Okuduğunuz
yazı
28.7.2012 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
ADI AYNUR ENGİNDENİZ
"ARKA BALKONUNDA GÖKYÜZÜNDEN GİZLİ FASULYE BÜYÜTEN KADIN/1" adlı yazı üzerine:
Değerli Aynur hanımefendi…
Soluksuz, bir çırpıda özümsemenin ipeksi yürek dokunuşları ile gönlümüze pencere açan yazılarınızın sonuncusunu paylaşmak istedim…Okudukça yazdıklarım uzadı. Bu yüzden yorum fikrimi değiştirerek “makale” şeklinde yayımlamayı uygun gördüm…Umarım iyi bir şey yapmışımdır…
İnsanı çözememenin en çıkmaz yanı psikolojik olması sanırım…Kimimizin güldüğü sözcüklere bazılarımız alınmakta…Bu yüzden makalenizdeki;
“..insanlar aynı adlı acıları, ayrı ayrı acı eşiklerinde ve biricik olarak yaşıyorlar. ..”
söylemi önemli bir tespit.
Bir tanıdığım, verdiği sözü tutmayan arkadaşına; “…teşekkür ederim…” demişti de “benim sülaleme küfretti” diye babasına şikayette ve serzenişte bulundu. Maalesef eğitim modelleri insanları “mükemmel birey” ekseninde ortak paydalarda buluşacak şekilde güdüleyememekte bir bakıma.
Yüklendiğimiz değerler, yetişme biçimleri ve kimi hayatın dayatmaları karşısında algılarımız başka başka olmakta.
Ölüm doğmanın getirdiği kaçınılmaz gerçek.Fakat ne var ki, ne biçimde öleceğini birey tercih etmekte. O bakımdan;
“…Her şey gerçekten, ölüme dökülen şelaleyi oluştursun diye biriktirdiğimiz anlamsızlıklarımızın, mutsuzluklarımızın ve şaşkınlıklarımızın üzerine kurulu..”
tespitleriniz de bu bağlamda gerçeğe vurgu yapmakta.
Bir başka gerçek de herkesin hayatın içinde belli rollere soyunması olgusu:
“Konuşurken, bakarken, dinlerken hatta öpüşürken kaç kişi kendisidir acaba? Kaç kişi kendi odağından öte durabilir… “
Tespitiniz de bu realiteyi işaret etmekte.
Doğan Cüceloğlu’nun da dediği gibi herkes bir maske takmış. Maskesiz ve makyajsız olabilsek daha çok empati yapabileceğiz aslında. Bunun nedeni de sanırım sağlam karakterli bireyler yetiştirememesi eğitim modellerinin.
Rehberlikte, kendini gerçekleştiren bireyin tanımı; ” kendine yeten, egolarından kurtulmuş, olay ve olguları objektif değerlendirebilen, toplumun aktif ve üretici bir bireyi olabilmiş, ben duygularından arınmış, üretici,yapıcı vb” şeklinde saptanmıştır.
Oysa toplum mozaiği bundan çok ıraktır. Bunda devletlerin siyasi politikasının, insana yaklaşma biçiminin de rolü büyük elbette.
Örneğin; yağ çekenler, yalan sözlerle çok vaatte bulunanlar ve övünenler belli mevkilere gelebiliyorsa bu yöntem rağbet görebilmektedir.
Diğer yandan insan olmanın da elbette ortak içgüdüleri olacaktır. Bu bakımdan;
“Bir başka zamanda belki de şu anda, dünyanın herhangi bir ülkesinde ya da bizim binanın herhangi bir katında benim acılarıma sahip birileri mutlaka vardır…”
tespiti de yerinde.
Böyle olmasa normal dışı davranışlar kategorisinde aklımız sorgulanır kimi zaman. Mutlaka bilirsiniz Minyeli Abdullah kitabında; yağmur suyunu içen deliler çoğaldıkça akıllılara deli denmeye başlanmakta.
Ölüm insana en büyük nasihat aslında, belki de en büyük nimet. Depremde Gölcük’te birkaç gün yakınlarımızın durumları için yıkıntılarda çalıştık .Enkaz altında kalmış sahipsiz cenazeler kokmaya başlamıştı. Dünyada insan bedeninden daha kötü kokan bir nesne yok sanırsınız. Ruhumuz olmasa bedenimize bakılmaz inanın.
Bir de uzun süre ölememek var. Bitkisel hayatta, kötürüm vb olmuş. Çoğu insan ölmeyi her gün dilediği halde bulamamakta. O yüzden bazı ülkelerde “ötanazi” yasallaştırılmaya çalışılmakta.
