28
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2976
Okunma
Merhaba, konuşalım mı biraz? Bu sefer diğer çalışmalarım gibi olmayacak cümlelerim ama. O yüzden hazırlıklı gelsin okumak isteyen.
Edebiyat Defterini pek çoğunuz gibi ben de tesadüfen bulmuştum. Hatta üyelik kabulüm çok uzun sürdüğü için buraya kayıt olduğumu bile unutmuştum. Kısa sürede sitenin insanı içine çeken girdabına fazlasıyla kapıldığımı, artık burada gereğinden fazla zaman harcadığımı hissedince üye olduğumun birinci yılında siteden ayrıldım. Ben her şeyden önce anneydim ve bebeklerimin mutluluğu benim için her şeyin önünde gelmeliydi.
Hemen hemen bir yıl, hiçbir şey yazmadım. Ama bu süre içinde gördüm ki, yazmak benim için bir meslek, kariyer ya da hırs meselesi değil, yaşam biçimi, zaruret. Etrafımdakileri mutlu edeyim derken, aslında, nefes almam için gerekli olan şeyi hasıraltı ettiğim için pişmandım.
Biz istesek de istemesek de, hayat kurgulandığı istikamet üzerinde devam ediyor. Odaların badanası kirleniyor; boyuyoruz, tüller kararıyor; yıkıyoruz, takvimler kabarıp sönüyor, pencerenin önündeki ağaç sık sık entarisini değiştiriyor. Çocuklar büyüyor. Evin aynası görüyor her şeyi sizden başka. Bir de holdeki dilsiz uşak. Herkes yaşıyor yani. Sizin sayenizde, herkes olması gerektiğinden daha mutlu yaşarken, kendinizi bir merdiven gibi hissediyorsunuz. Üzeri gıcır gıcır cilalı, altı örümcek ağı bağlamış bir merdiven. Basıyorlar, uzanıyorlar, alıyorlar, gidiyorlar onlar. Velhasıl –uzatmayalım- bir süre sonra düşünüyor insan. Hatta acıyor da düşünüyor. Ben ne için varım, kimim, neredeyim…Parkta bebek gezdirirken, komşu oturmalarında kek tarifi alırken, işyerimde emirler verirken ya da alırken, ötelemek için elimden geleni yaptığım yanım, sürekli kapı arkasına gizlenmiş beni izliyor. Ben yazmalıyım, kimse için değil, kendim için dediğim gün yeniden buraya üye oldum. Pek çok bayan yazar arkadaşımın aynı sorunla karşı karşıya olduğunu biliyorum. Eşler sanal alem konusunda temkinli ve önyargılılar biraz. Gereksiz hatta, saçma buluyorlar yazmamızı hele de internet üzerinde. Oysa onların ne kadar çeşitli oyunları vardır, kanlı canlı, pokerler, aksiyon dolu animasyon oyunları…Bu saçma değildir. Benim sevgili eşim de başta yazmamam için elinden ne geliyorsa yaptı. Sürekli aynı şeyi söylüyordu: Yazmanın en ucu neresi? Ne olmak istiyorsun? Israrla cevaplamaktan kaçtığım bu sorular, aslında benim sürekli kendime sorduğum sorulardı. Onda kaybetme korkusu, ben de anlaşılamamanın burukluğu bir süre böyle devam ettik. Çok şükür ki zamanla, onu kırmadan meramımı anlatabildim ve o şu an herkesten çok destekliyor yazmamı. Hala neden yazmak istediğimi anlamış olduğunu sanmıyorum ama.
Yani pek çok zorluğa katlanıp buradaki varlığımı sürdürdüm. Herkes gibi. O yüzden herkes kadar konuşma hakkım olduğunu düşünüyorum.
Bu sitede çömez olduğum çağlarda –bakmayın hala öyleyim de, o zaman bunu ben değil, büyüklerimiz, emsalsiz kıymete haiz yazarlarımız şairlerimiz söylüyordu.- eski üyelerin yazılarına yorum yapmaya bile korkuyordum. Yüksek egoları vardı. Palamut gibi sürü halinde dolaşırlardı. Biz hamsi sürüsü de arkalarında. Bu gözlerinin önünde durmaktan daha emniyetliydi sanki. Arada geri dönüp, çoğunluğumuzu mideye indirmelerine rağmen, kuyruklarından ayrılmaz olmuştuk.
