16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
960
Okunma

İŞTE GELDİM GİDİYORUM
Bölüm 6
Sinerken düşünüyordu. Düşünceleri beyninin her noktasında ayrı ayrı patlıyordu. Olayı ve konuşmaları izliyor, izlerken beyninde yorumluyor, yorumladıkça da korkusu azalıyordu. Çünkü baskına gelenler de, içeridekiler de çok basit şeyler konuşuyorlardı. Memleketinde sıkça görürdü; hatta filmlerde de izlerdi bu tür kısır didişmeleri. Hani iki taraf birbiriyle karşılaşmaya çalışır da, karşılaşınca birbirlerini parmak uçlarıyla iterler ve iterken de bir adım geriye doğru giderlerdi ya. İşte öyle bir şeydi.
Sesler koridoru çınlatıyordu. Karşı tarafa etki etsin diye özellikle gırtlağın en derinlerinden çıkarmaya çabalıyorlardı sesleri, her iki taraf da. Öyle olunca da müthiş bir ses patlaması oluyor, dışarıdan bakıldığında “Seri cinayetler işleniyor” ya da “İşkenceyle insanlar sakat bırakılıyor” havası veriliyordu. Karşı koğuşta saldırıya uğrayanlar, zaman zaman en fazla bağıran önderleri eşliğinde, topluca harekete geçip, koridordaki hasımlarına doğru hızla ilerliyor, vuracakmış gibi yapıp geriye çekiliyorlardı. Bu kez koridordakiler daha da yüksek seslerle kapıya doğru yükleniyor; ama içeri girmeden sadece tehditler savuruyorlardı.
Tam bir kör dövüşüydü olanlar.
Daha uzak bir yerden müthiş bağırtı duyuldu aniden. Gök gürlemesi gibiydi diğer seslerin yanında. Koridordakiler sustu aniden. Herkes susunca o da sesinin yüksekliğini aşağı indirdi. Sesin sahibinin yaklaşmakta olduğu belli oluyordu ses tonundan. O ses hariç, sinek vızıldasa duyulacaktı sanki. Yeni gelenin farklı olduğu belliydi. Tane tane konuşuyor, kararlı olduğunu hissettiriyor, emredici bir tavır ortaya koyuyordu. İyice yaklaştı ve tam koğuşların kapısı önüne geldi. O gelince diğerleri gerileyip yer açtılar ona.
Saldırıya gelen grubun en önündekine seslendi. Sakin görünümde idi; ama dişlerini sıkmaktaydı konuşurken.
-Ne oluyor burada?
Grubun en önünde az önce bağıran, argo konuşan, tehditler savuran gitmiş; yerine ellerini önünde birbirine kenetleyen, başını yere doğru dikmiş, sakin bir genç gelmişti sanki. Doğrusu bu hali o kadar hoştu ki… Cevapladı:
-Arkadaşımızı dövmüş bunlardan birisi. Kim olduğunu bilmiyoruz. Arkadaşımız da fark edememiş. İntikam için gelmiştik.
-Siz o meselenin aslını biliyor musunuz peki?
-Sorduk… “Beni sizden olduğum için dövdüler.” dedi.
-Ve siz de paldır küldür geldiniz ha! Biz ne güne duruyoruk peki arkadaş?
Derin bir sessizlik oldu. Koğuştakiler bile sessizdi. Ve yeni gelen de bir o kadar kararlı, sakin ve sert tonda konuşuyordu. Şivesi de vardı sanki.
-Yazık be! Çok yazık… Bu işler böyle olmaz arkadaş ya! Bu işlerin yolu kafa kırmaktan geçmez! Bugün sen kafa kırarsın, yarın onlar senin kolunu kırar. Gelsin bakalım o dayak yedi dediğiniz arkadaşımız buraya. Konuşalım… Ki bu olay ders olsun hepimize.
Gerilerden biri öne geldi. Çok mahcuptu. Yüzünde, bedeninde de bir iz yoktu. Dayak yediğine dair bir emare hiç görünmüyordu. Şu an korktuğu çok belliydi. Lider görünümlü olan konuştu:
-Söyle bakalım arkadaş! Kavga sebebi ne? Biz biliyoruk! Senden de duymak istiyoruk.
