ÇOCUKLUĞUM
Zengin bir sınıf, fakir bir çocuk ve okumak.
Bazen ne kadar zor şu hayatı anlamak. Ne kadarda çok seni her tenefüs ezecek kalabalık. Ne zormuş yırtık ayakkabılarını saklamak…Ustalık! Ne kadarmış ki bitmesinden korktuğum kalemim. Birkaç beden büyük önlüğüm seneye de giyerim. Her sabah çevremde gördüğüm meyve suyu,simidin, Hesabı kaçmak mı, çekinmek mi, nedir gitmenin! Beni ben yapan şeymiydi, ezikliğim ve gururum. Hiçbir şey alamadım ben, ezilmeden onurum. Belkide tek sığınaktı o zaman kaçıp kurtulduğum. Mahallenin sonundaki parkta kurduğum oyunum. Kış gelir, yine başlar senenin beyaz kabusu. Su dolar dört yan, çakur çukur okul avlusu. Yazlık ayakkabı anlar mı soğuğu, bir bardak su. Bir çift poşet geçirilen ayağa, tek kabusu. Sınıfa koşarak git, ilk hedef doğru petek. Kurumasına zaman yok, hemen öğretmen gelecek. Teselli bulacağın sıranı en arkaya çek. Ne güzelmiş matematik, o zamanki tek gerçek. Takmaz delik eldiveni, dinlemez zemheri soğuğu. Almazlardı 8.15’ten önce sanki hariciye koğuşu. Sonra bir grip alır götürür dolu dolu. Herşeye rağmen, ne de güzelmiş çocukluğum. Hayatın anlamı sandığım anlarla dolu geçmişim. Onlarca gözden, bir çift göz seçmişim. İlk hayalimde yakalamış beni gerçeğim. Son sözü hep hayat söyledi, misafirdi seçimlerim. İstenmeyen, gereksiz detayların adı çocukluğum. Adını unutmayı düşündüğüm düşüncelere yorgunum. Bir isim benzerliğinde bile, adını defalarca okudum. Yalnızlığımla her kavgamda, yaralı geçmişimi buldum. Zamanın şevkatli kollarına bıraktım aşkı, sevgiyi. Hep aynı çıkmaza soktu tüm hayalleri. Uysal bir baş kaldırı gibi kaldı gülüşleri, Çocukluğumdan kalma, her rüyada onu düşlerim. İşte böyle çocukluğum, ne padişahım ne veliahtım. Herkes gibi büyüdüm, kimseden yok farkım. Kendi fetihlerimde boğuldum ve ayaktayım. Fatih’in İstanbulu ferhettiği yaştayım… |