12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2259
Okunma

Uzun zamandır ders defterlerine bakmıyordum. Nasılsa her arkadaş görevini biliyor, yazarlar konularını, imzalarlar defterleri ve fişleri diye…Bu gün şeytan şöyle bir dürttü.Sabah sabah okula gelir gelmez ilk iş olarak öğretmenler odasına girip ders defterlerinin kontrolünü yaptım. Baktım arkadaşlardan biri ne ders defterlerine, ne de nöbet defterine tek satır bir şey yazmamış günlerdir. Tepemin tası attı tabii ki.
Okulu ben açtığım için öğretmenler daha sonra geliyorlar.
Yukarı çıktım. Biraz oyalandıktan sonra baktım bizim okulun kapı sesi…Belli ki personel gelmeye başladı yavaştan yavaştan. Öfkem burnumda…O ders defterine konu yazmayan, nöbet defterine rapor yazmayan ve de yoklama fişini imzalamayan öğretmeni çiğ çiğ yiyeceğim. Aşağı kattaki sekreteri aradım.
-….. Bey geldiğinde mutlaka benim yanıma uğrasın...Söyleyin kendisine
Az sonra benim sabah kahvaltısı(!) girdi odama. Girer girmez de ben başladım:
-Hocam günaydın. Siz niçin defterleri…
-İmzalayacağım hocam..İmzalayacağım…Allah nasip ederse bir kaç ay sonra imzayı atarım ben.
-Bir kaç ay sonra mı? Hocam benimle dalga mı geçiyorsunuz? Ne bir kaç ayı...Hemen imzalayın o defterleri.
-Hemen olmaz…Daha bir sürü hazırlık yapmam gerekiyor.
-Yahu ne hazırlığı be mübarek. Alt tarafı bir imza.
-Alt tarafı bir imza olur mu hocam. O imzayla bütün hayatım değişecek.
-Hocam sabah sabah beni zıvanadan çıkarma. Alt tarafı işlediğin konuyu yazıp defteri imzalayacaksın.
-Ne konusu ya?
-İşlediğin dersin konusu..Hay Allah’ım ya..Bu saatten sonra ben mi öğreteceğim sana ders defteri nasıl işlenir diye.
-Haaaaa…Sen ders defterini diyorsuuuun?
-He yaaa..Ders defterini diyorum.
-Hay Allah…Ben de nikah defteri sanmıştım.
-Hocam sapıtma Allah’ını seversen. Sabah sabah nikah defteri de nereden çıktı?
-Ben evleniyorum inşallah. Bir kaç ay sonra nikah defterine imzamı atarım.
-Hocam rica etsem önce Allah’ın emriyle, Peygamberin kavliyle şu ders defterlerine atsanız imzanızı?
-O kolay…Sana göstereyim mi?
-Şiişşşşttt… Akıllı ol...Aklını alırım adamın. Bana ne göstereceksin sen?
-Ya kızın resmini gösterecektim. İdarecim ve arkadaşım olarak bak bakalım bana uygun mu?
Kızın resmini gösterdi…Hani hiç de fena değil... Yav iyi hoş da benim bütün öfkem soğudu. Güya adama fırça atacaktım. Oysa şimdi oturmuş ona evliliğin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorum…Pardon…O konuşuyor ben dinliyorum…O da benim gibi elliyi aşmış bir bakire(!) Konuştu da konuştu…Resmen beynimi ambale etti sabah sabah.
Bizim müzmin bakire(!) gider gitmez bu sefer telefon çaldı ve ben her zaman olduğu gibi arayanın kim olduğuna bakmadan açtım telefonu.
-Aloooo…Hocam günaydın. Nasılsın…Bir sesini duyayım dedim.
Önce Edebiyat Defteri Sitesinden -sesini çok beğendiğim- bir arkadaş var o sandım. Ama her ihtimale karşı pot kırmak da istemiyorum.
-Çok teşekkür ederim. Ben de senin sesini duydum mutlu oldum. Söyle bakayım neler yapıyorsun?