Ne güzel bir yaklaşım ve ne anlamlı bir barıştır ölümle şu cümle:
“…Ölümden korkmuyorum, bana geldiği sürece…”
Lakin gerekiyorsa, kıvamında ise başkalarına da gitsin…Onların kurtuluşuna vesile olacak sa. Ne var ki Yunus Emre’nin dediği gibi civanların hayatlarının baharında; “gök ekini biçmiş gibi…” toprağa düşmesi gerçekten acı. Bu yüzden hep sıralı ölüm olsun diye dua ve temenniler edilir.
Maskelerin inmesi kişilik yansıması anlamında güzel bir şey. Ancak nefsin kamçıladığı çirkinliklerin, ahlaksızlıkların, insanlık dışı fiillerin alenen yapılması anlamında da, dışa yansımaması gerekir elbette.
Kötülükler hoş değilse de gizli kalması toplumun örnek almaması bağlamında da “ibadet de gizli, kabahat da” söylemine uygun olmalı bence.
Böyle olunca da;
“Olduğu gibi, pis görünüyor her şey. “
Saptaması ne kadar yerinde…
Eski düşünürlerden birine; “hiç güldüğünüzü görmedik efendim, sebebi nedir” diye sorduklarında; “ahiretteki yerimi bilsem güleceğim fakat ne olacağımı bilemiyorum” der. Mutluluğun ve neşenin anlamlı bir sebebi olmalı elbette. İnsanlık değerlerine, ahlaki ve inanç bazında hak etmeliyiz bunu.
İnsanlığın çektiği ıstırap, döktüğü göz yaşı dünyanın içinde bulunduğu endişeli gelişmeler, insanlığın nereye gittiği endişesi, sevdiğimiz değerlerin akibeti vb. düşünce tarzları insanları yersiz sevinmeden alıkoymakta zamanzaman. O yüzden; “İçime sığmayan hastalıklı, zamansız ve kontrolsüz sevinç birikintisini zapt etmeye çalışıyorum.”
Tespitiniz ne kadar yerindedir.
Bir de; “, düşünen insan asla mutlu olamaz…” yargınız.
Gerçekler acıtır elbette. Bazen ben de “keşke dağlarda hiç eğitim görmemiş bir çoban olsaydım, sadece sevmeyi, hoş görüyü, affetmeyi bilen, kin ve kötülüklerden uzak” diye düşünürüm.
Diğer yandan da “düşünüyorum o halde varım” diyen filozofun insan olabilmenin gereğini yerine getirmeli diyorum. Mesela; bir deniz yıldızını kurtarabilmenin buruk sevincini yaşayabilmeli insan.
Hiçbir şey yapamasak da acı çekenlerin duyduklarını hissederek “seni anlayabiliyorum” diyebilmeli. Mankurt gibi yaşamaktan çok daha iyidir kanımca.
Böylelikle acaba; “Bu hapisten kurtulmak ise imkansız. Biri kilidin içinde anahtar kırdı…” gerçeğinin acıttığı yoğunluğu bir zerre hafifletebilir miyiz?
İyi ki varsınız.
Teşekkürler…
Saygılar…
Günün yazısına uygun gören seçki kuruluna teşekkürlerimi sunuyorum.
Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Hocam üzerinden aylar geçse de aklıma bu yazı geldikçe mahcup olmaktan kendimi alamıyorum. Vefanız karşısında ise derin bir acziyet içindeyim. Size tekrar binlerce kere teşekkür etmek istedim. Daima saygılarımla.
amacım kimseyi kırmak hır çıkarmak değil sadece yazıdan anladığımı ve kendi fikirlerimi paylaşmak
"İnsanı çözememenin en çıkmaz yanı psikolojik olması sanırım…"
insanı çözmek...neden...neyle...nereyi hangi yaklaşımı baz alarak ve kim yapacak bunu...sanırım bir insanın başka bir insanı onun katılımı dışında- çözmesi aklen mümkün görünmemekte...çünkü bu gün insan en çok kendisinden kaçmakta hem fikrimce bu görev insanın dışında bir insana değil bizzat insanın kendisine verilmiş / bırakılmış bir görev "kendini bilen rabbini bilir..." biz önce o muhatabın kendisini bize açmasıyla -ki kendisini açmayan insanı herhangi bir yolla tanımak pek mümkün değil- ve onu yaradanın verdiği koordinatlarla sonrada insanların ortaya koyduğu izm ya da loji lerle bilgi sahibi olabiliriz -tam çözmek ? ı ıh-
"Maalesef eğitim modelleri insanları “mükemmel birey” ekseninde ortak paydalarda buluşacak şekilde güdüleyememekte bir bakıma..."
