Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
kutlualtay
kutlualtay

İLMİN DAMLALARI - Uluğ Beğ'in Kanı -

Yorum

İLMİN DAMLALARI - Uluğ Beğ'in Kanı -

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

643

Okunma

İLMİN DAMLALARI - Uluğ Beğ'in Kanı -

Uluğ Beğ ya da gerçek adıyla Muhammed Taragay, yerde duran, bir başa bakıyordu. Bu kendi başıydı. Onun hemen yanında ise başından ayrılmış bedeni yatıyordu ve hâlâ bedeninden kan akmaya devâm ediyordu. Öteki tarafta ise Uluğ Beğ’in birkaç kişiden oluşan mâiyetinde korku ve şaşkınlık, Abbas adlı kâtîlinde ise sevinç ve gurûr vardı.

Sâhibkıran Emir Temür’ün yanında büyüyen, gencecik yaşında Semerkand tahtına oturan, pâdîşâhlığının yanında âlimliği ile de ünlü olan koskocaman bir çınar, sapı kendisinden baltanın elinde devrilmişti.

Hacc’a gitmeyi dilediğinde, aynı zamânda i’dâmına da hükmolunduğunu bilmiyordu. 58 yaşındaki Emir, öz oğlunun emriyle, cân vermişti. Üstelik yalan söylenerek, halka karşı hâyırlı evlâd görüntüsü verilerek infâz edilmişti.

Uluğ Beğ, kesik başı ile başından ayrılmış bedenini izlerken, kâtiline karşı bir kin duymuyor, ancak gençliğinden beri yaşadıkları ve en büyük ihânetleri, hep en yakınlarından görmesini unutamıyordu. Babası, Emir Şâhrûh, hep oğluna karşı temkinli olmuştu. Oğlu, Semerkand Hâkimi olduktan sonra bile bu durum artmış, bir süre sonra önce rekâbete, sonra da düşmânlığa dönüşmüştü. Annesi olan Gevherşâd ise tamamen siyâsî ihtîrâsları ile oğlunu yönetmeye çalışmış, başaramayınca da kardeşlerin arasını açarak Uluğ Beğ ile kardeşlerinin düşmân olmasını sağlamıştı. Öyle ki, Gevherşâd, oğlu ölene kadar, ona düşmân olmaktan vazgeçmemişti. Daha sonra öz babası ve öz annesinden gördüklerini, öz oğlu tekrârlamış ve oğlu Abdûllâtif tarafından önce tahttan indirilmiş, ardından ise öldürtülmüştü.

Bir yanda ihânetler, bir yanda hedefler arasında bir ömür geçirmişti. Kendini matematiğe ve göklere adamış, yıldızları tek tek öğrenmiş ve hattâ “Zicc-i Uluğ Beğ” adıyla bir yıldız haritâsı bile oluşturmuştu. İşte şimdi, o yıldızların altında, bir Türkmen köyünde cânsız bedeni yatıyordu.

Böyle bir sonu hâk etmiş miydi? Üstelik kendi oğlunun emriyle, töreye aykırı bir biçimde öldürülmeyi, hâk etmiş miydi? Töre, soyluların kanının akıtılmasını kesin olarak yasaklardı. Soyluların kanı dökülemezdi. Onlar, boğularak öldürülürdü. Ama hırs içinde yanıp tutuşan Emir Abdûllâtif, babasını kanını döktürerek öldürtmüştü.

Uluğ Beğ’in rûhu yükselmeye başlamıştı. Artık yavaş yavaş alışmaya başlamıştı. Gökyüzü açıktı ve bir tâne bile bulut yoktu. Tam o sırada, Abbas’ın kel kafasına iki tâne su damlası düştü. Gecenin karanlığında, ayın aydınlattığı gökyüzüne baktığında bir bulut bile göremeyince, kendi kendine söylendi. Oysa düşen damlalar, Uluğ Beğ’in gözlerin düşen iki damla gözyaşıydı. Ancak rûhu, ne kadar mânevî ise, damlalar, o kadar maddî idi. Ama o ortamda, bunu idrâk edebilecek kimse yoktu.

Uluğ Beğ’in rûhu, yükselmeye devâm etti. Birden yanında dedesi Sâhibkıran Emir Temür belirdi ve sâdece gülümseyen bir yüz ile torununa baktı ve ellerinden tutup, Semerkand’ın üzerine doğru götürdü. Geldikleri yer, Uluğ Beğ’in yaptırdığı medrese ile rasathanenin üzeriydi ve o an, Sâhibkıran’ın ağzından bir cümle çıktı.

“İşte, gözyaşı dökeceksen, burası için dök”.

Sâhibkıran Emir Temür haklıydı. Bu iki muhteşem eser için ağlaması gerekiyordu ve gözünden dört damla yaş daha döküldü. Ama tûhâf bir biçimde, bu sefer, iki damlası, oğlu Emir Abdûllâtif’in başına düştü. Ancak bunu ne Uluğ Beğ fark etti, ne de oğlu fark etti. Diğer iki damlası ise Uluğ Beğ’in en ünlü öğrencisi olan Ali Kuşçu’nun ellerine düştü. Damlaların anlamını iyi bilen Ali Kuşçu’da ellerine düşen, damlaları yüzüne sürdü ve hocası için bir fâtîhâ okudu.

Tüm bunlar olurken, Zicc-i Uluğ Beğ’deki yıldızlardan biri, en ihtişamlısı, Temür kazguk (Demir Kazık – Kutup Yıldızı) sönmeye başladı ve Uluğ Beğ’in uluğ rûhu, sessizce yükseldi ve yok oldu.




Aradan bir yıl bile geçmemişti ki, baba kâtili Emir Abdûllâtif öldürüldü. Yerine de amcaoğlu Abdullah geçti. Artık Temüroğulları arasında bitmek bilmeyen bir kan dâvâsı başlamıştı. Bu kan dâvâsı, aslâ bitmeyecek ve sonunda Bâbûr Şâh zamânında, dedeleri Sâhibkıran Emir Temür’ün şehri Semerkand’ın kaybedilmesi ve Özbeklerin eline geçmesiyle son bulacaktı.

Emir Abdullah, 853 yılının, Ramazân ayının 10. günü
öldürülen amcası Uluğ Beğ’in mezârını Semerkand’a getirtti ve dedesi Emir Temür’ün türbesine defnedildi. Ancak artık Semerkand, eski güzel günlerini kaybetti. Bilim adamları, hem hocaları, hem de pâdîşâhları olan Uluğ Beğ’in öldürülmesine dayanamadı, şehri terk etti.


26 Hazîrân 2012

Kutlu Altay KOCAOVA

www.kutlualtay.net/

/kutlualtay.net

* Milâdî 27 Ekim 1449

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
İlmin damlaları - uluğ beğ'in kanı - Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz İlmin damlaları - uluğ beğ'in kanı - yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
İLMİN DAMLALARI - Uluğ Beğ'in Kanı - yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL