İsviçre: Yazarların gözde sığınağı
Padraig Rooney yeni kitabında 19. yüzyıldan itibaren edebiyat dünyasının sığınağı olan İsviçre’yi farklı bir tarih okumasıyla, edebi sırlar eşliğinde anlatıyor.
1.3.2016
Yazarların eserlerinde sizi yakalayan o “tarifsiz şey”in peşine düşmeyi seven, yaratıcılığın kaynağını merak edenlerdenseniz çoğu kez elinize aldığınız kitapla yetinmez, büyük bir iştahla yazarın özel hayatını da kurcalamaya başlarsınız. Mektuplarını okuyup günlüklerini karıştırdıkça da bu “edebi sırdaşlık”tan zevk aldığınızı keşfedebilirsiniz.
Yayın dünyasında son zamanlarda bu sırdaşlığı mektup ve günlükler dışına taşıyarak, sanatçıların özel hayatlarını farklı yönleriyle ele alan; bunu yaparken de tek bir isim yerine geniş bir zaman diliminde benzer tecrübeleri yaşayanlara odaklanan kitaplar dikkat çekmeye başladı. Sadece geçen yıl yayımlanan kitaplar sayesinde mesela okur, Londra sokaklarında gece yarısı dolaşanların, düello meraklılarının, gizli bir kulübe üye olan polisiye yazarlarının özel hayatlarına eşlik etme fırsatı bulurken bir yandan da anlatılan dönemin alternatif tarihine şahit oldu.
Frankestein’ın doğumu
On beş yıldır İsviçre’de yaşayan İrlandalı şair ve yazar Padraig Rooney’nin The Gilded Chalet: Off-Piste in Literary Switzerland bu tür kitapların son örneklerinden. Özellikle Sanayileşme Devrimi’yle birlikte edebiyat dünyasında yıldızı parlayan İsviçre’nin iki yüz yıllık bir zaman diliminde çok sayıda yazar için nasıl bir çekim merkezi haline geldiğini anlatan Rooney, birçoğu belki parça parça bilen bu kaçış hikâyelerini, daha az bilinen bağlantılarla bir araya getirerek baştan yazıyor.
Lord Byron ile Perch Shelley ve kısa bir süre sonra evleneceği on sekiz yaşındaki Mary Shelley’in 1816 Haziran’ında Cenevre gölü kıyısındaki tatilleriyle başlıyor Rooney anlatmaya. Paparazzilerin de ilgisini çeken ve İsviçre’yi edebiyatçıların radarına yerleştiren bu kısa tatilde akşamları can sıkıntısından birbirlerine hayalet öyküleri anlatmaya başlayan üçlünün önce sohbetlerine sonra da Frankestein’ın doğumuna tanık oluyorsunuz. Byron’ın da “Chillon Tutsağı” şiirini yine bu tatilde yazdığını söyleyen Rooney sonra sizi başka tatilcilerle tanıştırıyor. Sanayileşmeyle birlikte sanatçıların özellikle havası kirlenen, kalabalıklaşan kuzey şehirlerinden İsviçre’ye etkileyici doğası, temiz havası ve taze sütü için daha sık gelmeye başladıklarını anlatan Rooney, H.G. Wells’in burada kendini cennette hissettiğini, Hermann Hess’in alkolizmle burada mücadele ettiğini, Thomas Mann’ın da Büyülü Dağ’ı İsviçre’de yazdığını söylüyor.
Le Carre’nin casusları
20. yüzyılda İsviçre’nin “sağlıklı yaşam, kaçamak tatil mekânı” kimliği yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Alplerin çekiciliği devam etse de bu kez dağlara, vadilere sığınanların kaçış nedenleri farklı. İki savaş döneminde de tarafsızlığını koruyan İsviçre Borges, Joyce, Remarque, Hemingway, Fitzgerald, Nabokov ve Highsmith’e uzun süre sığınak oluyor. Birçoğu klasik eserlerini gizli bir vadide, sakin bir otelde ya da huzurlu bir dairede kaleme alıyor.
Bu dönemde anarşistlerin, casus ve dedektiflerin yolunun da sıkça İsviçre’ye düştüğünü, gerçekle kurgunun bazen birbirine karıştığını vurgulayan Rooney, “Doyle’un Sherlock Holmes’u, Fleming’in Bond’u, Maugham’ın Ashenden’i hatta Le Carre’nin casusları burada hayat buldu” diyor.