-Valla hocam okula gidip geliyorum.
‘’Hımmmm…Siteden arkadaş değil…O okula filan gitmiyor…Hay Allah’ım ya kim bu’’
-Hımmm ne güzel…Ne güzel…Okul nasıl gidiyor bakalım.
-Hocam harıl harıl Osmanlıca öğrenmeye çalışıyoruz.
‘’ Ahha da buldum valla…Demet bu…Geçen sene mezun ettiğim bir kızım…Eğitim Fakültesi Tarih bölümünü kazanmıştı.’’
-Afferin sana kızım…Bak ne diycem..Ben biliyorsun Osmanlıcayı bilirim. Ara sıra gel okula, takıldığın bir yer olursa sana yardımcı olurum.
-Teşekkür ederim hocam..İnşallah gelirim…
-Eeee daha daha nasılsın?
-Çok iyiyim hocam. Ben nişanlandım. Görmüşsünüzdür Face Bookta.
‘’ Hay Allah’ım ya…Demet de değil bu…Demet ile face boktan arkadaş değiliz çünkü. Yav kim….Kimmmm…Buldum…Valla buldum. Bu sefer buldum. Bu Hatice…İki gözüm önüme aksın ki Hatice…Eyvah eyvahhhh…’’
Efendim kim bu Hatice diye soracak olursanız hemen peşin peşin bir aaaaaahhh çekeyim ki anlatacaklarımın ne kadar acıklı olabileceği en başından belli olsun.
Hatice benim yüzlerce öğrencimden sadece bir tanesi. Kendisiye Afyon İli Sandıklı İlçesi Anadolu İmam-Hatip Lisesinde tanıştık.
Bu kadar ah çektiğime göre bu Hatice çok mu yaramazdı? Hayır. Yaramaz değildi. Peki çok mu tembeldi? Tam aksine okulun en çalışkan üç beş öğrencisinden birsiydi. İyi de o halde niçin aaahh aaahhh çekiyorum?
Efendim bu kafada oldukça bol miktarda olan beyaz saçların büyük bir kısmının müsebbibi Hatice’dir de ondan.
Ben Hatice’nin sınıfının hem Tarih öğretmeni hem de sınıf öğretmeniydim. Daha sınıfa ilk adımımı attığımda bu şirin mi şirin, cıvıl cıvıl kız dikkatimi çekmişti.
Sınıf öğretmeni olarak tabii ki ilk derste ne yaparsınız? Bir sınıf oturma planı değil mi? Sınıf oturma planı yaparken bir taraftan boy bir taraftan da yan yana oturacak öğrencilerin birbirleriyle iyi anlaşabilecek öğrenciler olmasına dikkat edersiniz...Ben de öyle yapıyorum güya.
-Hatice Yıldız…Sen Dilek Kutlutürk ile oturacaksın ( Bu Dilek Kutlutürk Basketbol Milli takımımızın Dilek Kutlutürk’ü değil. )
-Neden Hocam?
İşte Hatice ismi geçince ‘’ Eyvah eyvah ‘’ dememin birinci sebebi ‘’ Neden hocam?’’ Hatice kesinlikle ve kesinlikle herhangi bir şeyi peşin peşin kabullenen biri değildi. Onu niçin Dilekle yan yana oturtmak istediğimin sebebini ona izah edemezsem öğretmenin feriştahı olsam da Hatice’yi o sıraya oturtmam mümkün değildi. Zaten mümkün de olmadı.
-Kızım..Ne demek neden? Sınıf öğretmeniniz olarak ben öyle uygun gördüm.
-Ben de onu soruyorum.Neden öyle uygun gördünüz.Bu uygun görmedeki kriterleriniz nelerdi?
‘’ Yahu ne kriteri..Hay Allah’ım ya…Bu kızla çekeceğimiz var’’ diyorum içimden
-Tamam kızım…Sen kiminle oturmak istersin?
-Hocam kararınızı niçin değiştirdiniz?