Gerçekten yeni gelenleri ya da yazım konusunda onlar kadar yetenekli olmayanlarımızı alenen hor görüyorlardı. İşte o zaman karar vermiştim: Yıllar sonra burada isem, kimseye bu şekilde davranmayacaktım. İnsanları sevmenin, onlara katlanmaktan daha kolay bir durum olduğunu biliyordum. Sevmek, basit bir eylem. Bakmayın afilli duruşuna. Çeşitli yöntemlerle karşımıza çıkıp, sen şunu yaz, sen bunu yazma gibi telkinlerde bulundular. Önce –serde köylü saflığı var ya- bizi düşünüyorlar sanıp inandık. Fazladan; rahatsızlık ve zahmet verdiğimiz için mahcup bile olduk. Oysa onlar büyük kulüplerinde toplanmış kadeh kaldırıyor ve arkamızdan gülüyorlardı. Evet bunu yapıyorlardı. Maalesef mumları çok kalındı, birkaç yatsıyı geçirdiler. Fakat zaman mübarek bir elek. Her şeyi ama her şeyi imbiğinden geçiriyor, işe yaramazı elemesini pek ala biliyor. İlahi adalet deniyor buna sanırım. Palamut ablalar ve ağabeyler yenilerin canla başla çalışmaları karşısında birer ikişer, sonra ellişer yüzer okurlarını kaybettiler. Genellikle çalışmalarına yorum yazanlara cevap vermez, forumlara katılmaz, vara yoğa harcamazlardı kendilerini. İsimlerini israf etmezlerdi. Hal böyle olunca okurda duvarla konuşuyormuş intibası oluştu. Oysa yenilerde organize olmaya başlamışlardı. Hala sınıflarının farkında olsalar da, kendi güçlerini de keşfetmişlerdi. Üstelik her kesimden ve çok renkliydiler. Ağlatanı, güldüreni…Hepsi hepsi…Bir tevazu bir mahcupluk...Hepsi okurlarıyla münazara etmeyi seviyorlardı. Zamanla palamutların nesir bölümü üzerindeki siyasi içerikli tahakkümleri yok olup gitti. Artık siyaset pirim yapmaz oldu. Irk kavgaları, din tartışmaları asgari düzeye indi.
O dönemlerde nesir bölümünden sorumlu yöneticimiz, bu bölüm için heyecanla dahası aşkla emek verdi. Sayın Ansızın’ın bitip tükenmez enerjisinin ve yenilik sevdasının doğrultusunda, nesrin de şiir kadar rağbet görebilmesi için uğraştı o yöneticimiz. Bizler onun heyecanından pay kaptık. Bizim gibi yazan ve dahası bizlerle metinlerimizin altında sohbete tutuşan bir yönetici pek çoğumuzun sempatisini kazandı. Yetenekli olması hep etiketinin gölgesinde kalmışsa da, biz çömezler onu da ilgiyle takip eder olduk.
Fakat başka kıyılara dağılan palamut ablalarımız ve ağabeylerimizin yaverleri saklandıkları yerlerden karanlık işler çevirmekten geri durmadılar. Dedikodu kazanları kaynadı. Gruplaşmalar had safhaya ulaştı. Sürekli bizi bir yerlere yamamaya ve birilerinin şahidi olmaya zorladılar. Bazılarımız onlara uydu. Bazılarımız ise artık “ben tamamım, oldum. Daldan düşebilirim” havalarına girip eleştirilere tahammülsüzlük, yersiz alınganlık göstermeye başladı. Bunlar öyle arttı ki, inanamadım. Daha dün birbirimizle fikir alışverişi yaptığımız insanlar, burunlarını yükseklere kaldırmaya ve yeni yeni gruplar oluşturmaya başladılar. İçleri vıcık vıcık samimiyetsizlikle dolu kümelerinde çalıp oynadılar. “Usta” oldular. “Yazar” ve “şair” oldular. Yazdıklarına hiç çekinmeden “eser” dediler. Bazılarımız ise bunları dile getirmek bir yana dursun birileri onlara bu sıfatları yakıştırdığı zamanlarda bile utanç ve ağır sorumluluklar altında ezildiler.