Herhangi bir eğitim modelinin kendi ülkesi ülküsü amaçları vb dışında bir insanı hümanist anlamda ortak paydalarda buluşturmak gibi bir amacı oldugunu zannetmiyorum eğitim sistemleri temel amaç olarak insanı kendi çıkarını amacını ülküsünü gerçekleştirmek üzere doldurmayı hedef alıyor önce -keşke dediğiniz gibi olsa ilk amaç- ortak paydalar hiç bir sistemin şu an itibariyle göze alacağı -belki haklıdır- bir ideal değil ayrıca gelenek görenek inanç vb dikkate aldığımızda gerçekleşme olasılığı da temel haklar ya da ahlaki durumlar hariç çok zor ki onlara da bu kör sağır dünya ülkelerinin nasıl farklı baktığı nasıl ayrımcı gözle baktığı malum...
"Ölüm doğmanın getirdiği kaçınılmaz gerçek.Fakat ne var ki, ne biçimde öleceğini birey tercih etmekte. O bakımdan;..."
Ne biçimde öleceğini tercih eden birey !!! ötenazi dışında ki o da malum oldugu üzere her yerde yasal ve kabul edilir değil -mesela islamda intihar yerine geçer ve ebedi cehennemi gerektiren bir suçtur, imtihan gerçeğine de aykırıdır- burada ölümünün ne biçimde olacağını tercih eden birey derken ben intiharın dışında böyle bir hazırlığı olan ya da tercihini yapma şansı bulan ya da bunun farkında olan birey görmedim hele ki insanın dünya bağımlılığı ölmek istememesi ahiret hazırlıksızlığı sevdiklerinden ayrı düşmek istememesi vs varken ki peygamberler bile ne biçimde öleceği konusunda tercih yapma hakkını seçeneğini bulmamışlardır kendilerinde bunun yerine hayırlı ölüm duaları yapmışlardır kendileri ve ümmetleri adına.bana bu tercih cümlesi çok uzak bi ihtimal çok fantastik bir cümle gibi geldi.
"Doğan Cüceloğlu’nun da dediği gibi herkes bir maske takmış. Maskesiz ve makyajsız olabilsek daha çok empati yapabileceğiz aslında. Bunun nedeni de sanırım sağlam karakterli bireyler yetiştirememesi eğitim modellerinin."
Bir çocuğun karakter oluşumunun yüzde yetmişinin okula başlamadan önce tamamlandığını düşünürsek sanırım burada asıl muhatabın eğitim modellerinden önce aile ve özellikle anne baba olması gerekir.konuyu sadece eğitim modeline bağlamak eksik bir düşünüş kısır bir tartışmadan öteye gitmez fikrimce -ayrıca her çocuğun temiz fıtrat üzere doğduğunu ve anne babasının onun fıtratını değiştirdiğini anlatan hadisi de dikkate alırsak eğitim modelinden önce çok daha önemli başka bir sorunu konuşmak daha yararlı olur ve meselenin çözümü için doğru yerden başlamak olur diye düşünüyorum-
"Ruhumuz olmasa bedenimize bakılmaz inanın."
İnsan ne ruhsuz ne de bedensiz düşünülemez."ruhumuz olmasa bedenimize bakılmaz" durumu ya da gerçeği yarım görmek ayrıca bedeni ruhun karşısında daha düşük varsaymak algısını ortaya koyuyor kim karar veriyor buna ruh ne kadar -Allahtan olması açısından- değerliyse bedeni de Allahın kendi elleriyle şekillendirdiği bir varlık olarak değerli görmek gerekir bedenin değersizliği çürümesiyse ruh'un da bizim olmayışını düşünmek gerekir sonuçta o da bize ait değil Allah a ait bir parça ve insana -hani ruh beden ikilisinden var olan insana- hediye... peki bedenimiz olmasa !!! ruhu kim görür yoksa ruhun varlığının değerli olması için beden bedenin varlığının değeri için ruh olmazsa olmaz mı ne dersiniz.
"Bir de uzun süre ölememek var. Bitkisel hayatta, kötürüm vb olmuş. Çoğu insan ölmeyi her gün dilediği halde bulamamakta. O yüzden bazı ülkelerde “ötanazi” yasallaştırılmaya çalışılmakta."
Sanırım burada -imtihan- gerçeğini anlayamayan insan durumundan bahsediliyor yoksa bir müslim -ya da mümin- için ölmenin dilenmesinin yanlış olduğunu insanın bu dünyada maddiyatın artırılıp yokedilmesiyle çocukla eşle hastalıkla yoklukla savaşla canla vb vb deneneceğinin iman edilmiş bir gerçek olarak kabul edildiğini " kâlu bele" den beri bilen için yukarıdaki cümle anlamdan -inançtan- uzak kalıyor
"…Ölümden korkmuyorum, bana geldiği sürece…”
Ölümün gelmediği bir canlı mı var ki ya da cümlenin tersi ölüm gelmediği sürece ölümden korkuyorum olur ki bu durumda mantık hatası ortaya çıkar çünkü ölümün gelmemesi düşünülemez bir durumdur
"Maskelerin inmesi kişilik yansıması anlamında güzel bir şey. Ancak nefsin kamçıladığı çirkinliklerin, ahlaksızlıkların, insanlık dışı fiillerin alenen yapılması anlamında da, dışa yansımaması gerekir elbette."