-Kızım…Bak ben mide özürlü bir adamım zaten...Şişirme beni.
-Hocam benim rahmetli dedem de mideden gittiydi…Allah Nurlar içinde yatırsın..Makamı cennet olsun.
-Sayende ben de deden misali cennetmekan olacağım bu gidişle.
Hatice teneffüs zili çalmaya yakın nihayet buldu sıra arkadaşını: Değil sınıfın, okulun en sessiz sedasız , uysal ama aynı zamanda süper beyin öğrencisi Sevgi Canoluk. Lorel ile Hardi ne kadar uyumsuz bir çift ise onlar da o kadar uyumsuz bir çift…Ama aynı zamanda Lorel ile Hardi nasıl ki birbirlerinden hiç ayrılmayan bir çift oldularsa Hatice ile Sevgi de aynen öyle birbirlerinden hiç ayrılmayan arkadaşlar oldular...Bu gün bile…
Hatice’nin benim saçlarımı ağartan birinci özelliği hiç bir şeyi peşin peşin kabullenmemesiydi. Diğer öğrenciler anlattığım her şeyi mutlak doğru ve kesin gerçek olarak kabul ederken Hatice mutlaka sorar, sorgular, hatta bazen dakikalarca tartışırdık. Ki benim saçlarımın böyle ak olmasındaki ikinci sebep te Hatice’nin bu ‘’ Beş kuruş ver konuştur, on kuruş ver susturama’’ özelliği idi.
Mesela derste Fransız İhtilali konusunu işliyoruz. Ben anlatıyorum:
-İhtilal öncesinde Kraliçe Mari Antuanet saray kapısına gelip de ‘’ Kraliçem açız, ekmek bulamıyoruz’’ diyen fakir köylü kadınlara ‘’ Ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin demiş’’
Hatice hemen parmak kaldırıyor.
-Hocam bu kraliçenin kurabiye, ya da peksimet denilen bir şeyden haberi yok muymuş? Neden kurabiye yiyin dememiş de pasta yiyin demiş.
-Kızım ne fark eder..Ha pasta demiş ha kurabiye…
-Öyle demeyin hocam Pasta ile kurabiye bir mi? Pasta kolestrol deposudur. Maazallah çok yendiğinde kolestrolden ölür insan.
-Yahu millet açlıktan ölüyor...Biraz da kolestrolden ölsünler. Kıyamet kopmaz.
-Yani siz de zavallı köylü ölsün diyorsunuz öyle mi? Oysa İnkılap Tarihi derslerinde ‘’Köylü Milletin Efendisidir’’ diyordunuz...Bu bir tezat değil mi?
-Hırrrrrr.
Sanırım yavaş yavaş Hatice’yi anlamaya başladınız.
Sakın kimse yanlış anlamasın. Mezun olmaya yakın artık Hatice bana ‘’ Sami Babam’’ demeye başlamıştı. Ben de ona her zamanki gibi kızım diyordum. Öz kızımdan hiç bir şekilde ayrı tutmayarak.
Okuldan mezun olduktan sonra uzun süre görüşemedik. Ta ki ben internet ortamı ile tanışana kadar…İnternet ortamına ayak attıktan sonra Hatice ile yeniden buluştuk. O artık iş güç sahibi bir hanımefendi olmuştu. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığında Atamalar bölümünde memur olarak çalışıyordu.
İşte bu paragrafı yazmıştım ki sabahki arkadaş geldi yine odama.
-Hocammm..Dört ay…
-Ne olmuş dört aya?
-Dört ay içinde evleniyorum.
-Allah mesut etsin? İnşallah bir yastıkta kocarsınız ( Öylecene geberir gidersiniz. Hay Allah’ım ya..Bırakmadı iki satır yazı yazalım şurada )
-Hocaaammmm.
-Buyurrrrrr…Seni dinliyorum.
-Sen de evlen..Ama evlenmeden önce çok iyi düşün taşın… İyi bir araştırma, soruşturma filan yap. Bu yaştan sonra yaş tahtaya basma.