Sonuçta nesir yöneticimiz gitti. Kimse her şeyin eski kadar güzel olduğunu iddia edemez. Nesir bölümü çözüldü. Artık benim de insanları yüreklendirecek yüreğim kalmadı.
Bu açıklamaları neden ya da kime yaptığımı bilmiyorum. Ama duyduğum rahatsızlığı dile getirmek istedim.
Daima burası evimiz, dedik. Okulumuz, öğretmenimiz, huzur bulduğumuz, dinlendiğimiz yer. Öyleyse neden evimizi kirletmek, temelini dinamitlemek için uğraşıyoruz şimdi. Bu anlayışsızlığın, tahammülsüzlüğün ve içten pazarlıkların sebebi ne? Ne demek, ya bizdensin ya da yoksun! Ne demek yorumlara müdahale! Oldu olacak birer şablon bastırın da biz sadece adımızı soyadımızı yazalım siz gerisini kafanıza göre doldurun.Eleştirilmek istemeyen sonra bana neden sayfama gelmedin demesin. Hissettiklerimi söyleyince bana darılacak olanlar yanıma bile yaklaşmasın. Beni öldürseniz birşey olmadıysa "oldu" demeyeceğim! Anlayamadığın yazılara burun kıvırıp, Şaban filmleri gibi yüzlerce tekrarı dönmüş yazılara methiyeler düzmek bir yazara yakışmaz arkadaşlar. Bir yazar, müzik zevkinden siyasi görüşüne kadar, okuduğu kitaplardan takip ettiği bilimsel dergilere kadar her şeyine dikkat etmeli, öğrenmeye açık , özellikle tabuların bekçileri değil, bağnaz tabuların Hz. İbrahim’i olmalı. En önemlisi riyakar olmamalı. Tamam, sanatçının edebiyatçının birer misyoner olması gerekmediğini düşünüyorsunuzdur –ki ben böyle düşünmüyorum- fakat yine de özü başka sözü başka olmak gibi bir lüksümüz yok! Elimizdeki nimete –bu yetenek nimettir- hıyanete hakkımız da yok. Bu siteyi insanlara dar etmek de kimsenin harcı değil. Zor şartlar altında sürdüğüm çalışmalarımı, gölgeler arasında sürdürmekten yoruldum. Sürekli dönen laflardan vesaire. Artık kendi evimi sevemiyorum. Artık edebiyat için burada olanların azaldığını görüyor ve üzülüyorum. Kimin kim olduğundan emin olamamak, üç beş profilli insanların cirit attığı söylenceleri beni inanın paranoyak yapabilir. Ben kendime böyle şeyleri ve ortamları yakıştıramıyorum. Burası hizmetimize sunulmuşken, başta gece gündüz her şeyle ilgilenen yenilikçi bir kurucumuz varken, şükür bilmeyip çete kurmak ve cürüm işlemekle zaman harcayanları anlamadım, anlamayacağım. İnsanları rencide edenleri, bunun yanında kırılmasınlar diye doğruları söylemekten imtina edenleri de anlayamayacağım. O kadar değerli arkadaşlar geldi bu siteye. Hocalar, tiyatrocular, eleştirmenler…Hepsini bir şekilde küstürmeyi ve imha etmeyi başardık. Niye, duymak istemediğimiz şeyleri: Hatalarımızı söylediler. Biz ustaydık halbuki; ne kadar küstah ve hadsizlerdi değil mi?
Ben durumdan rahatsızım ve mutsuzum. Siteye giriş müziği Kurtlar Vadisi “cendere” Hani huzur?
Keyfi yerinde olanlara sözüm yok. Gördükleri her inciyi anında yutan ve dibi bulandıran palamut ablalara ve ağabeylere selam ederim. Yalnız fosforlu gözleriniz pek iri, görünüyorsunuz. Bu nesir bölümü sizden ve zihniyetinizden kurtulmayı başaracak.
Denizin sahibine de sabr-ı cemil diliyorum.
Bir de özel not: Can Sema, sana selam güzel şairim.
Hamsi.
Hatalarını sonra düzelteceğim. Kendimi dışarı atmam lazım.