Sayılanların insanın içinde kalması mantıken kabul edilir değil çünkü insan bir çok gayri ahlaki fiilini kendisi dışında bir insanla ortak yapar ki bu zaten içte kalmadığının delilidir ayrıca bu tür fiillerin dışa yansımayıp içte kalması insanın hiç bir işine yaramaz toplumunda çünkü illaki dışarı çıkar bu gün olmazsa yarın ya da bu fiil olmazsa öteki insan saklamayı beceremez içinde tutmayı beceremez cümle olarak çıkmasada başka cümle ya da fiillerin gölgesi altında yine de belli eder kendisini ki insanlık dışı fiillere bakılınca çoğunun zaten alenen yapılan işlerden oldugu görülür savaşlar katliamlar vs
"“ibadet de gizli, kabahat da” İnancımızda böyle bir cümlenin delili yok bir çok ibadet gizli değil topluluk içinde toplulukla yerine getiriliyor ayrıca kabahati gizli yapınca meşruiyet algısı oluşuyor bilinçaltında ki bir mümin hiç bir kabahatinin gizli olmadığını bilincinde olur inanların bir kabahati görmemesi o kabahatin gizli oldugunu göstermez sonuçta bir hareket gizli ya da değil hakkımızda bir zamanda -kıyamet- ortaya konulacaksa demekki gizli kalmamıştır bu gün gizli kalmış ama kıyamette insanların şahit olacağı kabahat sadece zamanlama olarak gizli kalmış olur ki bu kandırmacadan başka bi şey değil insan için...
"Bir de; “, düşünen insan asla mutlu olamaz…” yargınız."
Gerçek bir mutluluk fikrimce hiç düşünenle düşünmeyen bir olur mu ayetince düşünen insan içindir düşünmeyenin mutluluğu ne gerçek sahtelik ne de derinlik sığlık açısından tatmin edici değildir mutluluğun düşünen insana yakıştığını bilmek için sanırım insanların önce makamlardan haberdar olması gerekir ve neyi düşündüğü neyle düşündüğü neye göre düşündüğü de önemli mutsuzluk getireceğini bile bile Rab insana düşünmeyi akletmeyi emretmiş olur kuranda ki bu da Allah sizin için kötülüğü istemez ayetine ters bir durum olur bence aksine düşünen insan mutlu olur düşünmeyen insan değil fakat acıları savaşları yıkımları ölümleri haksızlıkları farkeden insansa eğer düşünenden kastımız bunları dert mesele problem edinen insansa o zaman şöyle demeli bu insan -taktığına göre- olayların arkasında ki HAYRI göremiyor demektir o zaman biraz daha düşünen olmasına ihtiyaç oldugu açıktır bir anne çocugu oldugunda acılarla dolu bir ortama çocuk getirdim diye düşünüyorsa bu anneye düşünen değil takıntılı demek gerekir çünkü çocuk anne baba kararı değil Allahın takdiri hediyesir -ilgili ayet ve hadislere bakılabilir- şimdi biz buradaki anneye düşünen bir anne mi demeliyiz hassas bir anne !!!
"Gerçekler acıtır elbette. Bazen ben de “keşke dağlarda hiç eğitim görmemiş bir çoban olsaydım, sadece sevmeyi, hoş görüyü, affetmeyi bilen, kin ve kötülüklerden uzak” diye düşünürüm
Dağlarımda eğitim görmediği halde üstelik kendisini kötü ahlaktan uzak tutabilen bu arada da sadece insanlarla ilişki içinde öğrenilebilecek hoşgörü affetmek vb özelliklerle dolu bir çoban oldugunu hatta mantık olarak olabileceğini zannetmiyorum inancım insanlardan uzak olmayı da eğitimsiz olmayı da hoş görmüyor insanın insanlığı insan içinde belli olur fikrindeyim.
not : kıracak incitecek cümlem olmuşsa özür dilerim ...
