2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1171
Okunma
YALNIZLIĞIN RESMİ
Camı araladığımda, onun içmekte olduğu sigarasından çıkan dumanlar, burnumun kenarından geçip, dışarıya doğru salınıyordu. Kulağım, dışarıdaki alabildiğine sessizliğin tenha çığlıklarına tanıklık ederken, gözüm, şafağın ilk vakti uyanmış olan serçelerin kanatlarına takılmıştı. Yerdeki küçük su birikintileri, akşamdan ayaz yemiş olsa gerek ki kırık cam parçalarını andırır gibi üstü buzlarla kaplanmıştı.
İklimin kış öncesi ilk şarkılarını hüzzam makamda söyleyenlerse, ağaçları terk edip, çıplak bırakan, yerde boylu boyunca örselenen sarı gazellerden başkası değildi.
Dışarıdan içeri sızan soğuk hava, yanaklarımı azda olsa kırmızıya çevirmişti. Pencereyi usulca kapatıp,ona doğru döndüğümde, sigarasından son yudumu derince çekip, sehpanın üstündeki mavi kül tablasında tütünden geriye kalan izmariti söndürüyordu.
Odanın içindeki duman dolusu suskunluklar, bizi derinden derine boğduğunun ikimizde farkındaydık.
Aylar önce yaptığımız kahkahalı konuşmalarımızı sanki şampanya rengi duvarlar emmiş gibiydi. Şöminenin içindeki birkaç ataşe parçasını karıştırıp,onun ısınması için kütük şeklinde kesilmiş meşelerden iki tane attım ateşe. Bu odayı ısıtmanın imkansız olduğunu çok iyi biliyordum aslında. Ama yinede fiziksel bir ısı şarttı, odanın içini dolduran eşyaları ısıtmak için. Bu yüzden şömineye bir meşe daha attım.
Akşamdan masanın üstünde kalmış olan iki kadeh ve yarım şişe kırmızı şaraba gözüm iliştiğinde,aklıma geçen yaz yemekte beyaz şarap içerken yaptığımız konuşmalar gelmişti. O anda yutkunduğumun fakına bile varamasam da, onun göz ucuyla benim dalgın bir şekilde masaya baktığım anı, izlediğini çok iyi biliyordum.
Bakışlarımdaki dalgınlığı odanın bir köşesine atıp, dışarı çıkmak için kapıya yöneldiğimde giyeceğim yün kabanın içimi asla ısıtmayacağını düşünmemeye çalışmıştım. Ahşap kapının yanındaki askılıktan onun atkısını almadım o sabah dışarı çıkarken. Dışarı çıkmamla birlikte ikimizde ne yapacağımızı ezbere biliyorduk.
Ben, kasabanın kuzeyindeki küçük sahildeki eski parka denizi izlemeye giderken, o her zaman olduğu gibi benden aylardır sakladığı sarı kağıtları masanın üstüne koyup bir şeyler karalayacaktı. Onun ne yazdığını her gün merak etsem de bir gün yazdıklarını bana okuyacağını umut ediyordum. Ama bu hiçbir zaman olmayacaktı.Bu yüzden içimdeki tüm soru işaretlerinin önüne beton duvarlar ördüm. Bu işi her sabah dolaşmak için gittiğim parkın yanındaki koca akasya ağacının dibinde otururken keşfetmiştim. İşte o günden sonra çevremdeki tüm cansız varlıklarla konuşmayı da elimde olmadan o zamanlar öğrenmiştim.
Kırk dakikalık bir yürüyüşün her adımında eski mevsimlerin senfonisini ıslığıma katıp, akıp giden zamanın derinliğine dem vururdum. Bazı zamanlar üstümden geçen serçeler yosun kokulu türkülerle bana eşlik ettiği de olurdu. Kimi zaman rüzgar dudaklarımdaki melodileri çalıp, Arnavut kaldırımlı yolların kenarındaki yaprak dökmüş ince gövdeli ağaçların dallarına sürerdi.
Sallanan dalların ucundan çıkan fısıltılar kıyıdaki balıkçı teknelerine kadar bana eşlik ederdi. Terk edilmişliğin simgesini taşıyan park, yılın hep bu zamanı tenhalığın anneliğini yapıyordu. Boş sarı banklar, çıplak ağaçlar ve bir düzineden fazla yabani güvercin… ve ben ortak oluyordum, parkın kendi içinde büyüttüğü bu yalnızlığa. Güneşin solgun gülümsemesi üzerine yerdeki buz tutmuş küçük gölcükler çözülürken, ben her seferinde uzak baharların bir daha ne zaman geleceğini düşlerdim.
O gün fazla durmadım orada.Kıyıya vuran dalgaların köpükleriyle biraz konuşup eve erken dönmeye karar vermiştim. Ben dönüş yolunu tutarken, beni uzaktan uzağa izleyen martılara göz kırptım, onlar da bana.
Bahçe kapısından girerken, daha az evvel şömineye atmış olduğum ağaç parçalarında çıkan zayıf dumanlar bacadan gökyüzüne doğru çıktığını görebiliyordum. O her zaman olduğu gibi pencerenin kenarında oturmuş beni bekliyordu.
Elimdeki yarım sigaradan sıkıldığım için eve girmeden önce yere atıp, ayaklarımın ucuyla söndürdüm. İçeri girdiğimde şöminenin kısık alevlerinden çıkan aydınlık, birkaç eşyanın gölgesini duvarlarda dans ettiriyordu. Kapının yanındaki askılığa yün kabanı asarken,askılıktan onun atkısını aldım. O an atkıyla sesli konuşmuş olmalıyım ki sesim duvarlarda yankılanıp, yeniden kulaklarıma dönmüştü.
Kilitli çekmeceden birkaç sarı kağıt çıkarıp karalamaya başladığımda, onun hayalinden kalan gölgeler enseme bir nefes sıcaklığı bırakmıştı. O anda başımı çevirip duvarda duran resme baktığımda aylardır suskun bir yalnızlıkla yaşadığımı yeniden hatırlamıştım. Onun gidişinin üzerinden aylar geçmiş olduğunu fark edemesem de dışarıdaki mevsimin kış öncesi bir mevsim olduğunu çok iyi biliyordum. Soğuğu hissetmesem de bir kez daha ateşe bakıp birkaç satır daha karaladığımda yine karanlık bir akşam çökmüştü penceremin pervazına….