10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1338
Okunma

Bu kez kafasında her şey netleşmişti. Onun kendisine inanmayacağını, bu kararını kolay kolay kabullenmeyeceğini biliyordu. Ama sonuçta bu kendi yaşamıyla ilgili bir şeydi ve artık kendisi için bir şeyler yapmasının zamanı gelmiş de geçiyordu.
İsteksizce evin kapısını açtı.
Anahtar sesiyle geldiği duyuldu. Kendisini bekleyen bu kadın onu hep sevdi. Hem de çok. İşte bu çok sevgi de onu rahatsız ediyordu artık.
-Ben geldim! Dedi içeri girince. Taze pişmiş kahve kokusu karşıladı kendisini.
Üç hafta süren bir iş gezisinden dönmüştü. İlk kez ondan bu kadar uzun bir süre ayrı kalmıştı. Üç hafta mıydı? Elbette ya! Hayatının en güzel üç haftasıydı bu.
-Korkunç bir trafiğe takıldım. Hafta sonu öncesi yola çıkmamalı bence.
-Vallahi bir gün daha geç gelseydin dayanamayıp ölürdüm belki, dedi mutfaktan çıkıp gelirken. Sarılıp yüzünden öptü. Son bir hafta boyunca neden hiç aramadın? Islanan montunu çıkarmasına yardımcı oldu. Montu alıp girişteki vestiyere astı.
Tam 28 yıldır bu kadınla aynı çatı altında yaşıyordu. Aslında ona çok şey borçluydu. Ama kendimi de düşünmek zorundayım, dedi kendi kendine. Artık uzaklaşıp kurtulmalıydı bu evden ve bu kadından. Ama nasıl anlatacaktı bunu?
-Sen geç içeriye otur bitanem. Ben kahvelerimizi getireyim, diyerek mutfağa yöneldi kadın.
Hayatının, hayallerinin kadını? Bu evdeki kadının olmadığı kesindi. Üç haftalık iş seyahatinde tanımıştı işte hayatının kadını olabilecek kişiyi. Bir görüşte aşktı yaşadığı. Son üç haftasının çoğunu onunla birlikte geçirmişti. Genç ve harika bir güzelliğe sahipti. Sevmişti onu. Mine, bir anda hayatının odağına oturmuştu.
İsteksizce yıllardır üzerinde oturduğu koltuklardan birine ilişti. Ya şimdi hemen söylersin ya da bu sıkıntıyı çekmeye devam edersin, dedi kendi kendine. Elindeki tepside kahveleri getiren kadına dönüp:
-Seninle konuşmam gereken bir konu var, dedi çatallaşan bir ses tonuyla.
-Kahve kalmamış evde. Son kalanla iki kahve yapabildim. Bugün çıkıp alacaktım ama bütün gün yağmur yağıp durdu. Neyse, olmasa yarın sen gelirken markete uğrayıp alırsın, dedi kadın.
Şekersiz kahve midesini bulandırdı adeta. Aklı Mine’deydi zaten. Mıknatıs gibi çekmişti kendisine onu. Benzersiz bir güzelliği vardı. Son üç haftada özgürlüğün, aşkın, sevip sevilmenin ne olduğunu öğrenmişti Mine’den. Yıllardır yaşamadığı duygulardı bunlar.
Dışarıda yağan yağmurun cama vuran damlalarına takılı kaldı gözleri. Şimşekler çakıyordu dışarıda.
-Çok özlettin kendini Serkan. Kendimi nasıl yalnız ve kimsesiz hissettiğimi anlatamam sana. Hep söylüyordum zaten, sen benim dünyadaki en önemli varlığımsın. Sensiz bir hayat düşünmek bile istemiyorum. Üç haftadır yoktun ya, gelmedin ya, neler çektiğimi bir bilsen?
Elinde tuttuğu kahve fincanı titriyordu. İçinden güldü duyduklarına. Bencilce bir yaklaşım. Biraz da benim penceremden baksan ya, dedi içinden. Yine de acıdı 28 yılını paylaştığı bu kadına. Zavallı kadın, son üç yıl içerisinde iki kardeşini kaybetmişti ve etkisinden hâlâ kurtulamamıştı. Ama bu 28 yılın kendisine kazandırdığı neydi ki? Ya kaybettirdikleri? Ya kaçırdığı güzellikler? Karmakarışıktı kafası. Şimdi bu kadını yalnız başına bırakıp gitse, Şimdi hayatına bir güneş gibi doğan o güzel genç kadına, Mine’ye gitse hali ne olurdu geride kalan bu kadının? İyi ama artık ne zaman kendisi için yaşayacaktı?
Dışarıda gök gürlüyor, şimşekler çakıyordu.
-Karnın aç mı? Sana yiyecek bir şeyler hazırlayayım mı? Diye sordu kadın. Sesi yorgun ve yaşlıydı.
-Gelirken yolda bir şeyler atıştırdım. Aç değilim. Ertesi günü düşündü. Mine’yi arayacaktı telefonla. Tebessüm ettiğinin farkına varınca frenledi kendisini.
Kadının,
-Oturacak mısın sen daha? Ben çok uykusuzum. Uyuyacağım. Sözleri havada asılı kaldı. Hiçbir anlam ifade etmiyordu. Yine de gülümseyerek; iyi geceler, dedi.
Şimdi salonda yalnızdı ve dışarıdaki karanlık ve yağmurlu havaya takılı kalmıştı bakışları.
-İyi geceler tatlım, sözlerini duydu yatak odasından yeniden.
-İyi geceler anneciğim, diyerek seslendi yatak odasından yana.
Yağmur durmuştu dışarıda.