Bir keresinde çok iyi hatırlıyorum Entellektüel hocam öykümde geçen bazı sözleri tartışılır bulmuş, İslam inancına aykırı olduğunu beyan etmişti. O yorum beni hala çok düşündürür. Ben de ona cevaben eğer Rabbimin hoşlanmayacağı tek bir fikri sırtıma yük eder ve insanları da ona inandırmaya meyledersem bana tek kelime daha yazmak nasip olmasın demiştim. Yazmayı bir hırs, bir kariyer ya da bir hobi olarak değil, yaşam biçimi olarak görsem de, inancıma aykırı şeyleri doğru diye savunmak yolunda kalem oynatmak istemem. İsterlerse Nobel verecek olsunlar. Şimdi demem o ki, çalışmaların içinde akla, ahlaka ve inançlara aykırı cümleler olabilir. Bu kurgunun akışı hatta doğal hayatın akışı içinde var. Ama önemli olan ana fikrin ne olduğu, eserin neyi anlatmak istediği diye düşünüyorum. Elbette kendime bir misyon belirledim. Naçizane tabi. O sebeple sözleriniz gerçekten kıymetliydi. Sizin de belirttiğiniz gibi benim çalışmamın tamamı okunmuş olsa ki bu şu anda mümkün değil, ben bile akıbetini bilemiyorum- o zaman ortada anlaşmazlık kalmayacak sözüne ettiğiniz bağlamda.
Ben böyle tartışmaları seviyorum. Fikir beyanları beni büyütüyor. Buna inanıyorum. Nerede ve ne durumda olduğumu ve eksiklerimi fark etmeme neden oluyor bu ortamlar.
Tekrar her ikinize de teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun.
amaç tabiki hırpalamak değil ki zaten buna haddim yok sadece ortada var olan bir yazıya bir yorum da ben eklemek istedim aslında yazayım mı diye çok düşündüm çünkü şiir ve yazıların kaliteleri açısından pek yorum yapılacak değerde yazı şiir bulunmuyor dahası eleştiriler bildiğiniz üzere direk olarak düşmanca yaklaşımmış gibi algılanıyor yazmaya karar verdim yazdım amaç çeşnide tadımız bulunsun değişik bakış açılarıyla yazı ufuk açma durumunu geliştirsin hesabı ki zannımca yazı bu haliyle istenileni okuyucuya verecek halde... yazıyı anlayamamak kısmı evet olabilir sonuçta bahsedilen eseti okumuş değilim ve bu kusuru kabul ediyorum :-) dediğim gibi var olan bir esere şu an buradaki yaklaşımınıza bir de ben not düşmek istedim farklı bakış açıları bulunsun hesabı size ve aynur hanıma tekrar tebriklerimi sunuyorum... yaklaşımınıza da ...
Eleştiri yazınızı okumuştum...Öncelikle zahmet ve emek harcayarak kaleme almışsınız...Özellikle de kırmaktan kaçındığınızı vurgulamanız müsbet bir yaklaşım...
Yazınıza rahat cevap yazabilmek için beklemiştim...Fakat Sevgili Aynur hanım cevap vermiş eline emeğine sağlık...
Endişelerinize yürekten katılıyorum...Fakat söylemlerinize katılmamaktayım... Çünki sanırım yazılanları tam anlayamamadan kaynaklanmakta...
Anladığınız gibi değil olaylar...İslam dininin prensipleri karşısında boynum kıldan ince...En az sizin kadar hassas olduğumu bilmenizi iisterim...
Her eser eleştirilebilir elbette...Ben yazınıza Aynur hanımdan sonra cevap vermek istemedim...Müspet ve güzel yapıtları daha fazla hırpalamamak gerek...
"Telfik-i sanat,telehuk-i efkar iledir."
Yazanın, eleştirileri de hazmetmesi gerekir elbette...Güzel vesilelerde buluşmak dileğimle...
peki... sadece bir şey söylemeli ve susmalıyım :-) inancımızın hayatımızın bazı alanlarına sokulmaması gibi bir durum çıktı moda olarak ortaya ve ilginçtirki inancımızı oraya soktugumuzda özgün eserler veremeyeceğimiz fikriyle... halbu ki hay b yekzan dünya tarihinde robinsondan çok önce yazılmış özgün bir eserdir ve aynı konu itibariyle D D tarafından aşırma yolu çalınmıştır değil mi...demekki roman hikaye şiir konusunda -peygamberin şairleri vardı çok insan bilmez- özgün eserler vermenin bi ilgisi yok.ben yazımda edebiyatı dinle açıklamadım ...sadece yaklaşımlar sundum o kadar...
düşünen insan kısmında demek istediğimi anlatamamışım bunu farkettim
günahlar konusunda da katılmadığımı ama kendi fikrimi açıklayamadığımı düşündüğümü söylemeliyim
ayrıca benim kalem oynatışım romana değil şu an buradaki yazıyaydı burada gördüğüm yaklaşıma alıntılaraydı :-)
ama güzel yazdığınızı kabul ve tebrik ederim tüm yazılarınızı baz alarak incelik kokan cevabınız için teşekkürler...
