- 523 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SENİN ZORUN NE?
Tebliğ, bir müminin en önemli görevlerinden biri de tebliğdir. Bildiği kadarıyla değil, en iyisini bilip onu da bilmeyenlere tebliğ etmek.
Birinci muhatap elbette gayrimüslimlerdir. Bir mümin dinini Müslüman olmayanlara anlatmak zorundadır. Bu onun boynuna borçtur. Anlattıkça borcu azalır, sevabı artar. Hele bir de bir gayrimüslimi imana getirebilirse, işte o zaman müminin bayramıdır. En büyük sevap, en büyük mutluluk onundur artık.
İkinci zümre ise Müslüman olduğu halde dinini bilmeyen, dinin gereklerini yerine getirmeyenlerdir. Bir müminin görevlerinden biri de budur. Mümin kardeşini doğru yolda çekmek onu görevidir. Her Müslüman’a farzdır “iyilim emredip, kötülüklerden sakındırmak.” Bunu yaparsa ne kazanır? Elbetteki öte dünyasını. Büyük sevaptır bir insanı cehennem azabından kurtarmak, kurtulmasına vesile olmak. Zaten göz göre göre bir insanın ateşe girmesine kim sessiz kalabilir ki?
İşte buraya kadar bir müminin çabasını anlamak mümkün. Onun bir gayesi var. İyi de muhatap olduğu bu iki kesimin derdi ne? Günümüzde inananlar öyle pasifleşmiş ki, kimse kimseye karışma cesaretini gösteremiyor. Günümüz deyince, gençler kıyas yapma şansına sahip olmadıkları için bilmezler. Benim küçüklüğümde ortalık yerde sigara içemezdik. Tanısın tanımasın hangi büyüğümüz gürse müdahale eder, bize kızardı. Bunun gibi toplumumuzun bir oto kontrolü vardı. Şimdi bir çocuk bırakın başka bir insanı mesela kendi amcasına, dedesine bile, bana karışmaya hakkın yok, diyebiliyor.
Bir mümin gördüğü aksaklığı dile getirme zafiyetinde iken yarım yamalak inananlar, inançlarının gereğini yapmayanlar neden rahatsız? Öyle bir baskı kurulmuş ki toplum üzerinde belki sonra baskı yapar zannıyla insanlar baskı altına alınıyor. Kendi yaptıkları baskının görülmememsi için en küçük bir fikir beyanına bile “Sokak baskısı” diye feryat figan ediyorlar.
Gayri Müslimlere gelince: bunlar hiçbir şey yamammış gibi gözükseler de özellikle son otuz yıldı ve içten içe birkaç yüz yıldır yaptıkları çalışmalarla bizi biz olmaktan çıkarmaya çalışıyorlar. Büyük ölçüde de başardılar. Toplumlumuzun bir kesimi öyle bir hale geldi ki, bu insan tipini hiçbir sınıfa sokmak mümkün değil. Her türlü inanca saygımız var, ama bunların inancı yok, daha da kötüsü hiçbir inanca saygıları yok. Tek gayeleri kendi nefislerini tatmin. Bunun dışında hiçbir kural onları bağlamıyor.
İşte o sorumun cevabı da burada gizli her halde. Herkesten inanmasını isteyemesek de inanca saygıyı istemek sanırım hakkımız.