-Olur hocam..Basmayız inşallah.
-Yaş dedim de…Benim düğünde yaş pasta mı ikram etsem yoksa kurabiye-limonata mı?
-Hocam bence önce kuru pasta ikram edin...Millet boğulmadan yiyebiliyorsa sorun yok...Baktın ki yiyemiyorlar, milletin gözler dışarı fırlıyor işte o zaman daya yaş pasta ve limonatayı…
-Yaş pasta işi yaş be hocam...Ben en iyisi direkt nikahtan alayım kızı ne dersin? Bana bir akıl versen?
‘’ Yahu ben ne bileyim..Kelin yağı olsa kendi kafasına sürer’’ diyeceğim ama alınacak...Kafası kel çünkü…İyi de bu adama nasıl anlatırsın benim bu konularda danışılacak en son kişi olduğumu.
-Bak hocam sana bir fıkra anlatayım.
Rum karısı Eleni , Kocası Yorgo’ya seslenmiş.
-Yorgo musluk su damlatooor..Suna bir bir bakıver kale?
-Ayol ben muslukçuuuu..Nerden bilir musluk tamirini?
-Yorgo ampul de patlamıs. Onu bir değistiresin.
-Ayol ben elektrikçiiiii...Ne bilir ampul değiştirmek.
-Yorgo çöpler birikti...Bari çöpleri at.
-Ayol ben çöpçüüüü..Nereden bilir çöp atmayı…
Eleni kızgınlıkla başını sallamış ama yapacak bir şey yok. Yorgo kımıldamıyor bile.
Ertesi gün eve gelen Yorgo bakmış musluk tamir edilmiş, ampul değiştirilmiş, çöpler atılmış. Sormuş tabii ki bunları kimin yaptığını. Cevap vermiş Eleni.
-Komşunun oğlu Dimitri yaptı.
-Aferin Dimitriye..Çok para istemeseydi bari.
-Para istemedi zaten…Dedi ki ‘’ Ben bunları yaparım ama iki şartım var: ya benimle yatarsın ya da bana güzel bir yaş pasta yaparsın’’
-Güzel bir pasta yapaydın oğlana bari..Hani şöyle çikolatalı,meyvelisinden filan.
-Ayol ben pastacıııı..Nereden bilirim pasta yapmayı.
Bizim arkadaş sanırım anladı…
Haa..Bu arada nerede kalmıştık? Evet Hatice’de.
İnternet ortamına takılmaya başladıktan sonra artık Hatice ile Msn de sohbet etmeye başladık bir süre. Hatice fiziki özellikleriyle hiç değişmemişti..Yine öyle cıvı cıvıl, kıpır kıpır, pozitif enerjisi ile en üzüntülü insanı bile iki dakikada komedi filminden çıkmış hale getirir. Değişen aşağı yukarı hiçbir şey yok…Yine o anlatıyor ( yani yazıyor ) ben dinliyorum…Çünkü ona yetişmem zaten mümkün değil.
Ben daha ‘’Nasılsın?’’ yazmadan Hatice başta kendisi olmak üzere yakın çevresinde bulunan tüm dost ve akrabalarının hatta emekli, dul ve yetimlerin bile sağlık durumu hakkında rapor veriyor. ‘’Ankara’da havalar nasıl?’’ diye sorduğumda Paris’ten Amsterdam’a, Singapur’dan Papoa Yeni Gine’ye kadar tanıdığım ve tanımadığım tüm coğrafyalardaki hava durumunu önüme döküyordu…Hatice’de tek değişen şey artık öyle her şeye kafayı takmamasıydı. Düşünün bir kere o günlerin flaş dizisi Fatmagül’e bile kafayı takmıyor bir kez olsun ‘’ Ya hakket Hocam. Bu Fatmagül’ün suçu ne?’’ diye sormuyordu. Şimdi kafasındaki tek soru Alper Tunga idi…Evet…Alper Tunga…Alper Tunga öldü mü yoksa yaşıyor mu? İşin tuhaf tarafı bu soruyu hep bana soruyordu.
