ÜYELİK GİRİŞİ ÜYE OL
Anasayfa Şiirler Forum Etkinlikler Kitap Nedir? Bicümle Tv Müzik Atölye Arama Blog İletişim Yazılar
Giriş Yap Üye Ol
"Günlerini düşler krallığında geçirmeyenler, günlerin kölesi olur." Halil Cibran Paylaş
ANASAYFA
ETKİNLİKLER
NEDİR?
TİVİ
BLOG
BİCÜMLE
ATÖLYE
ARAMA

Bir Mabed Savaşçısı Cemil Meriç - Dücane Cündioğlu

Delilerin ve ölülerin sevebileceği bir yazarın kitabını okuyorsanız eğer; hele ki bir de “Bir Mabed Savaşçısı Cemil Meriç” se elinizde tuttuğunuz kitap, bir sonun başlangıcına gelmişsinizdir demektir.

12.1.2012

Bir Mabed Savaşçısı Cemil Meriç - Dücane Cündioğlu

Sonun başlangıcı diyorum; çünkü Cündioğlu böylesi bir düşünür için “ilk sözün bir sona kavuşmayacağını ve her neslin kaçınılmaz olarak “ilk sözün” kendi sözünü söylemekle kalacağını” bilmekte ve bu sebepten ötürü de, vedayla başlamaktadır kitabına. El-Vedayla…

Bu yüzden olsa gerek daha başlarken farklı bir öngörüyle yaklaşmış olduğumuz kitabın ilk sayfalarına; mütercim, mütefekkir ve münekkid Cemil Meriç ‘ten farklı bir savaşçı bulmayı arzulayarak başlıyoruz. Kendi göğünde tek yıldız olarak fildişi kulesinden bakan bir Meriç mesela… Öyle ya, farkındalıklar hep çizginin ötesindeyken yakalanır… Fakat çizginin karşısında olabilmek için de önce karşıda olabilmeyi göze almak gerekir. İşte “Bir Mabed Savaşçısı Cemil Meriç” kitabı da, karşı olmayı göze alan bir savaşçının hayatını ele almaktadır.

Evet, kitap ilk olarak Meriç’in başkalarının nezdinde var olabilme savaşıyla başlar. Cündioğlu da bu savaşın bilinmeyenlerine değinerek, bizlere çizginin berisindeki Cemil Meriç’i anlattır. Daha doğrusu fildişi kulesine giden taşlı yolların, geçilmesi gereken hafakanlarını dile getirir. Biten bir savaşın madalyalarından değil, bizzat savaşın kendisinden bahseder. Ve savaşın başladığı ilk anı şu cümleleriyle ifade eder; “İstanbul’a ilk gelişimi hatırlıyorum. Fetih ümitleri ile dolu idim. Bir gazaya koşuyordum.”

İlerleyen sayfalar ise, Meriç’in daha İstanbul’a adımını attığı ilk günden itibaren her şeyi göze almış olduğu gerçeğini, adeta bir iç konuşma silsilesiyle bizlere hissettirmeye başlar. Ve alıntılanan cümlelerinden savaşa hazır olduğunu açıkça sezdiren Meriç, sayfalar ilerledikçe oklarını daha da ileriye atabilmek için yayını, gücünün son raddesine kadar gerer ve gerilir…

Ki bu da, karşısına aldığı İstanbul’a tek başına meydan okuyarak, savaşının sesini yükseltmesi anlamına gelmektedir. Yani devleşebilmek uğruna küçülmeyi dahi umursamayan Meriç’i, (yine)kendi cümleleriyle “ölümsüzleşmek uğruna ölümü çoktan göze alan” bir savaşçı olarak tanımlayabiliriz. Ayrıca kılıcının en keskin yeriyle darbeler indiren bu savaşçıyı tahlil ederken yakaladığımız bir ayrıntı da düşmanlarını bilinçli olarak kazanıyor olmasıdır. Ki “ne kadar düşmanınız varsa, o kadar yaşıyorsunuz” demesi de görüşümüzü somutlaştıran delillerden bir tanesidir.

Aynı zamanda “yaşayan yaratmaz, yaratan yaşamaz.” diyen Meriç’in, yaşamasını bilmediği için hep yaratmak zorunda kaldığını iddia eden kitap, Meriç’in hayatı boyunca savaşçı zırhından bir türlü kurtul(a)madığını, yaşadıklarıyla dile getirmektedir. Öyle ki nâralarının(tenkitlerinin) bir bir sıralanıyor olması bizleri de bu görüşte mutabık kılar. “Simyacı gibi avazını cevher haline getirebilmek için çalışan” bu savaşçıyı Cündioğlu ise, ”bilmeyi sevdi ama sevmeyi bilemedi” diye tanımlayarak, ömrü boyunca sevilmek istendiğini bizlere yansıtmaya çalışmıştır.

Kitabın sayfalarını hızlandırdıkça, savaş gürültüsünü arttıran satırlar, yayınlanan karşılıklı tenkitlerle dolarken, Meriç’in tenkitlerindeki acımasızlık; kendini gösterme ve üste çıkma savaşına dönüşmesiyle birlikte, okurlar o beklenilen farklılıklar kısmına gelmiş bulunmaktadır. Ve “yalnızlaştıkça düşünmüş, susadıkça konuşmuş, acıktıkça yazmış” bir düşünür paradokslarının yer aldığı bu bölümde, tenkitlerin keskinliği bizleri oldukça tedirgin etse de, Meriç’in “tenkitsiz düşünce” olmaz anlayışı karşısında, kendisini dönemi içerisinde anlamlandırmaya çalışmaktan başka şansımız yoktur açıkçası. Özellikle karşımızda iltifata susuz bir savaşçı olduğunu düşünürsek…

Genel olarak bir değerlendirmede bulunacak olursak; ıstıraplarını yazı aracılığıyla verimli kılmaya çalışan bir düşünürün, yıpranmaları her ne kadar ona acı verse de, biz okurlar için büyük bir kazanç olmuştur. Eserleri, zamanında ve çağdaşlarınca yankı bulmasa da, Meriç bugün feryatlarını(nâralarını) cevhere dönüştürmeyi başarmıştır. Bunu da, savaştan yorulduğu vakitlerde ruhuna yönettiği o iki seçeneğe borçludur; Cinnet ve ölüm…

Bir Mabed Savaşçısı Cemil Meriç
Dücane Cündioğlu
Kapı Yayınları


Yorumlar
Mesaj Yaz 14.1.2012 14:33:17
“İstanbul’a ilk gelişimi hatırlıyorum. Fetih ümitleri ile dolu idim. Bir gazaya koşuyordum.”

Mest etti bu söz beni.


Mesaj Yaz 13.1.2012 16:45:18
İşte bu kitaptan beklediğim cevap da buydu:

- Meriç’in “tenkitsiz düşünce” olmaz anlayışı karşısında, kendisini dönemi içerisinde anlamlandırmaya çalışmaktan başka şansımız yoktur açıkçası. Özellikle karşımızda iltifata susuz bir savaşçı olduğunu düşünürsek…


Cemil Meriç'i tanımak için yol olabilir ama direk kendi kitaplarından da başlanabilir Cemil Meriç' i okuyup ve anlamak!


O bir dahiydi ve onun gibisi yüzyılda 4-5 tane gelir ancak..



Yorum Yapın

Bir Mabed Savaşçısı Cemil Meriç - Dücane Cündioğlu ile ilgili yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üye Ol Üyelik Girişi Yap

Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.