22
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2057
Okunma


Son zamanlarda içimde beliren bir dehliz hissetmeye başlamıştım. Öyle bir dehlizdi ki bu; içinden çıkmak için çabaladıkça daha da derine, karanlığa saplanıyordum. Her şey üstüme üstüme geliyor, dünya yıkılıyor da altında kalıyormuşum gibi bir hisse kapılıyordum. Kapılmakla kalsam iyi, nefes almak da zorlandığım için bazen kendimi ölüyor sanıyorum.
Bu durumum da bana kim yardım edebilir diye çok düşündüm. Yok! Bana yardım edecek, elimden tutup çekecek, o karanlık kuyudan çıkaracak kimse bulamadım etrafımda.
Babamı düşümdüm de, hayatta olsaydı eğer, belki o yardım edebilirdi bana. Zaten beni böyle erkek gibi yetiştiren de o değil miydi? Ne vardı sanki ben de hanım hanımcık bir kadın olsam, üzülünce ağlayıp sevinince gülsem. Bazen dedikodu yapıp, bazen de dertleşsem… Kadın gibi giyinip, kadın gibi ağlamayı, oturup dertleşmeyi öğrenemedim bir türlü. Hep başkalarının dertlerini dinledim şimdiye kadar. Peki, ya beni kim dinleyecek? Kaybolduğum karanlığımdan kim çekip çıkaracak? Yok, hiç kimse yok!
Ah! Babam, neredesin? Uzak bir yere seyahate gitmiş gibi, çıkıp gelsen, sigaralarımızı teller şöyle bir sahil yapardık birlikte. Sen, çok kızdığın insanlara okkalıca küfürleri savururken, ben de seni destekler, sahilden aldığım taşları atabildiğim kadar uzağa atmaya çalışır, beni üzen ne varsa başlarını tek tek delerdim belki… Ama yoksun…
Bu karmaşık durum beni çıldırtmadan bir çözüm bulmalı, bir dosta, sevgiliye el uzatmalıyım. Belki tutar, kim bilir? Dost deyince de, sevgili deyince de aklıma gelen yegâne kişi sensin. Hayatta senden başka sevdiğim olmamıştı ki. Ya senin sevdiğim, ya senin?
Elimde telefon, hafızamdan hiç silinmeyen numaranı tek tek tuşluyorum ama son rakamı tuşlamaya bir türlü cesaret edemiyorum. Ya beni unuttuysan? Ya bana olumsuz bir şey der de beni, batmış olduğum karanlığın daha derinine batırırsan. Ama denemeden ne bileceğim değil mi? İnsan nasıl unutur onca yıl aynı yastığa baş koyduğu biricik eşini? Ben unutmadım ki…
Deli cesareti ile o son numarayı da tuşluyor ve çok özlediğim sesini duymayı ümit ediyorum. Birkaç kez çalan telefonun sonunda açılıyor. O ne soğuk bir karşılama…
—Alo! Kimsiniz?
Elimde telefon, taş gibi donuyorum. Ben kim miyim? Buna inanmak istemiyorum ama sana nasıl cevap vereceğimi de bilemiyorum açıkçası. “Allah’ın ayısı! Beni unuttun ha!” diyesim geliyor içimden. Ama demiyorum. Koskoca yirmi yıl be adam, yirmi yıl… İnsan kolay kolay unutur mu geçen günleri. Hani biz herkeslerden başkaydık, hani sevgimiz dağlardan büyüktü? Hangi zelzele yıktı sevgi dağımızı? Açıkça merak ediyorum. Hoş, artık merak etmeme de gerek yok ya, ben şu an için elimden tutacak bir dost, sıcacık, sevgi dolu bir ses arıyorum. Bunları bana sen veremeyeceksen, kim verebilir onu da bilmiyorum.
Elimdeki telefonu düşürmemek için sımsıkı tutuyor, sinirden birbirine çarpan dişlerime hakim olmaya çalışarak sana cevap vermeye çalışıyorum. Ne cevap vereceğim onu da bilmiyorum. Tek bildiğim, yirmi yıl bir yastığa baş koyduğumuz, şimdi koca bir delikanlı olan oğlumuz ve benim seni hiç unutmadığım…
—Ben kim miyim? Serap; Oğuz’un annesi Serap!
—Hı, Serap sen miydin arayan? Niçin aradın?
—Niçin mi aradım? Hiç… Sadece sesini duymak istedim…
Emine Uysal/ 26.08.2012
Öyküme güzel sesiyle can veren sevgili Seyide Cinoğlu Doyran’a çok teşekkür ederim.