E. şimdi soruyu soran Hatice…Ona da yukarıdaki hocaya dediğim gibi ‘’ Ayol ben pastacıııı..Nereden bileyim’’ diyemezsin ya…Mutlaka cevap vermek lazım.
Yok yok kafanız karışmasın…Bu Alper Tunga meşhur destan kahramanı Alper Tunga değil…Hatice’nin erkek arkadaşı ( Şu andaki nişanlısı Alper ). Yani Hatice Kafayı sıyırmış filan değil. Ama belki de bir bakıma sıyırmış. Çünkü fena halde aşık bu Alper’e…Alper de ona aşık. İlle velakin… Eevet ille velakini var bu işin.
Bana gelince bülbül kesilen Hatice Alper ile bir araya gelince dut yemiş bülbüle dönüyor. ( Zaten biliyorum..Kastı bana bu kızın ) Alper de ondan beter…İki adet dut yemiş bülbül bir araya geliyorlar , bu gün de havalar ne kadar güzelden başlıyorlar Nedim’in ‘’ Bir safa bahşedelim gel şu dil-i naşade’’ sinden çıkıyorlar. Hani uzaktan baksan her ikisi de ‘’ Ellerinde çiçekler, kapında sırılsıklam ‘’ durumundalar ama bir türlü birbirlerine ‘’ seni seviyorum ‘’ diyemiyorlar.
Hatice fena halde inatçıdır..Ona o kadar ‘’ Kızım o diyemiyor madem sen de ‘’ diye tavsiyelerde bulunduysam da yok efendim neymiş ilk adımı erkek atmalıymış…’’ Kızım bak evde kalacaksın..Kız kurusu olacaksın..Gel inat etme ‘’ diyorum ama mümkünü yok…Hatice bu. Bir kez inat etti mi öldüm Allah değiştiremezsin.
-Hocam ben geldim yine
Yine o arkadaş…
-Ooooo ben de nerede kaldı diyordum…Neredeyse bir saat oldu görüşmeyeli.
-Sen de beni özledin demek ki? Ne güzel..ne güzel…İnsanın böyle sevenlerinin olması ne güzel…
-Hırrrrrr.
-Hocam benim nikahımda şahidim olur musun?
-Sayın hocam az bir işim var..Müsaadenizle onu bitireyim ondan sonra ilk işim sizin nikahınızda şahit olmak…Hatta düğününüzde dansözlük bile yaparım...Ama şimdi bana az bi müsaade edin de şu yazımı bitireyim ha?
-Hocam benim için de bir yazı yazar mısın? Sevgilime bir kaç satır aşk sözcüğü göndermek istiyorum da? Sizin kaleminiz kuvvetli..Benim için de yazarsınız bir kaç satır değil mi?
-Hocaaammm…Allah rızası için…Bak ölümü öp…Ne olursun şimdi bana biraz müsaade et..Sonrasında öl de öleyim ( Zaten öldürdün resmen sabahtan beri )
-İyi tamam..ben gidiyorum..Ama unutma sakın ha…
Yav resmen gitti kafam…Neyse…nerede kalmıştık?
Efendim bir bülbül de olsanız neticede bir sene boyunca dut yiyecek haliniz yok değil mi?
Sonunda bizim Hatice Alper ile nişanlandı…Yaza da düğünleri olur inşallah.
Ferdi Tayfur İstediği kadar Halime’nin düğünde halay çeksin. Ben hatice’nin düğünde halay çekeceğim.
Sana gelince okulumun öğretmeni…Senin düğününde halay malay çekmeyeceğim…Çatla da patla…Senin yüzünden yazabileceğim o kadar şey vardı unuttum.
Hah...Hatırladım…Benden şiir istemiştin değil mi Hatice?
Şu hocadan bir kurtulayım ilk fırsatta yazacağım söz.