Edebiyatın ayetlerle çürütülmesi, ya da açıklanması benim çok da desteklediğim bir durum değil. Böyle bir yaklaşımla asla özgün birşeyler yazamazsınız. Bunu derken dinden uzak metinler özgündür, anlamı çıkırtalmasın. Ben eserin sırrınınn içinde gizli olması taraftarıyım. Eğer dini bir mesaj vereceksem, bunu apaçık ayetlerle değil, bilinçaltı telkinleriyle vermeyi tercih ederim. Ayetleri kullandığım da oldu nadiren. Ama ben bundan açıkçası korkuyorum. Anlatmak istediğim ne kadar masum olursa olsun karşımdaki neyi ne kadar anlar endişesiyle bu tür şeyleri kaleme almaktan kaçınırım.O yüzden edebiyatın dinle açıklanması uygun değil. Bunun bir nedeni de edebi bir metindeki diyaloglar yazarın bilimsel fikri değil, oluşturduğu karakterlerin dünya görüşüne dayalı olmasıdır. Yukarıdaki metin içinde geçen yargılar da benim değil, kahramanın düşünceleridir. Ve bu kahraman dini yaşayıştan uzak, intihar eğilimli bir vatandaş. Aynı romanın içinde herşeyini İslama göre yaşayan bir kadın ve kendi dininin gereklerini yerine getiren bir Hristiyan var. Hepsinin de ölümle ilgili bakış açıları farklı. Şimdi tutup da "roman kahramanını hristiyanın" namazla ilgili sözlerini dinimizin kaidelerine göre eleştirirsek bunun adı edebiyat olmaz.
"Ölümden korkmuyorum, bana geldiği sürece." cümlesinde "ölmekten korkmuyorum" demiyor kahramanımız. Tema olan ölümden bahsediliyor. O yüzden denmek istenen "sevdiklerim öldüğünü görmediğim sürece ölüm beni korkutmuyor." Bu cümleyi evliyalar söylese deriz ki "İmanından emin ne de olsa." Ama aynı cümle dinle alakası olmayan bir insana aitse "Hastalıklı ve habis bir düşünce" deriz. Yani kavramları metnin içindeki kahramanların diyalogları ya da tutumları baz alarak incelemek doğru değil bana göre. Eğer ben bunları günlüğümden naklediyor olsaydım, söylediklerinizin hepsine hak verecektim.
Ayrıca günahların dillendirilmemesi gerektiğine inanıyorum. Kimeyi günaha şahit tutmazsak, umulur ki Seddar Allah, ayıp örtücü Allah bizi bağışlar.Umut işte. Bu fikri destekleyici ayet ya da hadisler olduğunu da duymuştum ama şu an hatırlayamadım. Gerç itereciye tere satmak olur diyanetle ilgili kelamlarım :)Fikrim sadece.
"Düşünen insan mutlu olamaz." Bu felsefik değil, somut bir gerçektir. Psikolojide de yeri vardır. Düşünmek her zaman rahatsızlık verici bir eylem olduğu için, çağımız insanı kendi yerine düşünecek aletler, bilimadamları, yazarlar, filozoflar, din adamları türetti.
Herşeyin en doğrusunu Allah bilir.
Teşekkürler emek verip fikirlerinizi bizimle paylaştığınız için Razı Hocam.
Yüreğimde kıymetli bir yeri olan sevgili Engindeniz'in yazısını değerlendiren paylaşımınıza tebrikler. Her ikinize de selam ve saygılarımla, hayırlı Ramazanlar.
Merhaba...Güzelliklere hepimizin yelken açması gerekir...Uçmaya çalışan kelebeklere bir tutam teşvik sunulmalı bence...Katkı ve desteğiniz için çok teşekkürler...saygılarımla...
Hocam, burada en doğru ve güzel olan ne derseniz, sitemiz içinde bir kalemin diğerinin bir çalışmasını incelemesi ve eleştiri dalında güzel bir örnek vermesi. Elbette yazımdaki hatalarımı es geçtiğinizi düşünüyorum. Bunu yapmanızın da illaki kıymetli bir sebebi vardır. Yani, açıkçası, böyle bir onura layık görülmeyi beklemiyordum. Çok teşekkür ederim bir kere daha.
Böylesi değerli eleştiri çalışmalarınızı bütün arkadaşlarım için beklersem size fazla bir yük olmam inşallah. Burada birbirimize ihtiyacımız var. Her yönüyle bizi eleştirebilecek ve ufkumuza rota tayin edecek eleştiriler en büyük eksiğimiz...
Hakkımda görüş bildiren bütün arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız hepiniz. Ve ben iyi ki sizleri tanıyıp, yorumlarınızla sırtladığınız yazılarımı yazabilme mutluluğunu yaşayabilmişim.
Sevgiler, saygılar çokça...
Aynur Engindeniz tarafından 7/29/2012 4:28:19 AM zamanında düzenlenmiştir.
