16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1582
Okunma
Yaşlı kadın, apartmanın beş basamaklı giriş merdivenini yaşından beklenmeyen çevik hareketlerle çıktı. Parmakları zilin yerini ezberlemiş gibi üçüncü katın ziline bastı ve açılacak olan kapıyı beklemeye başladı.
Torunu evleneli birkaç ay olmuştu. Zilin sesini duyan yeni gelin, gelenin kim olduğunu görmek için balkona çıktı. Balkon demirlerine tutunup aşağıya sarkınca, yaşlı nineyi gördü. Sesini çıkarmadan kapıyı açmaya gitti. İçinden de “Bu kadar erken gelmesen olmaz mı?” diye söyleniyordu. Kuşluk vakti, geline göre erken, nineye göre geç bir vakitti. Zaten yaşlı kadın, sabahı zor etmişti. Duyabileceği sese, ısınabileceği bir ocak başına şiddetle ihtiyaç duyuyordu. Bunları da torununun evinde bulduğu için her sabah koşarak gidiyordu.
Otomatiğe basılınca açılan kapıdan girip merdivenleri tırmanmaya başladı yaşlı kadın. Tam seksen bir yaşındaydı. Kısa boyu, kireçlenmeden dolayı eğilen beli yüzünden daha bir kısalmıştı. Onu uzaktan gören, on yaşında çocuk sanırdı. Gelin, kapıda karşıladı nineyi.
—Hoş geldin nine. Üşüdün mü? Hava da soğuk gibi, geç içeri sobanın yanına otur, ısın.
Nine yolu biliyordu. Doğruca oturma odasına girip sobanın yanında, televizyonun karşısındaki her zamanki yerine, tekli koltuğa oturdu.
—Mehmet yok mu gelin?
—Mehmet, işe gitti nine.
—Ne zaman gelir?
—Akşama gelir inşallah. Karnın açsa kahvaltı hazırlayayım nine.
—Aç değilim gelin.
Kahvaltıdan artan çay, sobanın üzerinde hala sıcak duruyordu. Gelin, mutfağa gidip küçük bir tepsiye kahvaltı hazırlayıp geldi. Sobanın üzerindeki çaydan da bardağı doldurup kenardaki fiskos masasını ninenin önüne koydu. Kahvaltı tepsisini de fiskos masasının üzerine koyup ninenin çaprazındaki üçlü koltuğa uzandı. Nine kahvaltısına başladı, bir yandan da eski günleri yâd ediyordu.
—Bilir misin gelin? Benim tam yedi tane çocuğum var ama hiçbirini torunum Mehmet’i sevdiğim kadar sevmem. Hoş, onlarda beni sevip sayıp aramıyor ya. Anası Alamana (Almanya’ya) gittiğinde, Mehmet kırklıydı. Küçücüktü. Kıyamazdım yavruma da anasını özlemesin diye sütsüz memelerimi emzirirdim geceler boyu. Onun içindir ki, torunum da beni çok sever. Sen de helal süt emmiş çıktın da bana kapını açıyorsun sağ ol yavrum. Sana da kapılarını açanlar nasip etsin Rabbim.
Gelinin asıl adı Seval’di, ama nine hiç adıyla hitap etmemişti. Gelin derdi hep. Seval, uzandığı koltukta gerinip esnedi. Bu eve gelin geldiği günden beri aynı hikâyeyi dinlemekten ezberlemişti artık. Göz ucuyla nineye baktı, çayı bitmişti.
—Nine, bir bardak daha çay doldurayım mı?
—Varsa koy gelin. Sıcak sıcak iyi geldi. İçim ısındı yavrum.
Seval, uzandığı koltuktan kalkıp ninenin boşalan bardağını doldurdu. Akşam yemeği için sarma sarmayı düşünüyordu. Mutfağa gidip salamura yapraklardan çıkarıp yıkadı. Sarmanın içini hazırlayıp bir siniye koyarak içeri ninenin yanına geldi. Nine kahvaltısını yapmıştı. Seval’in tepsiyi almasına fırsat vermeden, küçük tepsiyi alıp mutfağa yöneldi. Tepsiyi tezgâhın üzerine koyup lavobada elini ağzını yıkayıp odaya döndü. Sarma saran Seval’e yardım etti. Yaşlı olmasına rağmen hâlâ çevikti elleri. Birlikte sarmayı çabucak sardılar. Genelde, nine konuşup gelin dinleyerek ikindiye kadar oturdular. Bu arada sardıkları sarmadan öğle yemeği de yemişlerdi. Ninenin evine gidesi hiç yoktu ama istemeye istemeye yerinden kalkıp kapıya doğru yürürken;
—Ben gideyim gayri gelin. Yarın gene gelirim.
—Akşam yemeğini de yiyeydik de öyle gideydin ya nine. Az sonra Mehmet de gelir.
—Akşam yemeğini de yarın yeriz gelin. Allah’a emanet ol.
—Güle güle nine.
Seval, ninenin ardından kapıyı kapattı ama yarın yine kuşluk vakti açacağını biliyordu. Aslında kızamıyordu da, sonuçta o da can taşıyan yaşlı bir insandı.
Nine, kuşluk vakti çıktığı merdivenleri gene aynı hızla indi. Demir kapıyı yavaşça kapatıp sokağa çıktı. Köşeden dönerken çöp bidonundaki çocuk elbiselerine takıldı gözleri. Elbiseler yepyeniydi. Belki küçük geldikleri, belki yenilerini aldıkları için atmışlardı. Nine etrafına bakınmadan doğruca çöpe yanaştı. “Bunlar tam da Ayşe’me göre, hem de yepyeni. Alayım da yıkar bayram da giydiririm.” Diyerek çöpten bir kucak dolusu çamaşır seçip evine yöneldi.
/…
Ayşe, ablası Nurten’i arayıp annesinin evini ne zaman temizleyeceklerini sordu. Çünkü bayrama az kalmıştı. Annelerinin evine bayramdan bayrama gittikleri için, bayramda gelen hısım akrabalarına rezil olmamak için hiç olmazsa bayramdan bayrama annesinin evini temizliyorlardı. İki kardeş, hafta sonu için sözleşip annelerinin evine geldiler. Ama anneleri evde yoktu. Nerede olduğunu tahmin ettikleri için bulmaları güç olmamıştı. Yeni gelinin ziline basıp, balkona çıkan Seval’e, annelerinin evini temizlemeye geldiklerini, annesiyle birlikte gelip yardım etmesini istediler. Az sonra Seval ile nine merdivenlerde göründü. Hep birlikte ninenin, iç içe iki odalı evine gittiler. Evin kapısını açınca, kızlar feryadı bastı.
—Anne! Yine çöplüğe döndürmüşsün ortalığı! Daha yeni temizlemiştik biz bu evi. Sokaktan bulduğunu eve getirmesen olmaz mı? Diye bağırdı Ayşe.
Hâlbuki yeni temizlemiştik dedikleri tarih, geçen bayram arifesiydi(!) Aradan tam bir yıl geçmişti.
Küçük evin girişindeki hol gibi yer, odun ve türlü ıvır zıvırla doluydu. İçeriye girmek için küçük bir geçit kalmıştı. O geçitten, tek tek odaya girdiklerinde, evin içinin de dışından farklı olmadığını görmüşlerdi. Evde, işe yarar yaramaz ne varsa doluydu. Hele köşeye yığılmış çocuk çamaşırlarını görünce çıldıracak gibi olmuştu iki kardeş. Ayşe, çamaşırları eline alıp;
—Anne! Her şeyi anladım da bu çocuk çamaşırlarını ne yapacaksın Allah aşkına onu anlamadım. Evde çocuk yok, sana zaten olmaz. Toplama şu pis şeyleri!
Yaşlı kadın, zaman zaman olduğu gibi, yine düşünme yetisini kaybetti. Tanımadığı bu insanların evinde ne aradığını anlamaya çalışıyordu. Ayşe’nin elindeki çamaşırları görünce koşup çekiştirmeye başladı.
—Bırak onları! Bırak! Kızımın onlar, bayramda giyecek! Bırak diyorum sana!
Çamaşırların bir ucundan Ayşe, bir ucundan annesi tutmuş çekiştiriyor, aynı zamanda seslerinin çıktığı kadar birbirlerine bağırıyorlardı. Bağırışı duyan komşular koşup gelmişlerdi ama nine, o an onların hiç birini tanıyamıyordu. O, yalnızca bayramlık çamaşır derdindeydi.
07.10.2012/ Emine UYSAL