- 702 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
Anne Yüreği (13)
Fatma ile Osman daha fazla beklemeden evlendiler. Ve bir yıl sonra da ilk çocukları olan Derya’yı. İki yıl sonra da oğlu Deniz’i kucaklarına aldılar. Fatma’nın dayısının eşi çok bilgili bir kadındı. Fatma’yı kendi çocuklarından ayırt etmeden yetiştirmiş, çok çocuk yapmanın değil, dünyaya getirdikleri çocukları yetiştirip meslek sahibi yapabilmenin önemini her defasında anlatmıştı Fatma’ya. O nedenle doğum kontrolünün ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Hiç düşünmeden, köyün sağlık ocağındaki ebeden yardım istemişlerdi. Ve ebe onlara her türlü yardımı yapmıştı. Onların tek istedikleri iki çocuklarını en güzel şekilde okutup, büyük adam olmalarını sağlamaktı ve bunu yapmak için gerekirse aç kalmaya razıydılar, Yeter ki çocuklar okumak istiyoruz desinler yeterdi
Ağa, öyle kötü olmuştu ki Fatma’nın Osman ile evlenmesine, ondan bir gün bunun öcünü alacağına yemin etmişti. Fatma iki çocuklu bir kadın olmasına rağmen, onlarla uğraşmaktan vazgeçmemişti. Aradan yıllar geçmesine rağmen, ağa onları ne köyden kovabilmişti, ne de Fatma ile Osman’ı kendine köle yapabilmişti ve bunu düşündükçe, öfkesi daha da artıyordu.
Osman, deniz mavisi gözleri, kestane sarısı saçlar ve kusursuz burnu, ağzı ile çok yakışıklı idi. Çalışmaktan gelişmiş kasları ile güçlü ve kuvvetli bir delikanlı idi. O yörede yapılan yağlı güreş müsabakalarında kimse onu yenememiş, her defasında madalyaları ve ödülleri o almıştı. Aldığı ödüller para olduğunda çok mutlu oluyordu. Çünkü o paralar ile çocuklarının okul masraflarını karşılayabiliyordu belli bir süre. O nedenle güreş müsabakalarını hiç kaçırmadan takip ederdi. Ama artık bırakmış, eşi ile tarlada çalışıyor, toprağı daha verimli yapmak için çabalıyordu.
Osman pınarın başına koşarken düşünmüştü bunları Ve şimdi durmanın değil yetişmenin zamanıydı. Yoksa ağa adamları ile Çok sevdiği Fatma’sına zarar verebilirdi.
Meltem öğretmen Ağanın yüzüne dikmişti bakışlarını. Pis bıyıkları yüzünü kaplamış, başına kasketini takmış, ayağına şalvar pantolonunu giymiş, eline kamçısını almış, kalın ve siyah kaşlarının altında, yanıp sönen kapkara gözlerini Fatma bacıya dikmiş, elindeki kamçıyı vurmak için kaldırmış, nefes alış verişi hızlanmış öfkeden burun delikleri inip kalkar olmuştu. Ağayı, bu kadar kadının yanında Fatma bacının hakaret etmesi çileden çıkartmıştı. Üstelik bu kadınların yanında öğretmen, üstelik de bir kadın vardı. Nasıl öfkelenmezdi ki ağa.
Meltem öğretmen ağanın kırbacının Fatma bacıya ineceği endişesi ile
“Ağa, ne yapıyorsun sen? Eğer o kırbaçla bir defa vur seni hapse attırırım. Burada neler konuştuğunu hepimiz biliyoruz. İndir o kamçıyı aşağıya”
Ağa, bir defa daha afallamıştı. Kurtların saldırısına uğramış kuzu gibi hissediyordu kendini. Bu kadınlar bir ayaklansa parçası kalmazdı o meydanda. Ama bu meydan okuyuşa da sessiz kalırsa ağalığın şanı ayaklar altına alınacaktı. Şimdi ağalığını göstermesi ve bütün kadınları geri püskürtmesi gerekiyordu.
“Bana bakın eksik etekler, Siz kendizi ne sanisiz. Hazır kaşık düşmanları. Hepizi tepelerim şimdi”
Ağa bunu söylerken. Osman’ın sesi gürlemişti kalabalığın içinden. Soluk soluğa kalmıştı koşmaktan. Göğüs kafesi inip çıkıyor ama ağzından çıkan kelimeleri hiç titremiyordu
“Ağa, senin gücün güçsüz gördüğün kadınlara geçer. Ama benim Fatma’mın ne kadar güçlü olduğunu, en az benim kadar sende bilisin. Burada bu kadar erkek varken gene de bir kadını tepelemeye çalışman yanlış. Kendine o kadar güvenisen ben buradayım, gel beni tepele”
Ağa başını Osman’dan yana çevirdiğinde, bütün köy halkının pınarın başına geldiğini görmüştü. Atına topukları ile tepiyor ama at yerinden kımıldamıyordu. Sanki at da ağaya çok öfkeliydi ve o da öfkesini çıkartıyordu ağadan. Dizginler hala Fatma bacının elindeydi. Köy halkından hiç kimse ses çıkartmıyor, film izler gibi olanları izliyordu. Bir ara Fatma bacının elinden dizginler düşecek gibi oldu ama o büyük bir çeviklikle dizginleri yeniden yakalamıştı.
