu sazın teline.Sonra sudan sebeplerle anneme bulurdu bahaneyi, annem sanki, nerde ve ne zaman kavga çıkaracağını bilirdi , ürkerdi babamdan, korkardı.Bir kez bıçağı dayamıştı boğazına, annemin öldüğünü düşünüp ağlamaya başlamıştık kardeşlerimle, bırakıverdi nefesini!
Akciğer kanseri olduğunu duymuştum annemin ağzından, kardeşine anlatıyordu, kardeşi ise" vah-vah" diyerek dövünüyordu.Babamın o yıllarda, Anafartalar caddesinde çantacı dükkanı vardı, bu gün bile düşününce, her gün o yokuşu nefes darlığı çeken bir insanın nasıl çıktığına şaşarım, acırım babama...Gittikçe ağırlaşan hastalığında sürekli yatağında inleyen bir adamın sesini duyarım bazen, hâla kalbimin derinlerinde.Uzun zamandı ay belki, ya da yıl! bana uzun gelmişti, hastane köşelerinde annemizi bekleyen oyunlarımız, yine çocukluğun masumiyeti ve sevinciyle doluydu.Bizi almıyorlardı hastaneye, annem" siz burda oynayın, sakın hiç bir yere ayrılmayın" deyip gider saatlerce gelmezdi, oyun oynamayı sever, bir oyunun cazibesine kapılır giderdik, unuturduk beklediğimizi!
Bir gün annem bizi çağırdı, sesi donuk ve yüzü bembeyazdı! annem bizi görünce gülmediği bizi sevmediği olmamıştı ömründe, oysa sakindi ve hiç gülesi yoktu!" çocuklar gelin,babanız çağırıyor sizi" demişti...babamız bizi daha önce de çağırmıştı yanına, ancak bu farklı bir şeydi, anlamıştım!Üçümüz bir tesbih gibi dizildik, hasta yatağının başucuna, " yavrularım" diye sarıldı teker teker hepimize, biz ise yatağına kapanıp ağladık bir süre, sonra annem bizi dışarı çıkardı, ne de olsa çocuktuk, oyuna dalıverdik, unuttuk gittik!
Mahalleyi ayağa kaldıran annemin çığlığına irkildim! korkmuştum..Bu gün bile korkarım ani seslerden! " yetişin komşuuular, gitti evimin direği"...Direk ne demekti? kendini bu kadar döven söven bir adamın ölümüne neden bu kadar feryat etmişti?ağaca sarılmış uzaktan koşturan insanlara bakıyordum, ne zaman canım sıkılsa ve üzülsem o ağaç benim sığınağımdı! herkes bana bakıyordu, bense hoşlanmıyordum bana "yazık" demelerinden, bu kelimeyi bir daha hiç sevmedim ömrümce...hatırladığım kadarıyla annemin köyüne gömülmek istemiş;" beni kendi köyüne göm, hiç değilse çocuklarımın yoldan geçtiğini görürüm" demiş...Köyde musallat taşında yatan babamı son görüşümdü, yine "yazık" sözcükleri ve bana bakan acınaklı bakışlardan duyduğum rahatsızlığı hatırlarım aklımın yettiğince...
Cenaze işlemleri, akrabalar,teselli etmeye çalışan insanlar gittiğinde asıl yalnızlık başlıyordu demek! annem üç gün yemek yemedi, sadece sabit bakışlarını uzaklara dikti...yıllar sonra o günlerde yazdığı bir şiir elime geçti, anlatıyordu aklından geçenleri;
Çileli yaşamın karanlığında
göç etmiş gidiyor taze güller
yel vurmuş kalbime ciğerlerim sızlar yine
viran oldu hanemiz küçük yavrular
..................
Annem kadındı, belkide ne olursa olsun gölgesine sığındığı, kocası kadar zalim değildi yaşayacağı yıllar! Dul olmanın insanların gözüne batan tarafıyla yetim üç çocuğa bakmak! eve ekmek getirirken, insanlar tarafından damgalanmak, dışlanmak ve kendi kaderine bırakılmak! demek bundan feryat etmişti benim güzel anacığım! bundan uzaklara dalıp aklını yitirmişti!
Bir ömrü acıyla geçirdi , ne bir topluma ait olabildi, ne de kendi olabildi! kadınların bile kocalarını annemden kaçırdığı, erkeklerin ağzının suyu akarak baktığı, güzeller güzeli anacığımın hayatı bizi büyütüp adam etmekle geçti! Bizler babasızlığın ne demek olduğunu öldüğünde değilde, insanların tokatlarından öğrendik! Öğrettiler dulluğun ve yetimliğin ne olduğunu! Altın çöpe düşse değerini kaybetmez...Bizler okuyup adam olduk, ve nihayet, o üzerimize yapışan yetim kimliğimizden kurtulduk...