Padraig Rooney’nin tarihçi titizliğiyle kaleme aldığı, fotoğraf ve çizimlerle zenginleştirdiği kitabı sanki biraz dedektif işi gibi; okuru büyük bir İsviçre turuna çıkaran yazar, iki yüzyıllık hazine sandığından çıkardığı edebi sırları paylaşma konusunda elini korkak alıştırmamış.
Yayın dünyasında son zamanlarda bu sırdaşlığı mektup ve günlükler dışına taşıyarak, sanatçıların özel hayatlarını farklı yönleriyle ele alan; bunu yaparken de tek bir isim yerine geniş bir zaman diliminde benzer tecrübeleri yaşayanlara odaklanan kitaplar dikkat çekmeye başladı. Sadece geçen yıl yayımlanan kitaplar sayesinde mesela okur, Londra sokaklarında gece yarısı dolaşanların, düello meraklılarının, gizli bir kulübe üye olan polisiye yazarlarının özel hayatlarına eşlik etme fırsatı bulurken bir yandan da anlatılan dönemin alternatif tarihine şahit oldu.
Frankestein’ın doğumu
On beş yıldır İsviçre’de yaşayan İrlandalı şair ve yazar Padraig Rooney’nin The Gilded Chalet: Off-Piste in Literary Switzerland bu tür kitapların son örneklerinden. Özellikle Sanayileşme Devrimi’yle birlikte edebiyat dünyasında yıldızı parlayan İsviçre’nin iki yüz yıllık bir zaman diliminde çok sayıda yazar için nasıl bir çekim merkezi haline geldiğini anlatan Rooney, birçoğu belki parça parça bilen bu kaçış hikâyelerini, daha az bilinen bağlantılarla bir araya getirerek baştan yazıyor.
Lord Byron ile Perch Shelley ve kısa bir süre sonra evleneceği on sekiz yaşındaki Mary Shelley’in 1816 Haziran’ında Cenevre gölü kıyısındaki tatilleriyle başlıyor Rooney anlatmaya. Paparazzilerin de ilgisini çeken ve İsviçre’yi edebiyatçıların radarına yerleştiren bu kısa tatilde akşamları can sıkıntısından birbirlerine hayalet öyküleri anlatmaya başlayan üçlünün önce sohbetlerine sonra da Frankestein’ın doğumuna tanık oluyorsunuz. Byron’ın da “Chillon Tutsağı” şiirini yine bu tatilde yazdığını söyleyen Rooney sonra sizi başka tatilcilerle tanıştırıyor. Sanayileşmeyle birlikte sanatçıların özellikle havası kirlenen, kalabalıklaşan kuzey şehirlerinden İsviçre’ye etkileyici doğası, temiz havası ve taze sütü için daha sık gelmeye başladıklarını anlatan Rooney, H.G. Wells’in burada kendini cennette hissettiğini, Hermann Hess’in alkolizmle burada mücadele ettiğini, Thomas Mann’ın da Büyülü Dağ’ı İsviçre’de yazdığını söylüyor.
Le Carre’nin casusları
20. yüzyılda İsviçre’nin “sağlıklı yaşam, kaçamak tatil mekânı” kimliği yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Alplerin çekiciliği devam etse de bu kez dağlara, vadilere sığınanların kaçış nedenleri farklı. İki savaş döneminde de tarafsızlığını koruyan İsviçre Borges, Joyce, Remarque, Hemingway, Fitzgerald, Nabokov ve Highsmith’e uzun süre sığınak oluyor. Birçoğu klasik eserlerini gizli bir vadide, sakin bir otelde ya da huzurlu bir dairede kaleme alıyor.
Bu dönemde anarşistlerin, casus ve dedektiflerin yolunun da sıkça İsviçre’ye düştüğünü, gerçekle kurgunun bazen birbirine karıştığını vurgulayan Rooney, “Doyle’un Sherlock Holmes’u, Fleming’in Bond’u, Maugham’ın Ashenden’i hatta Le Carre’nin casusları burada hayat buldu” diyor.
Padraig Rooney’nin tarihçi titizliğiyle kaleme aldığı, fotoğraf ve çizimlerle zenginleştirdiği kitabı sanki biraz dedektif işi gibi; okuru büyük bir İsviçre turuna çıkaran yazar, iki yüzyıllık hazine sandığından çıkardığı edebi sırları paylaşma konusunda elini korkak alıştırmamış.
Yorumlar
"İsviçre: Yazarların gözde sığınağı" haberine henüz yorum yapılmamış.
İlk yorumu siz yapın.
Yorum Yapın
İsviçre: Yazarların gözde sığınağı ile ilgili yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Üye Ol
Üyelik Girişi Yap