“Çekil diyom sana be kadın. Bırak dizginleri. Seni öldürücem”
“Öldür ağa, öldür. Ne bekliyon, yıllardır yaptıkların yetti canımıza artık”
“ Nankörler, aç karnızı doyurdum hepizin. Yeri geldi ağanız oldum, yeri geldi babanız. Daha ne istisiz”
Bu son söz, 16 yaşında var yok, yemyeşil gözlü, sapsarı saçları oyalı yemenisin altından sırtına yayılmış, gece karanlığında bile parıl parıl parlayan bembeyaz teni, küçücük yüzünün ortasına itina ile yerleştirilmiş burnu ve onun hemen altında küçücük ağzı ve dolgun dudakları, üstüne giymiş olduğu, köyüne özgü kıyafeti bindallı ve ayaklarına giydiği yün çorapları ve naylon ayakkabıları ile dikkat çeken Zehra’yı çileden çıkartmıştı.
Elindeki boş su kovasını bir anda yere fırlattı. Kovanın sesi sessizliğin içinde öyle bir yankılanmıştı ki, insanlar bir adım geri atmışlardı. Zehra kız, iki elini beline koyup ağaya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Gözleri alev saçıyordu ve etrafındakileri de o alev ile yakıyordu adeta. Sesi, öyle çıkıyordu ki karşı dağlardan dinleyen olsa duyardı.
“Ağa ağa bana baksana sen. Babaymış, ne babası, ağaymış, ne ağası? Biz çalışıyoz ama bir somun ekmeği zor koyuyoz sofraya. Bir de aç karnımızı doyuruyomuş. Baba mısın sen? Baba dediğin, köyün küçük kızlarına tecavüz edip, sonra da, “bunu başkalarına söylersen kardeşlerini, ananı, babanı öldürtürüm” demez değil mi? Baba dediğin, köyün gençlerine sahip çıkıp, onları okullara gönderip büyük adam olmasını sağlar değil mi? Baba dediğin, kendinden güçlü gördüğü Ali’yi ve Aslan’ı öldürtmez değil mi? Baba dediğin, pezevenk olmaz değil mi? Baba dediğin, sevenleri birbirinden ayırarak, birine zorla sahip olup, diğerini öldürtmez değil mi? Baba dediğin , evlatlarını aç bırakıp, kazanda su ile taş kaynattırıp çorba yaptırmaz değil mi?
Sözleri bitmemiş ama öfkesi, bağırırken boğazını kurutmuştu. Bir kelime daha söylemeye çalıştı ama söyleyemedi. Bu defa yere eğilimiş, yerden kocaman bir taşı alıp,
“Allah belanı versin senin, geber”
Diye bağırarak tüm gücü ile atın üstünde duran ağaya fırlattı. Ağa yana eğilmesine rağmen taş isabet etmiş ve ağa yere düşmüştü.
Devam edecek
YORUMLAR
Ah ...ah
Cinayeti tek taraf işlemez.Seyredenler, sessiz kalanlar hepsi ortak, hepsi sorumlu.
Biri çıksa aklı başında vicdanı olan biri sen ne yapıyorsun dese ki demeli bakın bakalım o zaman töre- möre-türe-püre diyerek kan dökülür müydü?
Takipteyim kaleminizi.
Her zaman sevgimle.
okumakta geç kaldığım bölümlerle birlikte sanki film izler gibi okudum bir solukta...
ah fatma gibi cesur yüreklerin sesleri her zaman çıksa da bu baba kılıklı olup aslında şeytana bile pess dedirtecek kadar çirkin fikirli bu ağalar hak ettikleri inlerine geri dönebilseler..
harika bir bölümdü..
kutlarım Türkan hanım..
saygımla,,
Devamını sabırsızlıkla bekleyeceğim. Sanki görmezden geldiğimiz bir gerçeğimiz olmasına rağmen eski türk filmelerinden duygulu bir sahne gibi yazılmış hikayeniz gözlerimin önünde beyaz perdeye düştü.
Ama ne yazık ki bu devran değişiyor düzen değişmiyor sadece Anadolu köylerinde mi ağalık düzeni eğer ki farkına varsa bütün yurt emperyal bir ağa elinde değil mi?
Maalesef ağaların sadece şekli değişti ama sömürge zihniyeti asla.
Saygılarımla
Yine bir solukta okudum ve bitmesin dedim; çok güzeldi. Fatma ve Zehra'ya da aferim. Cesaretlerinden ve yürekliliklerinden dolayı. Her köye onun gibi kadınlar; analarımız şart. Bakalım ağanın sonu ne olacak. Bence böyle yürekli insanlar varken köşesine siner ve bir şey yapamaz.
Sana kolay gelsin diyorum ve sevgilerimi bırakıyorum sayfana sevgili şairem...
Güzel ve yararlı bir konu. Merakla ve hatta gururla okunabiliyor. Yalnız , galiba, Sayın Türkân Hanım'ın zamanı da benimki gibi kısıtlı. Biraz acele yazılıyor ve kurallara yeterince özen gösterilemiyor. Bu ,zaman problemi ,çoğumuzda mevcut olduğundan, sanırım hepimiz anlayışla karşılıyoruz. Saygılar.
Örnek : ''Yeter ki çocuklar okumak istiyoruz desinler yeterdi '' .
Fikret TEZAL tarafından 10/13/2009 8:42:54 AM zamanında düzenlenmiştir.