Merhaba...Önemli olan akıl yürütülecek konularda duygusal olmamak...Böyle bakıldığında, eleştirilecek yanlışlarla iltifat edilecek doğrularda mantıklı bir oranı tutturmak olmalıdır...Eserin % 1 lik hata payını % 99 abartırsanız duygusallık yahutta haksızlık olur...
O yüzden hani derler ya; " attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değmel"i diye. Önemki olan esası kaçırmamak. Bizim teftişlerde hep yaşarız, ancaklar çalışanların şevkini kırmamalı.Kendi oranında dile alınmalı. Hatta iletişimde hataların da bir söyleme biçimi vardır.Kırıp dökmeden,üzmeden, negatif etkilememeden. Sevgili Refika hanımın yorumuna da yazmıştım, sizi zaman zaman eleştirdiğimi, yazdığınız eserin içeriğini bilmeden "çok güzel olmuş" larla değerli kalemler sürekli pohpohlanırsa, kimse hatasını göremez ve gelişme olmaz. Bir gün birileri "kral çıplak" der.Değerli insanlar etraflarında böylesi çember oluşturan maskelilerle sarıldığında geçici mutluluğun verdiği şöhret sarhoşluğu içinde gerçekleri göremez olmakta.Şu sözü çok severim.Zaman zaman dostlarıma yazmaktayım:"Sizi sizde olmayan hasletlerle övenler, bir gün de sizde olmayan zilletlerle karalarlar." Yazınıza eleştiri de yapılabilirdi elbette...Bu yazınızı o kadar özümsedim ki belki de ufak birkaç nüans da hoş göründü(varsa).Zaten beğenmesem yazmazdım...Eleştirmeyeceğiz anlamına da gelmez bütün bu yazdıklarımız. Gece tesadüfen yorumlara baktığımda öğrendim...sayfama tanınmış bir çok isim girdiği halde nedense yorum yapmadılar.Bu duruma tahaccup etmekteyim...Şimdilik temkinli davranarak hüsnüniyetimi korumaktayım...
Neticede "güzel şeyler oluyor burada."Değerli M.Altan için de zaman zaman sert yazım...Üzüldüğünü biliyordum.Diyaloğu koparmadık. Birbiriimizi anlar hale geldik. Böylesi sanat dostluklarının daha da gelişeceğine inanıyorum.
Büyük hatalarımın ve günahlarımın olduğunu biliyorum.Ancak övünebileceğim hasletlerden biri dostlarımın başarılarından mutlu olmak,diğeri de düşmanım da olsa adalet ve insafı elden bırakmamakdır. Sizler süreyya yıldızı gibisiniz, "çok sevdiğim tabirle; "bir yuduminsan" sınız, kaybolmamanız gerekir...Çok tebriklerimi ve teşekkürlerimi gönderiyorum...İyiki varsınız...
Merhaba değerli kalem...Az söz ile çok lşeyler fısıldamışsınız...Bu da bir sanattır elbette...Yüreği ile güzellikler katkıda bulunanlara selamlar...saygımla...
Hayatın merkezine insanı koyduğu için hayatı ciddiye almış bir değerin, aynı derinlikle dolu bir başka değer tarafından pozitif bir eleştiri ile örtüşüp ufkumuzu açması;
Düşün ve duygu derinliklerimize kadifemsi dokunuşlarla şok etkisi yaparak, okuru farkındalık denilen kıyıya yaklaştırması ve bunun da ötesinde, derin kıymetli bir kalem erbabına kendi derinliğinden dostça paylaşımlarla destek vermesi onur verici ve barışık bir duruşun özlenen fotoğrafıdır.
İnsanlık çıtasını doruklarda taşıyan; atıfta bulunulan değerli yazın dostu Aynur Hanım’la değerli öğretmen-şair-yazar Setfettin Beyefendi’ ye en derin saygı ve dostluk selâmlarımla teşekkür ediyorum…
Gökkuşağı renkli yüreğin değerli yorumları altında ezilen benliğim, bilmukabele ile; her dem saygı , sevgi, dostluk selâmlarıyla hayırlı Ramazanlar diliyor, onuruyla mürekkebi kardeş kılan değerli ustaya, soylu kaleme! Teşekkürler efendim...
Merhaba yüreği sevginin her rengi ile gökkuşağı olan insan...
Uzun süredir sizinle paylaşımlarda bulunamadık...Oysa sizi o kadar iyi tanımıştım ki görmeden...
Örtüşen duygu ve düşüncelerimizin edebiyat adına sinerji oluşturması sizinle sözcüklerle anlaşmamızı ne kadar anlamlı kılmakta...
Aynur hanımı zamanla en insafsızca eleştirenlerden oldum...O'nun her yazısına kodlanmış sözcüklerle "fevkalede" diyerek içeriğinden uzak duranların tersine, eleştirilerimde doğru bildiklerimi acı da olsa yazdım...
Fakat takdirlerimizi de elbette hak ediyorsa kıskanmamalıyız...
DEĞERLİ DOST...Sizler gıda gibi olan gerçek süreyya yıldızlarısınız, zaman zaman sayfadan kaybolsanız da değeriniz, kıymetiniz hep yüreğimizde...
Destek ve katkılarınız için teşekkürler...
Huzur dolu bir yaşamla beraber güzel ramazanlar diliyorum efendim...saygımlasınız...
İnsanlar tanımadıklarının düşmanıdır...Ön yargıları kaldırmak atomun parçalanmasından daha zordur derler.. Bu iki söz de kendim için. O yüzden daha fazla diyaloğ gerekiyor.
Kliniksel denetimde; "johari windov" diye bir empati türü var.Her insanın kendisi ile ilgili olarak a 4 penceresi vardır.Bunların hep açık olması gerekir: 1.Kendi bildikleri başkalarının bilmediği 2.Kendi bilmediği başkalarının bildiği 3.Kendi dahil hiç kimsenin bilmediği 4.Herkesin bildiği
Bu pencerelerin mümkün olduğunca; "sakıncalı değilse sırlarımız da dahil"karanlık kalmaması gerekir.
"Düşünsel portrelere duygusal renkler eklemek..." bu tümce söylediklerinize ne güzel benzek olmuş...
Hak edenlere keşke daha fazla katkılarımız olabilse...
Hayatın ördüğü çürük ve fakat fasit bir çıkmaz eksenindeki ağlarını yırtmaya çalışırken, her hangi bir ödün beklemeden "belkide başkalarının yürek yangınından" cıngıl alan bağrımız, parasız pulsuz, bir iltifat kırıntısını neden duymaz ki...
Mutlu olabilmenin endişesini dahi duymadan acıların paylaşımında teselli arayan kalemlere neden tebessüm edilmez ki...
Biz galiba mutlu olabilmenin bile yollarını aramaya gerek görmeden bu tılsımlı sözcüğü başkalarına da reva görmemekteyiz...
Hayır böyle bir şey yok dedek de bilinç altımız bu duygulara kodlu galiba...
Empatik usavurmanın dikduruşu adeta desteğiniz....sayenizde ben de gizemli yazmaya başladım galiba(artistik değil!)...
Öncelikle böyle bir çalışmanın beni fazlasıyla onurlandırdığını bilmenizi isterim değerli hocam. Anlaşılmış olmak, her zaman bir nimettir. O bakımdan da mutluyum.
Yunus'un "gök ekini biçer gibi" dizesini yazının sonuna eklemeyi düşünmüş, isonra vazgeçmiştim. Alıntılamayı -makaleler ve genel yargılar içeren denemeler- dışında sevmiyorum. Eklediğiniz için bir teşekkür daha borçluyum size.
Ben bu çağa, "bıkkınlık mevsimi" diyorum. Artık dünyadan bile bıkmış insanlar. Öyleki 22 Aralık'ta kıyyamet kopacak söylentileri yayıldığı, bu probagandayı destekleyecek türlü eylemler yapıldığı halde insanlık çok fazla etkilenmiş gibi görünmüyor. Oysa yıllar önce çekilen "2012" filmiyle bile daha çok etkilenmiştik sanki.
Ölüm iki şey için istenebilir -ki Rabbin ölümü çağırmayınız emrinin farkında olarak konuşmalıyız.- Birincisi Allah aşkı, ikincisi dünyanın ağırlığına dayanamamak. Allah aşkı sonsuzdur, önünde ve ardında pişmanlık yoktur. Oysa ikinci şıkta bitimsiz bir pişmanlık vardır. Kişi eğer gerçekten akli dengesini kaybetmemişse, intiharın genel olarak ilk beş dakikasından sonra pişmanlık duyarmış. Peki nasıl oluyor da, candan vazgeçebiliyor insanoğlu. -İntihar hayvanlarda da var mı sorusu burada aklıma düşen-
Yalnızlık...İçsel ya da maddi yalnızlık. İnsanlardan ümidi kesme. Bu önce ailede başlar. Yabancılaşmaya dünyaya gözünü açtığı yerden başlıyor insan. Sonrası karanlık. Çarpık düşünceler sanrılar birbirini izliyor.
Yazımda insanın insanlıktan vazgeçişini, katı halden gaz hale geçişini anlatmaya çalıştım az da olsa. Yazmakta olduğum romandan bir kesit /iç konuşmaydı sadece. Değer verip şahsıma ve çalışmalarıma bunca kıymetli söz kullanmanızdan dolayı onur duydum. Bu güzel eleştiri örneği herkese örnek olmalı.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.