Susmaktaydı sadece. Omuzları aşağı inmişti. Daha da mahcuptu. Konuşmadı.
-Bak! Susmaktasın arkadaş! Elin sevdiği kızı git tehdit et, “Onu bırak” de, bırakmazsan seni kaçırırım de, sonra da gel “Beni dövdüler” de! Biz böyle arkadaş istemiyoruk tamam mı? Böyle bir arkadaş olacağına bir eksik kalalım ya! Bayram mı edecektin burda insanlara kötü şeyler olsa? Şahsi meseleleri şahsi çözsün herkes arkadaş ya! Biz burda herkesin fedaisi, çakalı değilik. Ya kendini düzelt, ya da bir daha aramıza katılma arkadaş!
Bunları söyledi ve koğuştakilere dönüp “Özür diliyoruk arkadaş! Biz haksızık!” dedi ve yürüdü gitti koridor kapısına doğru. Sonra diğerleri hareketlendi. Kimi özür dileyerek gitti koğuştakilerden, kimi sessizce gitti. Herkeste bir pişmanlık vardı. Çok belliydi bu.
Koridor boşalınca koridordakiler de şaşırmışlardı. Konuşuyorlardı kendi aralarında. Duyuluyordu. Delikanlı tanımıyordu hiç birini; ama konuşmaları net geliyordu. Genelde hepsi kavganın tarafı olana yükleniyordu. Belli ki koğuştakiler de olumlu ders almışlardı bu olaydan. Şahsi meseleleri düşünce mücadelesine sokmamak gerektiğini anlamışlardı. Hatta düşüncelerin yumruklarla çözülmemesi gerektiği konuşuluyordu.
Sevindi delikanlı. Kötü olay çok güzel bitmişti.
Eşyalarını bıraktı dolaba. Ranzasına ismini yazdı. Lavaboda yüzünü yıkadı. Okulun bahçesine indi. Okulu tanımak istiyordu.
Kumsala indi. Deniz çok güzeldi. Uçsuz bucaksızdı sanki. Dalga sesleri öylesi güzel geliyordu ki kulağa. Yürüyüşe geçti kumsalda. İlk günüydü ve çok sevmişti okulu. Okulun öğrencileri denize de girmişlerdi ve şakalaşıyorlardı denizde.
Delikanlı çok mutlu olduğunu hissetti. Korkuları, endişeleri kalmamıştı pek. Oysa ne korkularla gelmişti. Gurbet idi ve gurbete hiç çıkmamıştı. Burada arkadaşları olunca belli ki daha da mutlu olacaktı.
Siyasi tarafları düşündü. Belliydi ki herkes bir tarafa katılmıştı. Tarafsız olan yoktu. Memleketinde amcası da bir derneğin başkanıydı. Kendisi de bir tarafa katılacaktı; artık bu çok belli gibiydi, az önce yaşadıklarından sonra. Ama nasıl ve hangi tarafa? İşte yeni bir dert çıkmıştı. Hem de önemli bir dert… O halde tanımalıydı iki tarafı da. Gerçi amcası, kötü olsa o derneğe katılmaz ve başkan da olmazdı. Hem karşı tarafa katılsa, amcası ile karşı karşıya kalacaktı. Kafası karıştı iyice…
Akşam yemeğini yemekhanede yedikten sonra biraz gezinip gece belli bir saatte ranzasına geldi. Koğuş arkadaşlarıyla sohbet ettiler bir süre. Hepsinin de hayatta tecrübe eksikleri vardı. Herkes birbirinden bir şeyler öğrenme çabasındaydı.
Işıklar söndü ve bunları düşüne düşüne uyudu ilk gecesinde.
Sabah uyanıp elini yüzünü yıkadıktan sonra yemekhaneye iniyordu ki; ziyaretçisinin olduğunu ve kantinde beklediğini öğrendi. Hemen kantine koştu.
Aman Allahım! Tam bir şoktu. Karşısında duruyordu ve suratı asık, dişlerini gıcırdatıyordu adeta. Hızla kendine doğru geldiğini gördü.